Felsefe Ders Notları 1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Felsefe Ders Notları 1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Haziran 2014 Pazar

21.Yüzyıl: Küreselleşme ve Dijtal Çağ

FELSEFE Ders Notları
21.Yüzyıl: Küreselleşme ve Dijtal Çağ - Kültür Tarihi

Soğuk savaş sonrasının ilk çatışması, ABD’nin 1990’da Irak’a müdahale etmesidir.

Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiş ve Yugoslavya’dan ayrılmıştır.

Birleşmiş Milletler, 1944 yılında kurulmuştur. Uluslar arası barış ve güvenliğin korunmasından sorumludur.

Genel Kurul bütün üye ülkelerin katılımıyla oluşur. Gerektiğinde ilgili maddelerin verdiği yetkiyle Birleşmiş Milletler silah gücü kullanabilir.

Dünya Ticaret Örgütü, hükümetlerin iç ticaret yasalarını ve düzenlemeleri nasıl yapacağı konusunda yasal çerçeveyi hazırlayan kurumdur.

Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşlardan bazıları; dünya gıda örgütü, uluslar arası çalışma örgütü, eğitim, bilim ve kültür örgütü, dünya sağlık örgütü, uluslar arası adalet divanı, uluslar arası atom enerjisi, uluslar arası telekomünikasyon birliği ve UNİCEF’dir.

Uluslar arası Adalet Divanı, Genel kurul ve Güvenlik konseyi tarafından değişik ülkelerden seçilen on dört yargıçtan oluşan, devletlerarası uyuşmazlıklar konusunda uluslar arası hukuka göre çalışan Lahey’de faaliyet gösteren kuruluştur. Divan’ın yetkisini kabul eden üye ülkeler alman kararlara uymakla yükümlüdür.

Küreselleşme; ticaretin, sermayenin, kültürün, teknolojinin ve bilginin yerküredeki hareketliliği, ulaşılabilirliği ve birçok alanda global bütünleşme ve dayanışma anlamına gelir.

McLuhan, küreselleşmeyi dünyanın mekansal olarak küçülmesi, küresel köye dönüşmesi olarak açıklamıştır.

Küreselleşme, ulus ötesi hareketliliği, uluslar arası ilişkileri ve bağımlılıkları artırmıştır, çok uluslu şirketlerin birçok ülkede aynı anda etki alanının büyümesine yol açmıştır.

Küreselleşmeyle birlikte, küresel krizlerin etki alanı genişlemiştir, uluslar arası alanda ekonomik bütünleşmede canlanma meydana gelmiştir, yabancı yatırımlarda artışlar görülmüştür.

2008 krizinin sonuçları şunlardır; özellikle taşınmaz mallar sektöründe ani iflaslar yaşanmıştır. bankalar iflas etmiştir, enflasyon yükselmiştir, çalışanların gelirleri düşmüştür, 2008 ekonomik krizi küresel nitelikli bir krizdir.

Uluslar arası Para Fonu, Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerden bir kaçı hariç bütün üye devletlerin katılmak durumunda olduğu, doğrudan küresel finans düzenini takip eden, dünya borsaları, döviz ve ödemeler konusunda düzenlemeler yapan kuruluştur.

Uluslar arası Para Fonu, 1944’de kurulmuştur.
Uluslararası Para Fonu ekonomik sorun ve kriz yaşayan ülkelere Dünya Bankası aracılığıyla kredi verir.
Uluslar arası Para Fonu, ekonomik sorun ve kriz yaşayan ülkelere yan kuruluşu gibi çalışan Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla belli bir vade ile (5 yılı geçmeyen) krediler vermekte ve kredinin nasıl kullanılacağını belirleyerek aralıklarla denetlemekte ve gerektiğinde kredileri serbest bırakmamaktadır.

Uluslararası Para Fonuna üye devletlerin hisseleri % 25’i altın, % 75’i milli para ile fona ödenmiş ya da taahhüt edilmiştir.

Uluslararası Para Fonunun üst kurulu guvernörler heyetidir, guvernörler heyetinde her üye ülke fona
iştirak hissesi ile orantılı oy sayısına sahiptir, ABD en fazla oy hakkına sahiptir.

Dünya Ticaret Örgütü, 1995 yılında kurulmuştur.
Dünya Ticaret Örgütü, dünyada çok taraflı ticaret görüşmelerini yönetir ve uygular, ticari anlaşmazlıklara çözüm arar, ulusal ticaret politikalarını denetler, küresel ekonomi politikalarının yapımında görev üstlenir.

Hükümetlerin iç ticaret yasalarını ve düzenlemeleri nasıl yapacağı konusunda yasal çerçeveyi hazırlayan kurum, Dünya Ticaret Örgütü’dür.

Çevre, hava, su kirliliğinin artması, 'ozon tabakasının delinmesi, atıkların neredeyse çözülemez bir soruna dönüşmesi gezegenimizin doğal yapısını olumsuz etkilemiştir.

Küresel ısınma sonucunda örneğin dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller, taşkınlar yaşanırken, bazı bölgelerde kuraklıklar ve çölleşme meydana gelmekte, kışlar sıcak geçmekte, ilkbahar erken sonbahar geç gelmekte, bu da doğadaki canlıların ve bitkilerin yapılarını ve verimliliğini doğrudan etkilemektedir.

Çernobil nükleer reaktör kazası 1986 yılında yaşanmıştır.

Her tür bilginin elektronik makineler aracılığıyla en hızlı şekilde işlenmesi, teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanılmasına bilişim denir.

Bilgisayar ve iletişim olanaklarını kullanarak farklı biçimlerdeki bilgiyi oluşturmak, saklamak, alışverişini yapmak üzere kullanılan teknolojinin kendisine bilgi teknolojisi denir.

1980'li yıllardan başlayarak toplumsal olandan bireysel olana doğru önemli bir yönelme gerçekleşmiştir.

Baudrillard bu dönüşümü “Toplumsalın Sonu” olarak adlandırmıştır.
Baudrillard’a göre gerçek artık var olan bir şey değil, sürekli üretilen bir şeydir. Günümüzde gerçek işlemsel bir şekilde modeller aracılığıyla yeniden üretilen şeydir. Bunu Baudrillard hiper gerçek ya dasimülasyon olarak adlandırmıştır.

İnternet (interconnected Networks), 1985 yılında kullanılmaya başlanmıştır.

Evrendeki fiziksel olayların anlaşılmasına ışık tutan, ülke ekonomilerine uzun vadede yarar sağlayan araştırmalara bilimsel amaçlı uzay araştırmaları denir.

Uzay araştırmalarının kategorileri şunlardır; bilimsel amaçlı programlar, haberleşme programları, dünyayı gözleme çalışmaları, uzay taşımacılığı programları, uzay istasyonu kurma programları.

Herhangi bir organizmanın, embriyonun veya bir DNA parçasının çoğaltılması işlemine klonlama adı verilir.

Klonlama üç şekildedir:
  • Klonlama moleküler
  • Çoğaltımsal
  • Terapi amaçlı 
Terapi amaçlı klonlama insan embriyolarının kök hücrelerinin alınması ve hasta insanlarda kullanılması esasına dayanır. En çok tartışma yaratan klonlama türü, terapi amaçlı klonlamadır.

Kültür endüstrisi kavramını Adorno ve Horkheimer geliştirmiştir.

Mimaride günümüzde egemen olan anlayış, 1950’Ierden itibaren modern mimarinin biçimciliğine getirilen eleştirilerle eklektik bir eksende biçimlenen postmodern mimaridir.

Venturi, mimarideki dekoratif bileşenlerin önemine ve mimarideki vazgeçilmezliğine vurgu yapmıştır. Robert Venturi’nin “Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki” adlı kitabı mimarlık anlayışı açısından önemlidir.

”Açık Yapıt”, “Gülün Adı Ve “Foucault’un Sarkacı” adlı eserlerin yazarı, Umberto Eco’dur.

Fatih Akın, son dönem yönetmenlerinden biridir. Duvara karşı adlı filmi, Türk sinemasının önemli filmleri arasında yer alır.

“Cevdet Bey ve Oğulları” ve “Beyaz Kale” eserlerinin yazarı, Orhan Pamuk’dur.

Tutunamayanlar, Oğuz Atayan eseridir.

Mahrem, Elif Şafak’ın eseridir.

Sevgili Arsız Ölüm adlı eser Latife Tekin’e aittir.

“Uzak” filminin yönetmeni, Nuri Bilge Ceylan’dır.

Sanat topluma hizmet etmelidir görüşünün hız kazanması, günümüz sinema sanatının büyük dönüşüm göstermesini sağlamıştır.

Dansın kurgusunu, yapısını, adım düzenini yani hareket akışını tasarlayan ve bunun metnini oluşturan sanatçılara koreograf denir.

20.Yüzyıl: Savaşlar Ve Değişimler Yüzyılı

FELSEFE Ders Notları
20.Yüzyıl: Savaşlar Ve Değişimler Yüzyılı - Kültür Tarihi

Birinci dünya savaşı sonrasında jeo-poiitik açıdan birçok imparatorluk ya çöker ya parçalanır (Avusturya Macaristan imparatorluğu, Osmanlı imparatorluğu, Almanya imparatorluğu (topraklarını kaybeder, küçülür); Rusya imparatorluğu yerini Bolşevik devrimine bırakır.

İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) insanlığın tanımış olduğu en büyük savaştır.

100 milyon asker ve sivil, 61 devlet, 22 milyon kilometre karelik bir alanda savaşmıştır. Elli milyon ölü vardır ve bunların yarısı sivildir.

Yahudiler toplu kıyıma uğrarken, Slavlar, Çingeneler, Engelliler, Eşcinseller, dini cemaatler ise ciddi takibata ve sürgüne, hatta kıyıma uğramıştır.

1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği dağılmıştır.

1917 Ekim Devriminin kuramcısı ve lideri Lenin’dir.

Stalin, hem SSCB’de, hem sosyalist ülkelerde ve sosyalist partilerde kendisinin de yönlendirdiği diplomasiyle kült bir kişilik olur.

Fakat Stalin’in uyguladığı rejimin ikiyüzlülüğü, (farklı ulustan yüz binlerce kişinin Sibirya’ya sürgün edilmesi, özellikle yönetim kadrosundan önemli kişilerin düzmece suçlamalarla idam edilmesi ve faili meçhul ölümler, kolektif yönetim anlayışından uzaklaşması ve yasaları çiğnemesi, aydın yazar kıyımı, vb.), Dünyada sosyalizme inanmış ve gönül vermiş birçok emekçi, aydın, yazar, sanatçı hayal kırıklığına uğrayacak ve komünizmin de totaliter bir rejim olduğu ortaya çıkacaktır.

Atlantik’in öteki yakasında Amerika Birleşik Devletleri ise huzur ve refah içindedir.

Bilimsel buluşlar, yenilikler süre gitmektedir. Otomobil endüstrisi hızla yaygınlaşmakta, radyo ve bazlı elektronik aletler günlük hayata girmiş, bankalar halka hizmet vermeye başlamıştır.

Batıda Amerika hayranlığı ve modası başlar.

Fakat bu liberal kapitalist ideoloji 1929’da önemli bir krizle karşılaşır:
  • Halkın bankalardan kredi çekerek ve borçlanarak Borsaya katılımı, sonunda felaketi getirir.
  • 1929’da sistemin tamamı birkaç gün içinde çöker.
Bankalar iflas eder, fabrikalar kapanır, hammaddeler depolarda çürür, milyonlarca insan işsiz kalır.

Almanya’da ise 1920’lerden itibaren Sovyet Devrimini ve Kapitalizmi Yahudi-Musevi girişimi olarak lanse eden Nasyonalist Parti, güçlü iş dünyasının da desteğini kazanarak 1933’de Hitler’Ie iktidar koltuğuna oturur.

Almanya da Hitlerin propagandasının temelinde yatan görüş Sovyet devriminin ve kapitalizmin Yahudi girişimi olduğudur.

Almanya’da Nasyonalist Parti, güçlü iş dünyasının da desteğini kazanarak Hitler’le iktidar koltuğuna oturur.

Hitler, kısa zamanda silahlanarak bütün acımasızlığıyla diktatörlüğünü kurar, 1939’da başlayan işgalleriyle II. Dünya Savaşı dehşetini başlatır.

Almanya da ki nasyonal sosyalist görüşün benzeri olarak İtalya da faşizmin yeşermesini sağlayan lider Mussolini’dir.

İspanyadaki, destansı direnişleri edebiyata ve sanata konu olan Cumhuriyetçiler, bu hareketi Franco rejimine karşı geliştirmişlerdir.

II. Dünya Savaşının sonunda atom bombasının atılmasının yarattığı olumsuz etkileri anlatan “kız çocuğu” şiiri Nazım Hikmet RAN tarafından kaleme alınmıştır.

Ünlü İtalyan yönetmen Visconti, enkazlar arasında unutulmaz filmler çekmiştir.

İngiltere’nin öncülüğünde Fransa ve İtalya’yla imzalanan Sevr Antlaşması, İmparatorluğun elini kolunu bağlar.

1919’da Mustafa Kemal'in önderliğinde başlayan Kuvayı Milliye bağımsızlık hareketi, Ege bölgesi kentlerinden başlayarak, yeni başkent Ankara yakınlarına dek uzanan Yunan İşgalini, yer yer zaferlerle durduracak ve ülke işgalden temizlenecektir.

Kurtuluş Savaşının başladığı 1919’dan itibaren Türkiye olağanüstü olaylarla yüzleşmiştir.

1920’de Sevr Antlaşması Osmanlı Devletini parçalamıştır ve aynı yıl Şeyhülislam Mustafa Kemal için ölüm fetvası vermiştir.

Ardı ardına gelen yenilikler yeni bir Türkiye kimliğinin doğacağının kesin göstergeleridir;
  • Medeni Kanun kabul edilir.
  • Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilir; eğitim-öğretim kurumlan birleştirilir.
Sosyal hayat kökten bir değişime girmenin, bir bakıma laik, açık bir toplum olmaya yönelmenin hem mutluluğunu hem sancılarını yaşamaktadır.

Kültürel alanda 1932’de açılan Halkevleri (Halkodaları) kısa zamanda ülke çapında yaygınlaşır. Ülkenin evlatları ilk sanatsal etkinlikleri, ilk mesleki beceri kurslarını buralarda izlerler.

İstanbul Üniversitesinde yeni reformlar yapılarak özellikle Hitler rejiminden kaçan yüz elli dolayında yabancı öğretim üyesine kucak açılır. Yeni bilim kürsüleri kurulur.

1951’de Halkevleri, 1954’de de Köy Enstitüleri kapatılmıştır.

Mahatma, Milletin Babası anlamına gelir.

Tunus, 1957’de Türkiye’yi örnek alarak Habib Bourgiba’yla Cumhuriyet rejimine geçer. 

1969'da Yaser Arafat’ın Filistin Kurtuluş Örgütünü (FKÖ) kurmasıyla bağımsızlık mücadelesi hız kazanır ve hatta dünya ilk kez bu örgütle uluslararası terörizmi tanır.

Soğuk Savaş, iki süper güç olan SSCB ile ABD arasındaki ve haliyle onların müttefikleri arasındaki gerilimleri, siyasal ve ideolojik çatışmaları içeren ve II. Dünya Savaşının hemen bitiminde başlayıp SSCB’nin dağılma tarihi 1991’e kadar devam eden dönemdir.

Bu dönem ülkelerin kendi kaderlerini kendi tayin etme hakkını engelleyen ideolojik, diplomatik ve askeri kararlarla doludur.

Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinin, 1947’de, on altı Avrupa ülkesiyle imzaladığı uzun vadeli yardım MarshalI Planı, hem askeri hem ekonomik bir bağımlılık yaratma planı olarak eleştirilmektedir.

Türkiye’nin NATO’ya üye olduktan sonra 1953’de Kore Savaşına katılması ülkede şaşkınlık yaratmıştır.

Sosyalist cephede ise, 1955’de SSCB önderliğinde NATO’nun. karşısında yer alan Varşova Paktı kurulur.

Silahlanma yarışı hızlanır. Dünya siyaset sahnesine istihbarat teşkilatları Sovyet KGB ve Amerikan CIA çıkar.

Yasakçı zihniyet Nazi Almanya’sında sistematik bir kıyım uygulamıştır:
  • Sol düşünceli yazarlar ve sanatçılar cezalandırılmış
  • Bilim adamları ülkeyi terk etmiş
  • Yazarların kitapları yakılmış
  • Bestecilerin eserlerinin çalınması yasaklanmış
Hitler sanatı yasaklamıştır.

Sovyet Rusya’da ise devrimin ilk yıllarından itibaren Anna Akhmatova, Pasternak, (yazarın ünlü Doktor Jivago’su yasaklanmış ve 1958’de kazandığı Nobel Ödülünü alması engellenmiştir), Nabukov, Soljenitzin gibi yazarlar, Shostokovich gibi kompozitörler, Tarkovski, Paradjanov gibi film yönetmenleri ve geniş bir aydınlar topluluğu eserleri yüzünden yargılanmışlar, yasaklanmışlar ya da sürgüne gönderilmişlerdir.

ABD’de, senatör McCarty’nin başlattığı sosyalizm sempatizanı olan aydınları, Hollyvvood aktörlerini, yazarları, yönetmenleri hedef alan “Cadı Avı” on yıl sürmüş, yüz elli dolayında yazar, istihbarat teşkilatı FBI’nın kayıtlarına girmiştir.

İsrail de oldukça sert sansürcü bir devlet olmuştur: Bir dönem Gazze Şeridinde yazı makinesi ve faks kullanılmasını yasaklamış-, Filistin tarihiyle ilgili yazılara sansür koymuştur. Hatta bir kitap sergisini bombalamıştır.

Ülkemizde Nazım Hikmet (1901-1963), gençliğinin en verimli yıllarını 15 yıl hapiste ve 12 yıl sürgünde geçirmiştir ama kendi sözleriyle şair” tepeden tırnağa hasret ve ümitten ibaret” tir.

Gazeteler yanında, haber toplayan, onu görsel ve işitsel medyaya dönüştüren gazetecileri barındıran basın ajansları önemli bir enformasyon işlevini yerine getirir.

Basın ajansları önemli bir enformasyon işlevini yerine getirir.
  • France Presse, AssociatedPress, CNN, gibi uluslararası ajanslar
  • Anadolu Ajansı (resmi), Doğan, İhlas Haber Ajansı gibi yerli ajanslar 
Bunlardan ünlü ABD ajansı Associated Press (AP) 1848’de kurulmuş olup bugün yetmişin üzerindeki ülkede hizmet vermektedir.

Ülkemizde Milli Mücadele öncesi de aktif olan İstanbul basını, Kurtuluş Savaşının başlamasıyla iki farklı düşünsel kutupta (Tanin, Tevhidi Efkar, Osmanlı İmparatorluğu yanlısı; Akşam, ikdam ve İleri gibi gazeteler Milli Mücadele yanlısıdır) yerini belirler.

Bu dönemde ki gazetelerin ünlü yazarları arasında Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri sayılabilir.

İlk mizah dergisi Diyojen (1870)’dir.

Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon gibi edebi kimliklerin 1922’de çıkarttığı Akbaba Dergisi, 1933’den sonra yeni harflerle yayınlanır.

Tek partili dönemde iktidar yanlısı tutum izleyen, zaman zaman muhalif olan dergi, 1977'de yayın hayatına veda etmiştir.

1946’da çıkmaya başlayan ve kısa zamanda büyük tiraja ulaşan Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat İlgaz’ın birlikte çıkardığı Markopaşa dergisi, toplumcu ve gerçekçi siyasal mizahıyla hem güldüren hem düşündüren önemli bir mizah dergisidir.

Tüm alanlarda kullanılan ilaçlardan ve besinlerden dolayı, ekoloji-tarım dengesi bozulur; aşırı üretim toprağı yorar; kullanılan ilaçlar çevreye zehir saçar hale gelir.

Üstelik bir yandan da ürünlerin genetiği üzerinde oynanmaya (uluslararası kısaltma adı: GDO) başlanmıştır.

20. yüzyılın en önemli buluşlarından biri olarak kabul edilen ve elektronik devrelerin can damarı olan transistorlar, 1947 yılında yapılmış ve teknolojide yepyeni bir çığır açılmıştır.

İnşaat sanayisinde konstrüksiyonlarda, beton, çimento türevleri gibi sağlam dayanıklı malzemelerin üretimiyle gökdelen ve uydu kent inşaatları yaygınlaşır ve kısa zamanda yarattıkları ıssızlaştırma, yalnızlaştırma sorunlarından dolayı tartışılmaya başlanır.

20 Temmuz 1969'da ABD Apollo uzay aracı Ay’a ayak basar.

Frankfurt Ekolünden, 1960’lı yılların etkileyici ismi Herbert Marcuse (1898-1979) ise, sanat eserinin gerçekçiliği ve politikliği yüceltme gibi bir kaygısı olmaması gerektiğini, “sanatın hayatı değil, hayatın sanatı taklit ettiğini” savunmuştur.

Jean-Paul Sartre (1905-1980) 1943’de yayınladığı “Varlık ve Hiçlik” adlı kitabında, varoluşun insanın maddi özünden önce geldiğini; insanın dünyaya gelip var olduktan sonra kendi özünü yarattığını ve bu süreçte insanın ancak insana yol gösterebileceğini savunmuştur.

Roland Barihes, “Çağdaş Söylemler” (Mitolojiler) adlı kitabında, “Afrika tenli, yani zenci bir askerin Fransız ulusal askeri giysisiyle yani Fransız vatandaşı olarak Fransız Bayrağı altında selam duruşunu gösteren ünlü fotoğraf, düz anlamda bayrağı selamlama gösterisidir, ama ikinci anlamı bir zamanların emperyalist Fransız Sömürge İmparatorluğunun evlatlarının, daha doğrusu bir zamanların kölelerini yüceltme ve yurttaş kabul etme gösterisidir” demektedir.

Levi Strauss’a göre antropoloji bilimi, psikoloji ve psikanaliz ile de çok yakın bağlantı halindedir.

Gustav Jung kolektif bilinçaltı üzerinde durarak bir tür sosyal psikanaliz geliştirmiştir.

1950’lerden itibaren tüm ülkelerde yeni davranış biçimleri geliştiren ve yeni kültürler yaratan genç bir kuşak vardır.

Batıda hippiler özgürlük, barış ve aşk adına uzun saçları alışılmadık giysileri ve aşırı alkol tüketimleriyle ilgi çekse de kısa sürede kaybolur.

1964’de, Berkeley Üniversitesi öğrencilerinin örgütlediği ilk öğrenci hareketi büyük yankı bulur.

Bunu besleyen protest müzik kültürü Bob Dylan, Joan Baez gibi şarkıcılarla gençlik Vietnam Savaşma büyük tepki gösterir. Öğrenci hareketleri Atlantik’ten Avrupa’ya sıçrar.

1968’de, Fransa’da öğrenciler üniversite amfilerini, tiyatro salonlarını, sanat merkezlerini işgal eder; barikatlar kurulur. Buna işçi sendikaları destek vererek genel greve giderler.

Gençlik sanki yarın değişim gerçekleşecek hayalinde iken anarşi yükselir, hareket sonuçsuz kalır.

1968 hareketi, bugün gençliğin dünyada yeni bir kültür ve siyaset anlayışı yarattığı hareket olarak inceleme konusudur. Bu yıldan sonra, eğitim programları gözden geçirilir, yeni reformlar yapılır, üniversitelerin özerkliği gündeme gelir.

Birinci Savaş sonrasında SSCB’de kurulan Devlet Sinema Enstitüsü, ünlü yönetmen Sergei Eisenstein’ı dünyaya tanıtır, yönettiği “Potemkin Zırhlısı” dünya sinemasının ilk başyapıtlarındandır.

Konusunu Kuzey-Güney Savaşı yıllarından alan ve bu tarihsel fonda trajik bir aşk dörtgeni oluşturarak insanın psikolojik dünyasının derinliklerini ve çelişkilerini ustalıkla yansıtan filmin adı Rüzgâr Gibi Geçti'dir.

Sinema sanatı ünlü ödülleriyle (Oscar), festivalleriyle (Venedik, Berlin, Antalya, Cannes) dünyanın dört bir yakasında bir yaşam tarzı olmuştur.

Modern dans balenin değişmez kurallarına tepki olarak her tür müziğe uydurulabilen, hareket stili alanı özgür olan, düşünce ve kavramları somutlaştırmayı amaçlayan dans türüdür.

Caz Müziği zenci sanatçıların öncülük ettiği Afrika’nın töresel müzik ve danslarını, eğlencelerini, zaman zaman da sömürgeleştirmeden dolayı İngilizlerin ilahilerini barındıran müzik türüdür.

Sıra dışı popüler bir müzik grubu olan “The Beatles” isminde yer alan “Beat” kelimesi ritim anlamına gelmektedir.

Postmodern düşünce, haliyle, belli bir merkezi olmayan; özneyi ve egoyu öne çıkaran, ifade alanında heterojenliği, çoksesliliği, bölünmüşlüğü benimseyen ileri teknolojiler çağı düşüncesidir.

Umberto Eco kinetik sanatta “formların renklerin ve düzlemlerin hareketiyle değişken bir plastik sanat form” yaratıldığı düşüncesindedir.

1934’de İstanbul Şehir Tiyatrosunun başına getirilen Muhsin Ertuğrul (1892-1979) sadece İstanbul’da değil, Ankara’da da Devlet ve Şehir Tiyatrolarının, Konservatuarlarda Sahne Sanatları Bölümlerinin yapılandırılmasında, salonların açılmasında etkin bir rol üstlenir.

Türk Beşleri adıyla anılan bestecilerin isimleri ve bazı eserleri kısaca şöyle anılabilir:
  • Cemal Reşit Rey: Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı
  • Ulvi Cemal Erkin: Sinfonietta
  • Haşan Ferit Alnar: Kanun Konçertosu
  • Adnan Saygun: Yunus Emre Oratoryosu
  • Necil Kazım Akses,
  • Senfoni 5: Atatürk Diyor ki
Nazım Hikmet, öncelikle memleketine vurgundur ve ona dair yazmıştır: “Kuvayı Milliye Destanı” ve “Memleketimden İnsan Manzaraları” yoğun belge ve kanıtlar içeren tarihsel destanlardır ve bu destanın içinde epik, teatral ve müzikal anlatı tekniğiyle ülkemizin insanları vardır.

Ama o aynı zamanda bir dünya şairidir. Dünya emperyalizm tarihinden kesitler içeren "Benerji”, “Taranta Babu” gibi eserler yazmıştır.

Dünyamız bugün çokkültürlülükle (mültikültüralizm) karşı karşıyadır. Çokkültürlülüğü öncelikle kimlikle ilgili bir kavram gibi düşünmek yerine, kültürle kaynaşmış ve ondan beslenen diller; inançlar ve uygulamalar olarak görmek gerekir.

Avrupa'da ve Osmanlılarda Modernleşme

FELSEFE Ders Notları
Avrupa'da ve Osmanlılarda Modernleşme - Kültür Tarihi

 Modern sözcüğü Latince kökenli bir sözcüktür.

Batı kavramı ile özdeşleşen kavram modernleşme kavramıdır.

Avrupa ve Amerika’da teknoloji, bilim, demokrasi, ulus devletler ve kapitalist üretim sisteminin ortaya çıkmasına modernleşme denir.

Modernleşme ile birlikte sömürgecilik ve Avrupa emperyalizmi yaygınlaşmıştır.

Modernizm, daha çok düşünce, sanat, eleştiri ve edebiyat alanında çıkan akımlar için kullanılan terimdir.

Avrupa kültüründe modernizmin ortaya çıkışı 19. yüzyılı ifade eder.

Rönesanstan beri Avrupa kültür tarihinin geliştirdiği sistematik süreç olarak tanımlanan kavram Modernité kavramıdır.

Modernite coğrafi bölgelere ve farklı kültürlere göre değişik zaman dilimlerinde ve o bölgelerin veya toplumsal yapının koşullarına göre ortaya çıktığından farklı Modernite biçimlerinden söz edilir.

Bilginin ampirik yöntemlerle ve duyularımızla elde edilebileceğini savunan düşünür Locke’dir.

Güneş sistemi teorisi Kopernik’e aittir.

Bir devletin başka bir devletin veya topluluğun bulunduğu yeri güç kullanarak işgal etmesi ve kendi politik yönetimin kurması ve o bölgenin ticaretini doğrudan kontrol etmesi sömürgecilik olarak tanımlanır.

Aydınlanma düşüncesi ile Fransa’da krallık ve aristokrasiye karşı görüşler ortaya çıkmış ve Fransız Devrimi ile tüm dünyada yeni politik düzen başlamasına olanak sağlamıştır.

Makinelerin üretime başlaması sanayileşmenin ilerlemesinde etkili olmuştur.

Sanayileşme ile burjuvazi güçlenmiş ve kendi yararına eğitim, ticaret alanında önemli yasalar koydurmuştur.

Modernleşme ile birlikte sanayileşme süreciyle elle yapılan basit üretim yerini makineli üretime bırakmıştır.

Engels ve Marks’ın dialektik materyalizm kuramlarını geliştirmelerinde etkili olan ekonomik duruma ilişkin Nüfus kırsal kesimlerden kentlere doğru yoğunlaşmıştır.

Modernleşmenin getirdiği yenilikler arasında yer alan zamanı yaşama kavramı ile zaman para ile ölçülen bir olgu olmuştur.

Modernleşmenin getirdiği yenilikler arasında yer alan zaman kavramı ile insanların çalışmanın yanı sıra eğlencenin gerekliliğine olan inançları arttı.

Comte ve Durkheim Sosyolojinin kurucularındandır.

Comte’a göre farklı toplumsal grupların yapısını ve örgütlenmesini ve bu grupların geçirdiği dönüşümleri inceleyen bilim dalı sosyolojidir.

Geziler sonucu ve diğer kültürlerden getirilen güzel nesnelerin toplanması ve bu nesnelerin değerinin belirlenmesi için hangi malzemeden yapılmış, kim için, nasıl, kim tarafından gibi soruları yanıtlamak için yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan yeni bilim alanı sanat tarihidir.

Toplumsal olguları, değişimleri nesnel incelemek gerektiği üzerinde duran bilim adamı Durkheim’dir.

İnsanın sadece positivist değerlerle ele alınamayacağını insanın dışarıdan görülemeyen ve saklı duygu ve düşüncelerinin de olduğunun ileri sürülmesiyle ortaya çıkan bilim Psikanaliz’dir.

Psikalanizin kurucusu Freud’dur.

Toplumların tipli canlı organizmalar gibi işlediğini öne sürerek toplum evrimini incelemiş ilk sosyolog Spencer’dir.

Geliştirdiği diyalektik yöntemiyle mantık konusundaki yaklaşımlarıyla ve özellikle estetik alanında çözümlemeleriyle öne çıkan Alman düşünür Hegel’dir.

Tez-antitez ve sentez Hegel'e aittir.

Bilinç, bilinçaltı, ego, süper ego gibi kavramların bireyin iç dünyasını anlamada yeni bir yönelim oluşturan bilim Psikanalizdir.

Doğabilimci, evrim teorisinin yaratıcısı Darwin’dir.

Hegel’e göre Sanatsal güzellik de mutlak düşünceden ortaya çıkar.

Buluşlarıyla dünyaya yön veren biyolog ve genetiğin kurucusu Mendel’dir.

Tüm ahlaki, siyasi, dini ve toplumsal değerleri hiçe indiren ve yok sayan nihilizmin kurucusu olan düşünür Nietzche’dir.

Eskiden Tevrat ve İncil kökenli hikayeler, Yunan ve Roma mitolojisinden gelen efsaneler, kahramanlık hikayeleri, aristokrasinin yüceltilmesi, mitolojik kavramlar resmin konusunu oluştururken izlenimci resim anlayışına göre sanayileşme ve kentleşmeyle ortaya çıkan günlük yaşamdaki değişiklikler de resimlere yansımıştır.

Nesnelerin ışık altındaki kırılmalarına dikkat etmiş ve kübist sanatın ortaya çıkmasında öncü rol oynayan ressam Cezanne’dir.

Sanatsal olmayan şeylere verilen sanatsal değer anlamında kullanılan kavram kitsch’dir.

İzlenimci bir ressam olmasına rağmen nesnelerin ışık altındaki kırılmalarına dikkat etmiş ve kübist sanatın ortaya çıkmasında öncü rol oynayan ressam Cezanne’dir

Paris’teki Salonlara ilk kez resim sunan, ancak akademik kurallara uymadığı ve sanatsal değeri olmadığı gerekçesiyle sergiye katılmaları kabul edilmeyen ve bu nedenle eserlerini Reddedilenler adıyla başka bir yerde sergileyen ressamlar Monet ve Manet’tir.

Çirkin ve zevksiz anlamı taşıyan, sanatsal olmayan şeylere verilen sanatsal değer anlamında kullanılan kavram kitsch’dir.

Sanatta avant garde kavramı tasarlanabilir bir geleceğin öncü adımlarını ifade eder.

19.yy yeni bir edebi ürün doğuşuna tanıklık etmiştir. Bahsedilen edebi ürün romandır.

19.yy'da eserlerini veren ünlü roman yazarları Dostoyevski, Balzac, Tolstoy ve Viktor Hugo yer alır.

Modernleşme sürecinde kitle iletişim aracı olan gazeteler önem kazandı, her gün çıkarılmaya başlandı.

Toplumsal yapıdaki sosyal eşitsizliği hiciv tekniğiyle göstermeye çalışan, çizginin dilini kullanarak figürlerin göze batan özelliklerini abartarak, çabuk anlaşılabilir siyah beyaz desenlerle yapılan iletişim aracı karikatürdür.

Afiş sadece etkinliklerin habercisi olarak kullanılmayıp aynı zamanda ürünlerin tanıtımını sağlayıcı reklam amaçlı da kullanılmaktadır.

Modernizm ve modernitenin merkezi olarak 1 .Dünya Savaşına kadar devam etmiş sanatsal ve kentsel yaşam Paris’tir.

Hem karikatürleri hem de karikatür tarzı yaptığı heykelleriyle karikatür alanının öncüsü Daumier’dir.
Modern fotoğrafçılığın başlaması Daguerre ile olmuştur.

Sinematograf sözcüğünden türeyen sinemanın doğuşu 28 Aralık 1895’dir.

Modern sinemanın kurucusu Lumiere’dir.

Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla eğitimli ve düzenli ordunun kurulması II. Mahmut zamanında olmuştur.

Teknik üniversite niteliğinde Mühendishane-i berri-i Hümayun III. Selim zamanında kurulmuştur.

Nizamı Cedid adıyla anılan askeri örgüt III. Selim tarafından kurulmuştur.

Batılı formlarda şiir ve oyun yazan ilk edebiyatçı Şinasi’dir.

İlk özel gazete Şinasi ve Agah Efendi tarafından çıkarılmıştır.

Modern Zamanlar filmi Charlie Chaplin’e aittir.

Osmanlı’da edebiyat, resim, mimari gibi tüm sanat alanlarında Avrupa etkili olmuştur.

Namık Kemal, Ali Suavi ve arkadaşlarının Hürriyet fikirleri Genç Osmanlılar Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiştir.

Modernleşmeyle beraber gelişen positivist düşünceyi Osmanlı dünyasına aktarabilmek için çeviriler yapan kişi Münif Paşa’dır.

İlk özel Türk gazetesi Tercüman-ı Ahval’dir.

İttihad ve Terakki Cemiyetini de ortaya çıkaran Genç Osmanlılar Cemiyeti 1866 yılında kurulmuştur.

Sultan II. Mahmut tarafından Türkiye’ye getirilen Saltanat Muzıka-i Humayun’un şefi Donizetti Paşa’dır.

II. Mahmut için Mahmudiye Marşını besteleyen bestekar Donizetti Paşadır.

Sultan Abdülmecid için bestelenen ve 22 yıl boyunca çalınan marş Mecidiye Marşıdır.

İlk özel Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahval Agah Efendi tarafından çıkarılmıştır.

Mecidiye Marşının bestecisi Donizetti Paşadır.

Cirit 19.yy da çok popüler olmasına rağmen tehlikeli bir spor olduğu için II. Mahmut tarafından yasaklanmıştır.

Çoğu kez açık alanda evi andıran kendine has paravanlı sahnesinde sergilenen giriş, diyalog, fasıl ve bitiş bölümlerinden oluşan çalgı eşliğinde sahneye çıkan sosyal karakterleri şiveleriyle ve kılıklarıyla sergileyen seyirlik oyun türü ortaoyunudur.

Ortaoyununun ana karakterleri Pişekar ve Kavuklu’dur.

Genelde Ramazan’da ve kahvehanelerde topluluk önünde öyküler anlatılıp, taklitler yapılıp ve bitiminde sürç-i lisan ettikse affola denilerek bitirilen seyirlik oyun Meddah’dır.

1800’Iü yıllardan 1950’li yıllara dek İstanbul’da Direkler arası olarak adlandırılan mekanlarda sergilenen seyirlik oyunlar arasında ortaoyunu, Karagöz ve Hacivat, Meddah, gölge oyunu, tiyatro ve operet yer alır ancak bale yer almaz.

Aydınlanma

FELSEFE Ders Notları
Aydınlanma - Kültür Tarihi

Descartes, Fransa’da rasyonalizmin babası olarak kabul edilir.

Ünlü kral Friedrich Wilhelm, tarım ve sanayi alanında gerçekleştirdiği yeniliklerle modern Almanya’nın temellerini atmıştır.

18. yy tarım ve sanayi girişimlerinin canlandığı bir dönemdir. Özellikle İngiltere bu konuda öncüdür.

18. yüzyılda kitaba olan ilgi artmaya başlamıştır. Kütüphaneler devletin sarayın himayesindedir ama halk kütüphaneleri de açılmıştır.

Ulusların zenginliği adlı eser İngiliz iktisatçı Adam Smith’e aittir.  

Newton yerçekimi yasası, deniz sularının aya doğru çekilişi, gezegenlerin güneşe doğru çekilişi, hareket yasaları, ışığın prizmadan geçirilmesi, matematikte türev ve integral, felsefe ve bilimin farklılığı gibi konular üzerinde çalışmalar yapmıştır.

John Locke, insanın sistemli düşünme sisteminin sezgisel olarak değil, dünyevi deneyimlere ve yaşantılara bağlı olarak oluştuğunu ve halk ile kral arasında karşılıklı güven duygusu olması gerektiğini vurgulayarak önce İngiltere sonra da Fransa devrimlerine yön vermiştir. Liberalizmin öncü filozoflarındandır.

François Quesnay, Ekonomik Tablo adlı eserin yazarıdır. François Quesnay, ekonomiyi makro düzeyde tanımlamaya çalışan ilk ekonomik bilimcidir.

Adam Smith’in Ulusların zenginliği adlı eseri ekonominin ve ekonomi politiğin bir disiplin olarak ortaya çıkmasını ve sistematikleşmesini sağlamıştır.

Adam Smith, devletçi yatırımlara son vererek bireysel yatırımlara öncelik verilmesini savunmuştur. Ona göre üretim gücünün artması işbölümünün gelişimine bağlıdır.

Adam Smith’e göre işbölümünü belirleyen pazardır ve pazarın büyüklüğü ve canlılığı paranın geniş çaplı kullanılmasıyla olasıdır. Üretim gücünün artması işbölümünün gelişmesine bağlıdır.

Fahrenheit, cıvalı termometreyi icat etmiştir. Franklin ise paratoneri icat etmiştir.

James Watt, 1776’da buhar makinelerini bulmuştur.

Filozof Giambattista Vico, Yeni Bilim adlı eserinde tarihin evrimini irdeleyen, insanoğlunun içine düştüğü hataları yöneten yasalar olduğunu ve bunların tarihsel evrimde önemli rol oynadığı üzerinde durmuştur.

Jean Baptiste Lamarck, evrim ve genetik konusunda yaptığı çalışmalarla ilk kez bitkileri sınıflandırmıştır.

Luigi Galvani, kimyasal yollarla elektrik elde edilebileceğini keşfetmiştir.

Sanayi devriminin ilk öğeleri 18. yy’da İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Bunu hazırlayan etmenlerin başında ticaretin büyümesi, deniz taşımacılığında gelişmeler, bilimsel buluşların getirdiği yeni teknikler gelir.

Kanunların Ruhu ve Acem Mektupları, Montesquieu’nun önemli eserleri arasında yer alır.

Jean-Jacques Rousseau, toplumu tüm üyelerinin birliğiyle kurulan siyasal bir yapı yani devlet olarak tanımlar. Siyasete olan ilgisi, onu bugün geçmişin siyasi baş yapıtlarından kabul edilen Toplumsal Sözleşme adlı eserini yazmaya sürüklemiştir.

Rousseau’nun Emile adlı eseri insan hayatında eğitimin yerini yetkin biçimde gören ilk kitaplardan kabul edilir. Emile’in dört eğitim devresi vardır.

Rousseau, “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” adlı kitabında, insanların toplumsallaşmasıyla eşitsizliğin doğduğunu, demirin kullanılması, tarımın gelişimi ve toprakların bölüşülmesiyle mülkiyetin ortaya çıkarak zengin fakir ayrımını getirdiğini ve köleliğin yaygınlaştığını vurgulamıştır. Rousseau, bir yanıyla akılcılığa, bir yanıyla da duyguculuğa açık bir düşünürdür.

Diderot, ansiklopedinin kurucusu ve gerçekleştiricisidir. Maddeci ve ateist olmasıyla ünlüdür.

’’Ormanda Uyuyan Güzel” ve “Kırmızı Şapkalı Kız” hikayelerinin yazarı Charles Perrault’dır.

Fransız devrimi yılında alınan önemli kararlar şunlardır:
  • Aristokrasinin imtiyazlarının kaldırılması
  • İnsan ve yurttaş haklan beyannamesinin imzalanması
  • Kilise ve ruhani kesimin mallarının devletleştirilmesi
  • Protestanların yurttaşlık haklarını kazanması
  • Fransa’nın departmanlara bölünmesi
  • Paris halkının ayaklanmaya katılması

Fransız devriminin insan haklan konusunda getirdiği yenilikler şunlardır:
  • İfade özgürlüğü evrensel bir değerdir.
  • İnsanların herhangi bir dine ait olma zorunluluğu yoktur.
  • Siyahların köleliği yasal olarak ortadan kaldırılmıştır.
  • Tek ve bölünmez ulusal birlik anlayışı doğmuştur.
  • Kültürel hayatta aydınlanma tüm sanat dallarını sarmıştır.

Peter Wagner, modernliğin 18. yy’da gerçekleşen demokratik ve endüstriyel devrimlerle yaygınlaştığını belirtmiştir.

Duygu ve Coşku adlı edebiyat hareketinin öncüleri Geothe ve SchiIIer’dir.

“Faust” ve “Werther’in Acıları” adlı eserler Wolfgang Von Goethe’e aittir. Werther, romantik edebiyatın çarpıcı eserlerindendir.

İdealist Alman felsefesinin babası, Emmanuel Kant’tır. Kant’a göre salt aklın sorgulaması, kanıt araması ve doğrulamasıdır.

Kant’a göre akıl insan olma yolunda ilerlemenin tek koşuludur. Kant kimsenin kimseye baskı yapmadığı, akılcılığın tek baskın güç olacağı bir düzen hayal eder.

Baumgarten estetiği, duyusal bilginin bilimi olarak tanımlamış ve felsefenin içinde ayrı bir disiplin olarak öngörmüştür. Ona göre estetik güzel hakkında düşünme bilimidir.

Barok anlatımda gerçekçi bir anlatımı benimseme söz konusu değildir. Duygular ön plandadır.

Barok müziğin doruk döneminde müziğe yön veren besteciler Bach, Vivaldi, Scarlatti, Haendel, Telemann’dir.

Mozart, Barok dönemden farklı olarak klasik dönemin ilk büyük bestecisidir.

Johann Sebastian Bach’ın çeşitli melodileri birbirine uydurma sanatı olan kontrpuan konusunda ve çok sesli müzikte üretici bir konunun birbirine benzer biçimde yenilenmesinden oluşan füg sanatının yapılanmasında çok önemli katkıları olmuştur. Batı müziğinin temel taşı kabul edilen büyük bestecilerden birisidir.

Mevsimler, ünlü besteci Antonio Vivaldi’nin eseridir. Doğa olaylarının müzik diline tercümesidir. İnsan düşüncesine ve estetik dünyasına seslenmiştir.

Giacomo Stradivari, yaylı çalgı yapımında gerek yapım tekniği gerekse boyama tekniğiyle erişilemeyen bir mükemmelliğin yaratıcısıdır. Bugün paha biçilemeyen kemanları ve viyolonselleriyle ünlüdür.

Wolfgang Amadeus Mozart, klasik dönemin ilk büyük bestecisidir. Operaları arasında komik opera türünde Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni, Cosi Fan Tutte, ciddi operaları arasında ünlü Sihirli Flüt yer alır.

Dünyanın yaratışını konu edinen Yaratılış Oratoryosu Franz Joseph Haydn’ın önemli eseridir. İlk bölümde cansız bir dünyanın güneş ve denizin kükreyişiyle canlanışı, sonra canlı yaratıkların ortaya çıkışını ve son bölümünde de Adem ile Havva’nın yeryüzüne gelişini ve tanrıya şükranı dile getirir.

Osmanlı Kültürü

FELSEFE Ders Notları
Osmanlı Kültürü - Kültür Tarihi

Osmanlılar, Selçuklu devletinin dağılmasıyla beraber 1299’da bağımsızlıklarını ilen etmişlerdir.

Osmanlı imparatorluğu, Türklerin yeni bir devlet kurmasıyla 1923’te son bulmuştur.

Osmanlı tarihi çok geniş bir coğrafi alana yayılmaktadır.

Osmanlı devletine ait farklı dönemler kendi koşulları içerisinde değerlendirilmelidir.

Osmanlı kültürel yapısının kimi özellikleri günümüz yaşamı içerisinde devam etmektedir.

Osmanlı devleti, toplumu ve yapısı 14.yy’dan 20.yy’ın ortasına kadar devam etmiş bir devlet olarak, değişik tarihi dönemler yaşamıştır.

Osmanlı devleti her ulus devlette farklı algılanmıştır. Bu algılamalar kimi koşullara göre zaman içerisinde farklılıklar gösterdiği için, ayrıntılı çalışmalar çok fazla bulunmamaktadır.

Osmanlı kültürel yapısının kimi özellikleri günümüz yaşamı içerisinde de devam etmektedir.

Osmanlı dünyası ile ilgili Türkiye'de ve dünyada yapılan çalışmalar giderek artmaktadır.

Osmanlı toplumu sınıflı bir toplumdur.

Osmanlı imparatorluğunda yaşayan gayrimüslimlerin kendi dini örgütleri çerçevesinde oluşan kültürel yapısı ve eğitiminin Osmanlı aydınları ile ilişkileri konusu incelenmesi gerekli bir konudur.

Osmanlı imparatorluğunun var olduğu dönemlerin çoğunluğu, endüstri öncesi döneme aittir.

Selçuklu devletinin uç beyliklerinin uymak zorunda olduğu kısıtlamalar arasında şunlar sayılabilir: 
  • İzinsiz büyük akınlarda bulunmamak
  • Bulundukları yerde fiziksel olarak yerleşememek
  • Sürekli olarak akınlara hazır bir durumda olmak
  • Merkezin kontrolü dışında hareket edememek
Osmanlılar 14. ve 15. yy’da Arapça ve Farsça tamlamalarla yoğrulmamış bir Türkçe kullanırken, Selçuklu sarayı farsça dilini tercih etmiştir.

Osmanlı yapısının içerisinde çok farklı kültürler vardır.

Osmanlı, İslam dininin kurumlarını benimsemiş bir topluluk olarak kendi özgün sosyal ve kültürel yapısını oluşturmuştur.

Osmanlılar ele geçirdikleri yerlerdeki nüfusun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması Osmanlı bölgelerindeki nüfusun artmasını sağlamıştır. Alınan kentleri Osmanlılaştırma önemli bir olgudur.

Sosyal yardım, sağlık ve tedavi hizmeti, din, felsefe, kuran eğitimi, ilkokul, din ve ticaret işlevlerini karşılayan Osmanlı kurumlarını içeren değişik çok işlevli yapılara külliye adı verilir.

Külliyelerin içerdiği din işlevi ile ilgili yapılar arasında yer alanlar:
  • Mescit
  • Cami
  • Türbe
  • Zaviye
  • Tekke
Külliyelerin içerdiği ticaret işlevi ile ilgili yapılar arasında yer alanlar:
  • Bedesten
  • Dükkan
  • Arasta
  • Şehir içi hanı
  • Kapalı çarşı
Medrese öğrencilerine ve yolculara bedava yemek dağıtılan yere imaret adı verilir.

Darüşşifa, Osmanlılarda hastane anlamında kullanılmıştır.

Sıbyan mektebi Osmanlılarda ilkokul anlamında kullanılmıştır.

Mukarnas, Selçuklu sanatının ana mimari süsleme öğesidir.

Külliyelerde eğitimin verildiği, darülkurra, darülhadis, sıbyen mektebi gibi eğitim tesisleri bulunmaktadır.

Erken Osmanlı döneminde beylerin yanında altıncı kol görevi yapmakta ve fethedilen yerlerin Müslümanlaşmasını ve Türkleşmesini sağlayanlar Ömer Lütfi Barkan’ın deyimiyle kolonizatör Türk dervişleridir.

Orta Asya Türklerinin İslamiyetten önceki inanç sistemi şamanizmdir.


Oğuz Türklerinden beri saz eşliğinde diyar diyar gezen şairlerin söylediği şiir türü, halk şiiridir. Anonim kahramanlık ve halk destanları halk şiirinin özünü oluşturur.

Döneminin (16.yy) siyasal ayaklanmalarını destekleyen ve buna alevi Bektaşi geleneğindeki şiirleriyle katılan fakat eski dostu Sivas valisi Hızır Paşa tarafından idam ettirilmesiyle siyasi edebiyatımızda sembol bir isim olan kişi Pir Sultan Abdal'dır.

Aşık edebiyