Birey ve Davranış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Birey ve Davranış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2014 Cuma

Birey ve Davranış - Sosyal Psikoloji

FELSEFE Ders Notları
Sosyal Psikoloji - Birey ve Davranış

Bireylerin davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek hayal edilen veya ima edilen varlığından nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasına sosyal psikoloji denir.

Modern sosyal psikolojinin uğraştığı konulardan bazıları şunlardır:
  • Gruba Uyma Davranışı
  • İkna
  • Güç
  • Sosyal Etki
  • Ön Yargı
  • Ön Yargının Azaltılması
  • Ayrımcılık
  • Kalıp Yargılar
  • Tutumlar
  • Kitle Davranışı
  • Gruplar Arası İlişkiler
İnsanların bilgiyi nasıl edindiği, organize ettiği ve kullandığıyla ilgilenen bilişsel psikoloji'nin temel ilgi alanları şunlardır: Algı, Dikkat, Bellek, Düşünce ve Dil

Sosyal Algı: Temel algı ilkelerine bağlı olarak işleyen, kendimizin ve diğerlerinin davranışlarını nasıl algıladığımıza dair bir bilişsel süreçtir.

Bir kişiyle yeni tanışıldığında onu var olan bir kategoriye yerleştirmek için bilişsel yapılardan kişilik şemaları harekete geçirilir.

İzlenim oluşturma çalışmalarında başlangıta edinilen bilginin sonradan edinilen bilgiden daha ağır basması durumu öncelik etkisiyle ifade edilir. Öcelik etkisi  sosyal biliş yaklaşımında "bilişsel cimrilik" ile açıklanmaktadır.

Atıf Kuramı: İnsan davranışlarına ait "insanlar ve kendilerinin ve başkalarının davranışlarının nedenlerini nasıl açıklarlar?" sorusuna yanıt aramaktadır.

Atıf kuramının öncüsü Fritz Heider'dir.

Sosyal psikolojide davranışı açıklarken ortamsal faktörlere değilde kişinin kendisine atıf yapma eğilimimiz temel atıf hatası  olarak adlandırılmaktadır.

Kişinin kendi başına gelen olumlu olayları kişiliğine, kişisel yetenek ve becerilerine; olumsuz olaylarıysa  kendisi dışındaki faktörlere, başarısızlıklarımızı içsel faktörlere bağlamak açıkca benlik değerimizi korumak amacıyla başvurduğumuz bir stratejidir.

Tutum: Başka bir kişye yada herhangi bir şeye, tutum nesnesine karşı yönetilen düşünce, duygu ve davranışsal eğilimlerin göreli olarak durağan bir örgütlenmesi şeklinde tanımlanır.

1960'lara kadar sosyal psikolojide tutumlar ABC Modeli denilen üçlü bir yapıda ifade edilmekteydi. Bu modele göre tutumlar üç bileşenden oluşmaktadır. Bunlar: Duygusal, Bilişsel Eğilim ve Davranış Eğilimidir.  

1960'lardan sonra sosyal psikolojide ABC Modeli terk edilmiş yerine tutum nesnesine yönelik değerlendirmeyi temel alan yaklaşım benimsenmiştir.

Ölçülen tutum ile gözlemlenen  davranışın aynı genellik düzeyinde olmasını ifade eden duruma denklik hipotezi denir.

Davranışın kendisini değil davranışın niyetini tahmin etmek üzere kurulmuş bir model olan  Planlanmış Davranış Kuramını Fishbein ve Ajzen geliştirmiştir.

Planlanmış Davranış Kuramına göre davranışa yönelik niyeti tahmin etmemizi sağlayan faktörler şunlardır:
  • Davranışa yönelik tutum
  • Öznel norm
  • Algılanan davranışsal kontrol
İkna süreci hakkında sosyal psikologların temel alarak sordukları sorular şunlardır:
İkna çabaları ne dereceye kadar etkilidir?
İkna sürecinin başarılı olmasını etkileyen faktörler nelerdir?

Sosyal psikolojide ilk tutum değişimi yaklaşımı mesaj öğrenme yaklaşımıdır.

Mesaj Öğrenme Yaklaşımına göre ikna sürecinde mevcut olan temel öğeler şunlardır:

İletişimin Kaynağı, Mesaj, İletişimin Yöneldiği İzleyici veya Dinleyici Kitlesi ve İletişim Ortamı

Duygusal Bileşen: Hem hissedilen duygunun nitelğini hemde tutumun aşırılığını ifade eder.
Bilişsel Bileşen: Tutumun içeriğini oluşturan inanç ya da düşünceleri kapsar.
Davranışsal Bileşen: Kişinin eyleme yönelik niyetlerini ve eğilimlerini içerir.

Kalıp yargı terimi ilk kez 1922'de Lipmann tarafından kullanılmıştır.

Üyelerinin kendi yaşamları üzerinde baskın grubun üyelerinden daha az gücü, konrolü ve etkisi olan gruplara sosyolojik psikolojik bakış açısından azınlık grubu  denir.

Ön yargının kökeni olduğu düşünülen bilişsel süreçler şunlardır: Sosyal kategorileşme, dış grup homojenlik yanılgısı ve hayali ilişkisellik.

Sosyal Kategorileştirme: Sosyal Biliş yaklaşımına göre, sosyal dünyayı algılamadaki temel süreçtir. İnsanlar genellikle sosyal dünyayı  "biz" ve "onlar" olmak üzere iki farklı kategoriye bölerler.

Kişinin kendi ait olduğu gruplar dışındaki grupları daha homojen olarak algılama eğilimine dış grup homojenlik yanılgısı adı verilir.

Ait olunan grubun idealize edilmiş ahlaki otoritelerine yönelik sorgulayıcı olmayan, boyun eğici tutum otoriteryen boyun eğme şeklinde ifade edilir.

Altemeyer'in otoriteryenizm boyutları şunlardır:

  • Otoriteryen boyun eğme
  • Otoriteryen saldırganlık
  • Gelenekcilik
Konformite: Bireylerin varolan sosyal normlara uyma yönünde baskı hissettiği bir sosyal etki türü olarak ifade edilir.

Bir bireyin diğerine belli bir biçimde davranması için emir verdiği etki biçimi itaat şeklinde tanımlanır.

Psikoterapi

FELSEFE Ders Notları
Psikoterapi - Birey ve Davranış

Tarihte akıl hastalıklarını doğaüstü güçlerle ilişkilendirmeyen ilk yaklaşımın Yunanlı Hekim Hipokrat'a ait olduğu söylenebilir. Hipokrat bu hastalıkların vucuttaki sıvı dengesizliğinden kaynaklandığını düşünüyordu.

Eski Çin, Mısır ve Musevilerde akıl hastaları kötü ruhların etkisinde diye düşünülerek zalimce uygulamalar yapıyorlardı. Ortaçağdaki cadı avlarının nedeni buydu.

İyi koşullarda yaşayan  ve bakım gören akıl hastası kişilerin iyileşerek hastaneden çıkabileceklerini ilk olarak, 1792'de Paris'te bir akıl hastanesinin başına geçen Philippe Pinel, gerçekleştirdiği bir deneyle göstermiştir.

20. yy. da tıptaki gelişmeler akıl hastalığına bakışı değiştirdi. Genel parezi olarak bilinen akıl hastalığının frengi mikrobundan kaynaklandığı anlaşılınca akıl hastalıklarının biyolojik kökenli olabileceği düşünüldü.

Sigmund Freud akıl hastalıklarının kökeninde psikolojik faktör olduğuna inanıyor. Pavlov köpeklerle yaptığı deneylerle hayvanların kapasitelerinin üzerinde iş yapınca duygusal problemler yaşadığını bulmuştu.

ABD’de Clifford Beers adında akıl hastanesinde tedavi görmüş biri bu konulardaki görüşleri değiştirdi. 1963’te toplum içinde geri gönderme politikası başladı.

Psikanaliz Sigmund Freud tarafından geliştirilmiştir

Psikodinamik yaklaşımlara göre bilinç dışı çatışmaların temel bileşenleri şunlardır:
  • Kabul edilmeyen güdüler ve duygular
  • Kabul edilmeyen güdüler ve duyguların bilinç alanına girmesinden duyulan kaygı
  • Kaygıya yada kabul edilmez  güdü ve duygulara karşı geliştirilen savunmalar
Psikodinamik terapilerin amacı danışanın duygusal çatışmalarını bilinç alanına getirmektir.

Aktarım; danışanın, terapisti heyecan ve duygu tepkilerinin nesnesi yapma eğilimine denir.

Kişinin bilinç dışı çatışmaların kökenini anlaması halinde yaşanan deneyime içgörü denir. Bu yavaş yavaş kişinin kendini anladığı bir süreçtir.

Geleneksel psikanalizin özelliklerinden bazıları şunlardır:
  • Uygulaması zor olan bir yöntemdir.
  • Pahalı bir yöntemdir.
  • Yöntem akut ruhsal sıkıntıları olanlar için çok uygun değildir.
  • Sözel becerileri gelişmiş eğitimli insanlar için daha uygun görünen  bir yöntem olması, kullanımında sınırlılık yaratır.
Davranışcı Terapiler : İstenmeyen davranışları ortadan kaldırmak için öğrenme ilkelerini kullanır. Yeni ve uyumlu davranışların danışana öğretildiği bir süreçtir. Davranışcı yaklaşıma göre bir defa uyumu bozan davranış ortadan kalktığında kişiyi terapiye yönlendiren sorunda ortadan kalkacaktır.

Sistematik duyarsızlaştırma en çok korku ya da fobilerin tedavisinde kullanılır.

Temelde cezaya dayalı olan itici uyarıcılarla koşullanma tekniği daha çok alkolizm, şişmanlık ve çok fazla sigara içme gibi durumlarda kullanılmaktadır.

İnsanlara temel sosyal becerileri ve kendi haklarını nasıl savunacaklarını öğreten davranışcı grup terapisi biçimi girişkenlik eğitimi'dir.

Danışanın kendisinden beklenen davranışlar için simgesel ödüller kazandığı ve bunları arzuladığı bir şeyle değiştirebildiği edimsel koşullanmaya dayalı terapi tekniğine simgesel ödül biriktirme adı verilir.

Bilişsel terapiler tarafından uygulanan temel teknik bilişsel yeniden yapılandırmadır.

Özellikle  depresyonun önemli bir bilişsel bileşeni olduğu görüşüne dayanan ve Aaron Beck tarafından geliştirilen terapi yöntemine Bilişsel-davranışsal psikoterapi adı verilir.

Psikodrama psikodinamik grup terapileri içinde en popüler olanıdır.

Bireylerin diğer grup üyelerine nasıl hissettiklerini tam olarak söylemelerini teşvik eden, bireyler arasında olabildiğince açık ve dürüst bir duygu alışverişinin gerçekleşmesini amaçlayan grup terapi tekniğine etkileşim grupları adı verilir.

Aile Terapileri Aile bireylerinden birinin sorunları için tüm ailenin en azından kısmen sorumlu olduğu ve aile bireylerinin tümünün davranışındaki değişikliklerin sorunlu olan birey kadar diğer aile bireyleri içinde yarar sağlayacağı görüşüne dayan terapi.

Psikolojik problemlerde başvurulan biyolojik temelli terapiler şunlardır:
  • Elektrokonvülsif terapi: Şok beyne kısa elektrik akımının uygulandığı ve daha çok ağır depresyonda son çare olarak kullanılan biyolojik temelli tedavidir. İlk başarının ardından kemik kırılmalarına yol açan kas kasılmaları gibi yan etkiler görülmüştür.
  • Psiko Cerrahi: Beynin anormal kısımlarını almak ya da işlemez hale getirmek için kullanılan tekniklerdir.
  • İlaç Tedavileri: En başarılı biyolojik temelli tedaviler ilaç tedavileridir. 1950’lerin başlarında önce şizofreni semptomlarını hafifleten ilaçların ve birkaç yıl sonra ciddi depresyonu hafifleten ilaçların bulunmasıyla birlikte ilaçla tedavi, EKT ve lobotomilerin yerini aldı. Aynı zamanlarda anksiyeti hafifleten ilaçlarda geliştirilmekteydi. 
Psikotrop ilaçlar, antipsikotikler, antidepresanlar ve anti anksiyete ilaçları olmak üzere üç grupta toplanmaktadırlar.
  1. Psikotrop İlaçlar: Zihinsel bozuklukları tedavi etmede kullanılan ilaçlardır.   
  2. Antipsikotik İlaçlar: Psikotik semptomlar, özellikle de şizofrenini pozitif semptomlarını azaltan ilaçlardır.  
  3. Antidepresan ve Antimanik İlaçlar: 1980’lerin sonuna kadar Monoamin Oksidaz İnhibitörleri ve Trisiklikler olmak üzere iki grup antidepresan bulunurdu. İki grup da belli depresyon türlerini hafifletmede etkilidir.
Antidepresanlar: Depresyonların semptomlarını gerileten ilaçlardır. Antidepresanlar içinde en yaygın bilineni prozac adı verilen ilaçtır. Ancak az sayıda da olsa hiperaktivite, manik durum ve hatta tehlikeli saldırganlığa yol açtığı gözlenmiştir.  

Antianksiyete İlaçları: Kaygı bozukluklarını tedavi etmede en yaygın kullanılan ilaçlar benzodiazepinlerdir. Düzenli olarak panik bozukluk, fobi, genelleşmiş anksiyete bozuklukların çoğunda semptomu hafifletir. Yan etki olarak özellikle alkol alındığında uyuşukluk ve motor hareketlerin koordinasyonunda azalma görülür. Benzodiazepinlere bağımlılık geliştirilebilir. İlacı birden kesmek kaygıyı artırabilir. Zamana yayılarak kesilmelidir.

Normal Dışı Davranışlar

FELSEFE Ders Notları
Normal Dışı Davranışlar - Birey ve Davranış

Normal Nedir?
  • Normallik sağlıklı olmaktır.
  • Normallik diye bir durum yoktur. 
  • Organizmanın tüm kişilik yapılarının birbiriyle denge durumunda olmasıdır.
  • Normallik ortalama ile eş anlamlıdır.
  • Normallik bir süreçtir.
Normal Dışı Davranışların Tanımlanmasındaki Ölçütler 
Normal dışı davranışların tanımlanmasında belli bazı ölçütler kullanılmalıdır. Bu ölçütler normdan uzaklaşma, istatistiksel olarak az rastlanan davranış gösterme, kişisel rahatsızlık ve idealden sapmadır.

Normdan Uzaklaşma: Toplumun kabul edilebilir davranışlarla ilgili normlarından sapan ve farklılaşan davranışlar normal dışıdır. Normal davranışlar sosyalleşme ile öğrenilir. Kişi içinde bulunduğu toplumun normlarını sorgulamaz, diğer toplumların normları onlara garip gelir.

İstatistiksel Olarak Az Rastlanan Davranış Gösterme: İstatistikî anlamda bakılacak olursa normal dişilik ortalamadan sapma biçiminde ortaya konur.

Kişisel Rahatsızlık: Kişinin ortaya koyduğu davranış gerginliğe neden oluyorsa anormaldir.

İdealden Sapma: Psikolojik sağlık için gerekli olan ve kuramsal olarak en düşük düzeyden aşağıda olan davranışlar normal dışı olarak nitelendirilir.

Normal Dışı Davranışlarla İlgili Yaklaşımlar 
Normal dışı davranışlarla ilgili olarak farklı kuramcılar farklı yaklaşımlarda bulunmuşlardır.

Biyolojik Yaklaşım: Bu yaklaşım normal dışı davranışları sinir sistemi, salgı bezleri gibi organik işlev bozuklukları ve kalıtsal faktörlerle ortaya çıkan yanlış işleyiş çerçevesinde açıklar.

5 Haziran 2014 Perşembe

Stres ve Sağlık Psikolojisi

FELSEFE Ders Notları
Stres ve Sağlık Psikoloji - Birey ve Davranış

Stres Kavramı
Savaş, deprem, büyük kazalar gibi olaylar stres sebebi olabilirken, iş değiştirmek, sevdiğini kaybetmek, taşınmak, evlilik, hastalık da strese yol açar.

Stres kelimesi Latincede “Estrece” kelimesine dayanır. Zorlanma, gerilme, baskı anlamına gelir. Bütünlüğü koruma, esas duruma dönmek için çaba harcama gibi etki-tepki ilişkisini barındıran haliyle de kullanılır.  

Her bireyin olayları algılayışı ve stresten etkilenişi farklı düzeylerde olur. Kalp hastalıkları hatta soğuk algınlığı gibi hastalıkların temelinde stres olabilir.

Stresin Aşamaları
Stres durumunda canlı, kendini korumak için savaş veya kaç tepki zincirini harekete geçirir. 

Genel Uyum Sendromu : Çevresel stres durumlarına ilişkin fizyolojik değişimleri içinde barındıran mekanizmadır.

Alarm: Bireyin otonom sinir sistemi acil duruma ilişkin harekete geçerek salgı bezlerini uyarır, kana adrenalin pompalar, kan daha hızlı dolaşır, beyin ve kaslara daha fazla enerji iletilir. Kan şekeri yükselir, sindirim yavaşlar.

Direnç: Vucut stres yaratan duruma uyum sağlar, kimyasallar salgılanmaya başlar. Strese karşı kaynaklar tükenir. Direnç gücünü yavaş yavaş kaybeder.

Tükenme: İnsan tüm direncini kaybeder geri dönülmesi zor bir sürece girer. Psikolojik sorunlar başlayabilir hatta ölümle sonuçlanabilir.

Stres Belirtileri 

Fiziksel Belirtiler: Sırt, Boyun, Baş ağrıları, Terleme, Çarpıntı, Mide ağrısı Sindirim sorunları, Nefes darlığı, Uyku bozukluğu, Bitkinlik Hissi

Davranışsal Belirtiler: Madde - Alkol kullanımı, Sürekli telaş ,Aşırı uyuma ve Asosyallik

Duygusal Belirtiler: Kaygı, Sıkıntı, Gerginlik, Huzursuzluk, Sinirlilik, Saldırganlık, Neşesizlik Kayıtsızlık ve Durgunluk

Bilişsel Belirtiler: Konsantrasyon kaybı, Algı sorunları, Kararsızlık, Unutkanlık, İlginin azalması, Sadece olumsuzlukları görmek ve Organize olamamak

Stres Kaynakları

Değişme: İnsan yaşamlarındaki olayların istedikleri gibi gelişmesini ve kendince kontrol edilebilir olmasını tercih eder. Dünya da ve Türkiye’de stres yaratan olaylar benzer olsa da sıralamaları farklıdır.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Kişilik

FELSEFE Ders Notları
Kişilik - Birey ve Davranış

Kişilik : Bireyin  iç ve dış çevreyle kurduğu, bireyi diğer bireylerden farklılaştıran tutarlı ilişki biçimine kişilik denir. Başkalarında görülmeyen kişiye özgü davranışlar olması gerekmektedir.

Kişilikle ilgili birçok farklı yaklaşım kişilik davranışlarının sebeplerini, kendi bakış açılarından ortaya çıkmaktadır. 

Psikodinamik Yaklaşım : Psikodinamik yaklaşımda kuramcılar psişik enerjinin davranışlar üzerindeki etkisi üzerinde çalışmaktadırlar. Bu süreçte bu enerjinin kaynağı kimi zaman cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri olabilirken, kimi zaman da bireyin bağımlılıkla savaşı ola­bilmektedir.

Psikodinamik kuramlar, kişiliğin bilinçdışı (bilinçaltı) unsurlarla şekil­lendiğini savunmaktadırlar.

Kişiliğin bilinçdışı unsurlarla şekillendiğini savunmaktadırlar. En önemli temsilcisi Sigmund Freud’dur.

Takipçileri:
  • Cari Gustave Jung
  • Alfred Adler
  • Koren Horney
  • Erik Erikson
Sigmund Freud : İnsan davranışının temelinde güdüler ve dürtüler bulunur. Yani bilinçdışıdır. İnsan davranışları iki temel biyolojik içgüdü tarafından yönlendirilir.

Yaşam İçgüdüsü / Eros / Cinsellik
Ölüm İçgüdüsü / Thanatos / Saldırganlık 

Freud, cinsellik güdüsünü, yapılan herhangi bir işten elde edilen hazzın her türü olarak tanımlar.

Freud kişiliği id, ego ve süperego olarak ayırmıştır.
id : Haz peşindedir. Doyum arayan id gerçek dünyaya göre hareket etmez.

ego : Düşünme ve akıl yürütme süreçlerinin kontrolünü yapar. id'den gelen dürtüleri dünya koşullarına göre ayarlar.

Ego aşağıdakilerle etkileşimli olarak çalışır:
  • Bilinç: Bireyin içinde olduğu durumla ilgili hissedilenlerin tümü.
  • Bilinç öncesi: Bireyin farkında olmadığı fakat kolaylıkla hatırlanıp bilinç düzeyine getirilebilecek bilgilerin oluşturduğu yapı.
  • Bilinçdışı: Bireyin farkında olmadığı istese de hatırlayamayacağı birey farkında olmadan istemsiz bir şekilde vücut işlevlerini ve davranışları yönlendiren yapıdır. Dil sürçmeleri, rüyalar, hipnoz altında ortaya çıkar.
Dürtü ve isteklerin yerine getirilmesinde gerçeklik ilkesi doğrultusunda aracılık sağlar.
 
süperego : Bireyin davranışlarında toplumsal yapı içinde şekillenen kurallar, gelenekler ve ahlaki boyutta etkilidir.
  • İd insanın nefsi
  • ego benliği
  • süperego vicdanı
Freud'un kişilik ile ilgili kuramı bir buzdağına benzetilir.
Davranışın asıl sebebi, buzdağının altında kalan daha büyük alanda saklıdır.
Freud ve Kişilik Gelişimi :  Freud’a göre bireyin davranışlarına yön veren cinsel dürtünün doyurulma isteği Freud’un kişilik kuramını biçimlendirmektedir. Cinsel dürtüler sadece cinsellikle ilgili değil başarılan bir işten zevk almak gibi, tüm zevk alma durumlarını kapsamaktadır

Libido: Cinsel dürtünün yarattığı enerji. 

Saplanma: Cinsel enerji olarak adlandırılan libidonun kişilik gelişimi sürecinde, ileriki yıllarda kişilik gelişimini etkileyecek şekilde vücudun belli bir bölgesinde takılıp kalmasıdır.

Yaşam Boyu Gelişim

FELSEFE Ders Notları
Yaşam Boyu Gelişim - Birey ve Davranış

Gelişim Kavramı : Yaşam boyu gelişim insan ömrü sürecinde doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar olan süreç içinde gerçekleşen değişimi ele alır. Geçmişten bu yana yaşam boyu gelişimi inceleyen alan gelişim psikolojisidir. İnsan ömrünün sağlıktaki gelişmeler ve teknolojik ilerlemelerle uzaması, gelişme psikolojisinin alanını genişletir. Yaşam boyu gelişimle ilgili olarak psikolojinin temel olarak tartıştığı konulardan biri, yaşam boyu gelişimi yönlendiren katılım mı, yoksa çevre midir?

Yaşam Boyu Gelişimde Araştırma Yöntemleri
  1. Doğal Gözlem: Gelişim sürecini kendi ortamında izlemeye dayanır. 
  2. Örnek Olay Yöntemi: Tek bir deneğin ayrıntılı olarak incelenmesi. 
  3. Deneysel Yöntem: Gelişim sürecindeki değişim ve süreçleri neden-sonuç ilişkisi içinde açıklamaya çalışır. 
  4. İlişkisel Yöntem: İki farklı değişkenin arasındaki ilişkiyi gösterir.
Gelişim sürecine ilişkin bilgileri elde etmek için 3 farklı araştırma deseni kullanılır: 
  • Enlemsel Desen: Aynı zaman döneminde farklı yaşlarda bireylerden veri toplanır. Araştırmacı veriler arasında kıyaslama yaparak gelişim süreci hakkında çıkarımlar yapar.
  • Boylamsal Desen: Aynı insanlardan farklı zaman dönemlerinde veriler alınarak gelişimin saptanmaya çalışılmasına dayalı desendir. Araştırmacı, aynı bireyden ya da bireylerden 2 yaşında aldığı veriyi saklı tutar. 4-6 yaşına geldiklerinde tekrar veri toplanır. Sonuçta araştırmacı aynı kişilerden elde ettiği verileri analiz ederek süreç hakkındaki görüşlerini ortaya koyar. 
  • Sırasal Desen: Enlemsel ve boylamsal desenin birlikte kullanıldığı desendir. Enlemsel desen aynı zaman dilimi içinde gerçekleştiğinden para ve zaman açısından ekonomiktir. Boylamsal desende zamanla deneklerin araştırmadan ayrılmaları gibi sebeplerle denek kaybı fazladır.
Evre : Birbirini takip eden, bir aşamada gerekli yeterlilikleri kazanmadan bir diğerinin başlamadığı durumlardır. Her evrede olması gerekenler ;
  • Yetenek ya da güdülerin bir araya gelerek oluşturduğu tutarlı bir örüntüyü oluşturan yapılar olmaları.
  • Bir önceki evreye göre kazanılan nitelikler arasındaki farkı ortaya koyan niteliksel değişimler.
  • Evredeki belli başlı değişikliklerde ortaya çıkan eşzamanlı değişimi işaret eden ani oluş.
  • Bütün değişimlerde aynı hızda gelişmeyi sağlayan birliktelik kavramı. 
  • Gelişim dönemleri oluşturulup, gelişim dönemlerine ilişkin saptamalar ortaya konurken en önemli ölçütlerden biri yaştır. Yaşın yanında bir diğer önemli unsur doğum yılıdır.
Kuşak : Tarihsel açıdan doğum yılları aynı döneme denk gelen insanlar grubuna denir.
Büyüme : Fiziksel artış.
Gelişim :  Fiziksel artışın yanında çevresel etkilerin sonucunda oluşan gelişim.
Olgunlaşma : Doğuştan gelen ve genetik etkilere bağlı olarak ortaya çıkan temel unsurlardır.

Doğum Öncesi Gelişim

Döllenmeyi takip eden 2 haftalık süreçte döllenmeden itibaren bölünerek çoğalan hücrelerin kimisi kemik dokusunu, kasları ve organları kimi ise sinir sistemini oluşturacak şekilde farklılaşır. İnce uzun yapıdaki farklılaşmış hücre yapısı embriyodur.

Embriyo gelişerek 3. ayda fetüs halini alır. Anne karnında plasenta adı verilen bir organ tarafından beslenen fetüse gelen besinler ve atıklar kan damarları yoluyla çıkarılmaktadır.

Anneyle bebeğin kanı karışmaz. Annenin yedikleri, içtikleri ve soluduğu hava bebeğe aktarılır. Alkol ve kafeinde bu duvarı aşar. Bebekler doğuştan gelen reflekslere sahiptir.

Yeni Doğan Bebek Refleksleri ;
  • Arama refleksi: Yanağına dokunulduğunda başını o tarafa çevirmesidir. Memeyi bulmak içindir. 
  • Emme refleksi: Ağzına aldığı her şeyi emme refleksidir. 
  • Yutma refleksi: Ağzındakileri boğulmadan yutmasını sağlar. 
  • Yakalama refleksi: Avucunun içine yerleştirilen bir nesneye ya da parmağa sarılması. 
  • Adım atma refleksi: Bebek koltuk altlarından tutulup ayakları yere konulduğunda yürüyecek şekilde adımları sıralaması.  
Beden ve Hareket Gelişimi :
  • Yeni doğanlar ilk 4 ayda büyük gelişme gösterir. 
  • Başları vücutlarına oranla oldukça büyüktür. Beyin hızlı gelişir. 
  • 4 aylıklar elleri ve ayakları ile çevreyi keşfederler. 
  • 2 aylık süreçte yavaş yavaş başlarını kaldırırlar. 
  • 5 ay sonunda destek olmadan otururlar. 
  • 6 aylık tutunarak kalkar. 9 aylık mobilya kenarına tutunur. 12 aydan sonra yürürler. 
  • 2 yaşından itibaren beyni yetişkin beyninin %75’i kadardır. 5 yaşından sonra karmaşık işler yapabilir.
Bilişsel Gelişim 

Doğumdan başlayarak çocuk çevresini keşfetmek için nesneleri keşfetmek için nesneleri ağzına götürerek, ellerinin avuç kısımlarıyla kavrayarak tanımaya çalışır. Daha sonraki yıllarda çocuk çevresini yavaş yavaş algılamaya başlar.Piaget’nin bilişsel gelişim kuramının evreleri 4’e ayrılır;

Duygular

FELSEFE Ders Notları
Duygular - Birey ve Davranış

Duygu ve Heyecan Kavramı 
Davranışlarımızın temelinde duygular ve heyecan bulunmaktadır.

Duygu : bireyin birşey hakkındaki hissettikleridir. Harekete geçmeyi sağlayan dürtülerdir. Duygu sözcüğü kök itibariyle Latince hareket etmek anlamında “motore” kelimesinden türemiştir. Başka bir ifade ile duygu sözcüğü “Emotion” yani hareket halindeki enerjiden gelir.

Heyecan :  Bir anda oluşan, kısa süreli ve daha yoğun bir şekilde hissedilen, içerisinde fizyolojik unsurları etkin bir biçimde barındıran durumdur.

Duygu yaşantısı vücutta farklı 3 düzeyde gerçekleşir.
  1. Öznel Yaşantı Deneyimi : Birey duyguları edindiği algılayış çerçevesi dahilinde yaşar. Her bireyin yaşadığı öznel bir duygu yaşantısıdır.
  2. Duygusal Davranış Düzeyi : Bireyin yaşadığı duyguyla ilgili ortaya koyduğu davranıştır.
  3. Fizyolojik Olaylar : Yaşanılan duygu durumuna göre değişiklik gösteren, kalp atışında, soluk alıp vermesinde vb. durumlardır.
Vücutta meydana gelen değişimlerin çoğu otonom sinir sistemine bağlı olarak sempatik bölümün harekete geçmesiyle ilgilidir.

Korku ya da öfke gibi duygu durumlarında sempatik bölümle ilişkili olarak;
  • Kalp atışı ve solunumu artar.
  • Göz bebekleri büyür.
  • Salya salgılanması katlanır.
  • Kan beyne doğru harekete geçmede kullanılmak üzere iskelet kaslarına yönelir.
  • Kanın pıhtılaşma hızı artar.
  • Kan şekeri enerji sağlama adına kanda daha yoğun hale gelir.
  • Deriden kanın çekilmesiyle tüyler dikleşir.
Yoğun duygu durumu geçtiğinde ise parasempatik bölüm dengeleyici sistemlerle vücudu normale döndürmektedir.

Duygu ve Davranış İlişkisi

Duygular bir davranışı başlatan, sürdüren ve yönlendiren süreçlerdir. Güdülerin genel olarak hangi davranışlarla sonlanacağını kestirmek daha mümkündür. Ancak yaşanan duygu ve heyecanlar sonucunda herkeste ortak davranışın oluşacağı gibi bir çıkarımda bulunulamaz.

Sonuç olarak duygular davranışı harekete geçirir fakat bu süreçte insandan insana farklılaşan davranış şekillerini görmek mümkündür. Bireylerin yaşadıkları duygular kendi davranışlarını harekete geçirebildiği gibi aynı zamanda diğer insanların da davranışlarını harekete geçirebilmektedir.

Bireylerin yaşadıkları duygular bulundukları ortamın duygusal atmosferini de değiştirebilmektedir. Bu durum bir nevi duyguların bulaşması olarak adlandırılabilir. Bireyin duyguları bireyi harekete geçirdiği gibi belli bir işi gerçekleştirme aşamasında bireyin performansını da etkiler.

Yerkes ve Dodson Yasası

Herhangi bir işten önce bireydeki kaygı düzeyinin yüksek olmasından dolayı yapabileceği işi yapamama durumudur.
Duyguların ifadesi beyindeki limbik sistem ve otonom sinir sistemi tarafından koordine edilir. Sağ beyin duyguların yönetiminde daha etkilidir.

Duyguların Sınıflandırılması 

Bazı araştırmacılar duyguları olumlu ve olumsuz şeklinde sınıflandırırken, bazı araştırmacılar da duyguları hoşa giden ve hoşa gitmeyen duygular olarak ayırır. Duyguları sınıflandırma ile ilgili önemli çabalardan biri Robert Plutchik tarafından ortaya konmuştur.

Plutchik çevreye uyum sağlayan duygular:
  • Korku
  • Sevinç/neşe
  • Kızgınlık
  • Üzüntü
  • Tiksinti
  • Umut
  • Kabul etme
  • Hayret
Duygu çemberinde farklı duygular birleşerek daha farklı ve geniş çapta duygular elde edilir.

Neşe+beklenti  = iyimserlik
Kabul etme+korku  = teslim olma
Sürpriz+üzüntü = hayal kırıklığı
Öfke+iğrenme = hor görme
Neşe+ kabul etme = aşk, sevgi
Beklenti+öfke = hırçınlık
Korku+sürpriz = dehşet
İğrenme+üzüntü = pişmanlık gibi.


Duygu Kuramları 

W. James - Cari Lange Kuramı : Beden çevrede gerçekleşen belirli özelliklere göre tepkide bulunur. Gözlerin büyümesi, tüylerin diken diken olması beraberinde duyguları oluşturmaktadır.

Örneğin: Issız bir sokakta köpekle karşılaşan bir kişi köpeği gördükten sonra vücudunda fizyolojik değişiklikler meydana gelir. Bedendeki bu değişiklikler beraberinde korkuya yol açar. İnsanların korktukları için değil de kaçtıkları için korktuklarını ileri süren bir anlayıştır.

Bu kurama başlıca eleştiriler;
  • İç organlar diğer organlara kıyasla sinirsel yapı ile fazlaca desteklenmedikleri için içsel olarak yaşanan değişiklikler gerçekleşir. Bu nedenle İç organlarını heyecana ilişkin hissedilenlerin kaynağı olarak görmek çok da mümkün değildir. 
  • Duygu ile ilgili vücutta oluşabilecek fiziksel değişiklikleri yapay olarak herhangi bir ilaç yardımıyla da elde etmek mümkündür. 
  • Bireyler aynı duygu durumu için farklı tepkiler verebilirler. Korku kimilerinde ağlama, kimilerinde titreme yaratır. James-Lange kuramı bu durumu açıklamakta yetersizdir. 
  • Otonom sistem duygusal durumlar karşısında birbirinden çok farklı tepkiler üretmeyebilir. 
  • Şayet fizyolojik süreçler korku ve diğer duyguların yaşanmasına neden oluyorsa, omurilik felci olan kişilerin daha az ve seyrek duygu durumları yaşamaları gerekir. Ancak fizyolojik tepkilerden yoksun olmalarına rağmen omurilikleri boyun bölgesinden zarar ören kişiler duygulan aynı yoğunlukta yaşayabilirler.
Cannon Bard Kuramı : Walter Cannon ve Philip Bard’a göre duygular ve bedensel davranışlar aynı anda ortaya çıkmaktadır. Durumu başlatacak bir olay algılandığında ve bir şekilde beyin tarafından süreç başlatıldığında, beyin otonomi sistemi ile kasları ve duygu ile ilgili geçmiş deneyimleri barındıran bilişsel aktiviteleri harekete geçirir. Cannon Bard kuramı James-Lange kuramının eksikliklerini geliştirme ve düzeltme anlamında önemlidir.

Cannon Bard kuramına en büyük eleştiri, vücudun tepkileri ile duyguların aynı zamanda uyanma geçtiklerine ilişkin kısmınadır.

Örneğin : Acı, ağrı veya tehlike algısı ile ilgili uyarım biz korku ve kaygıyı daha yaşamadan o ana ilişkin fizyolojik uyarım durumunu arttırabilir.

Bilişsel - Stanley Schachter ve Jerome E. Singer Kuramı :
  • Durum duyu organları tarafından hissedilir.
  • Otonom sistem uyarılır.
  • Bilişsel etiketleme durumu başlar. Kişinin içinde bulunduğu ortam, geçmiş deneyim vb.
  • Karşılaşılan durum geçmiş deneyimler doğrultusunda değerlendirilmeye başlanır. Buna geri bildirim mekanizması denir.
  • Bu kurama göre uyarılan birey bu durumu çevredeki ipuçları eşlğinde yorumlar.
Plasebo Etkisi : Kişilerin gerçek bir tedavi olmaksızın, aslında hiçbir fizyolojik etkisi olmayan ve ilaç sanılarak içilen haplar yoluyla tedavi gördükleri inancıyla iyileşme göstermelerini anlatan kavramdır. Burada hiçbir fizyolojik etkisi olmamasına rağmen iyi geleceğine inanılan haplar içildikten sonra duygusal anlamda bir rahatlama sağlanmaktadır.

Sosyobiyolojik Kuram : İnsanların çevreye uyum sağlamada toplumsal davranış göstermesidir. Kızgınlık duygusu insanı korurken, mutluluk duygusu insanların yakınlaşmasını sağlamaktadır. Bu kuram duyguların fizyolojik temellerini açıklama konusunda sınırlılıklar içerir.

Duyguların İfade Edilmesi

Jest ve Mimikler : Duygu ve düşünceleri destekleyerek gözle görülür, somut hale gelmelerinde katkıda bulunan hareketlerdir. Jest ve mimikler bazen istendik bazen istenmediktir.

Esas Jest ve Mimikler: Duygu ve düşünceleri destekleyen, somut hale getiren hareketlerdir.
  • Anlatım jest ve mimikler : Tüm insanlarda ortak olarak görülen hareketlerdir. Mutluluk, öfke, üzüntü vb.
  • Toplumsal jest ve mimikler : Bireyin toplumsal rolü gereği ortaya koymak zorunda olduğu hareketlerdir.
  • Şematik jest ve mimikler : Tiyatro oyuncularının, pandomim sanatçılarının yaptıkları taklit hareketlerdir.
İkincil Jest ve Mimikler : Toplumsal nitelikte olmayan esneme, hapşırma, öksürme gibi bedensel hareketlerdir. 

İletişimde beden dili duygu ile ilgili mesajın aktarılmasında önemlidir. Omuzların ve sırtın eğik ya da dik olması bireyin içinde bulunduğu durumu ile ilgili ipuçları verir. Bireylerin diğer bireylerle aralarında bıraktıkları mesafede sözsüz iletişimin belirleyici unsurudur. Belirgin bazı davranışlar herhangi bir söz söylenmese de duyuları yansıtabilir. Kızgınken kapının çarpılması gibi.

Güdüler ve Güdülenme

FELSEFE Ders Notları
Güdüler ve Güdülenme - Birey ve Davranış
 
Güdür Kavramı : Organizmayı etkileyerek  bir amaç için harekete geçmeye sevk eden, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır.

Dürtü : Açlık, susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü adı verilmektedir.

Gereksinim (İhtiyaç) : Vücut süreçlerini denge durumuna getirmek için, çeşitli kaynakların kullanıldığı organizmanın fizyolojik ihtiyaçlarına denir.

Güdülenme Kuramları 

İnsanların davranışlarını yönlendiren güdülenme ile ilgili bir çok yaklaşım bulunmaktadır. 
Bu yaklaşımlar ;

Dürtü Kuramı : Temel gereksinimlerden mahrum kalmak organizmada gerilim hali oluşturur. Organizma bu gerginliği azaltmak için harekete geçer. Gereksinme gerçekleştikten sonra gerginlik azalır, organizmanın dürtü hali sonlanır. 

Örneğin : Aç olan bir insanda yeme gereksinimi sürekli artmaktadır. Bu noktada açlık dürtüsü gereksinimle bir­likte aynı oranda artmayabilir. Bireyde yeme gereksinimi artsa da atlanı­lan ya da günlük koşuşturma içersinde unutulan öğünlerde birey belki açlığını unutabilecektir. Fakat bu durum bireyin açlık gereksiniminin azaldığı ya da artık gereksiniminin kalmadığı anlamına gelmemektedir.

Özendirici Uyarıcı Kuramı : Uyarılma düzeyi düştüğünde organizmanın daha çok uyarıcı aramasına denir.

Özendirici Uyarıcı: Biyolojik olmayan, birey gereksinim duymasa da bireye cazip gelen ve onu davranışa iten unsurlar özendirici uyarıcıdır.

En Uygun (Optimal) Düzeyde Uyarılma Kuramı : Uyarılma düzeyi düştüğünde, organizmanın daha çok uyarıcı aramasına denir.

Örneğin : Yüksek sesle müzik dinleme isteği, yamaç paraşütü atlama vb.

İçgüdü Kuramı : Belirli bir türün tamamını yansıtan karakteristik davranışlara denir. Davranışlar sonradan öğrenilir. ancak bireysel davranışlar sergilenir.

Örneğin : Örümceklerin ağ örmesi. İnsan davranışlarının sadece doğuştan olmayıp sonradan kazanılanları da içermesi ve insanların ortak davranışlarının  kendilerine özgü davranışlara göre çok az gözlemlenmesi içgüdü ve insan arasındaki ilişkinin gücünü zayıflatır.

Bilinç dışı Güdüler : Freud'a göre, birey rahatsız olduğu düşünceleri ve güdüleri bilinçdışına iter. Bunlar yok olmazlar ve varlıklarını sürdürürler. Bireyi yönlendirirler.

Homeostasis (Biyolojik Denge) Kuramı : Organizmanın bünyesine katılan maddelerin hangi yoğunluk ve ne şekilde alınacağı ve alınan maddeler arasında nasıl bir denge kurulacağına ilişkin sabit içsel durumu işaret eden biyolojik denge durumudur. Homeo (benzer) statis (sabit) kelimelerinden oluşur.

Güdülerin Sınıflandırılması

Birincil Güdüler : Belli biyolojik gereksinme durumu ile ortaya çıkıp davranışı yönlendiren güdülere denir. Tüm canlılarda görünür. Bu güdüler ;
  • Açlık ve Susuzluk : Organizmada açlık ile ilgili tepkileri yönlendiren merkez hipotalamus'tur. Açlık, tokluk, yeme ve tokluk durumunu kontrol eder. İnsülin açlık hissine yol açar, glikoz açlık hissini ortadan kaldırır.
  • Cinsellik : Cinsel davranışların altında yatan biyolojik unsur testosteron  hormonudur. Hormonlar merkezi sinir sistemi tarafından kontrol edilmektedir. Cinsel heyecanın uyarılmasında beynin iç kısmında yer alan limbik sistemin etkisi olduğu düşünülür.
Uyarıcı Kaynaklı Güdüler : Öğrenilmemiş güdüler arasında yer alan uyarıcı kaynaklı güdüler, dış uyarıcılara daha fazla bağlı olup, çevreden bilgi edinmeye yöneliktir. 
  • Araştırma ve Merak : Merak kavramı insanların kendilerini geliştirip, sürekli araştırmalara neden olur. İlerleme ve gelişmenin temelidir.
  • Kurcalama : Birey kurcaladığı maddelerle sakinleşir. 
Sosyal Güdüler : Öğrenme yoluyla kazanılırlar. Bir arada bulunma, güç, başarı vb. güdülerdir. Toplum yaşatısının etkisiyle şekillenirler fakat biyolojik geresinimlerdende etkilenirler.

Birincil güdülerin giderilmemesi biyolojik sorun yaratır, sosyal güdülerin giderilmemesi psikolojik sorun yaratır. Sosyal güdüler kültürden kültüre farklılık gösterir.
  • Başarı Gereksinimi : Yapılan işi en iyi şekilde yerine getirme ve sonuçları ile ilgili haz alma davranışı ile ilgilidir.
  • İlişki Kurma ve Bağlanma Gereksinimi : Bireyin toplum içerisinde diğerleri ile birlikte olma, onların onayını alma, topluma uyma gereksinimini gösterir.

  • Kontrol Altında Tutma Gereksinimi : Bazı bireyler çevrelerindeki olay ve kişiler üzerinde denetim kurma, kontrol etme gereksinimi duyar. Bazı toplumlarda ise kadercilik yani sonuçları bekleyip görme gereksinimi daha fazlayken bazılarında durumu denetim altına alma baskındır.
Ödülün Kaynağına göre Güdülenme : Bireyin güdülenmesinde içsel ve dışsal kaynaklı ödüller farklı şekilde bireylerin davranışlarını yönlendirir.
  • İçsel Kaynaklı Ödül : Yapılan işin kendisi, içeriği ödül niteliğinde ise içsel kaynaklı olarak nitelenir.
  • Dışsal Kaynaklı Ödül : Davranışın gerçekleşmesi için dışarıdan ödül sunuluyor ise sışsal kaynaklı olarak nitelenir.
Gereksinimler (İhtiyaçlar) Hiyerarşisi


Abraham Maslow, insan davranışlarını şekillendiren gereksinimleri bir piramit şeklinde en temel gereksinimlerden yukarı doğru en karmaşık olanına uzanan bir şekilde sınıflandırmıştır.

Piramidin en alt basamağında açlık, susuzluk gibi temel fizyolojik gereksinimler yer alırken, Maslow piramidin en üst noktasına insanların tümüyle potansiyellerini ortaya koymaya dönük kendini gerçekleştirme gereksinimini koymuştur.

Maslow'un İhtiyaçlar hiyerarşisine piramidin altından sırayla bakacak olursak;
  • Açlık, susuzluk, nefe alma, cinsellik, uyku gibi temel fizyolojik gereksinimler
  • Ailenin, işin sahip olunan kaynakların güvenliğinin gereksinimi 
  • Aile, sosyal grup, yakın arkadaşlık gibi ait olma ve sevgiye ilişkin sosyal gereksinimler
  • Değer, başarı ve saygının takdir edilmesi gereksinimi
  • Ahlakın üstünlüğü, yaratıcılık, problem çözme gibi unsurları kapsayan kendini gerçekleştirme gereksinimi
Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.

Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.
 
Maslow'a göre piramidin alt tarafındaki gereksinimleri gidermeden üst taraftaki gereksinimleri gidermek mümkün değildir.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü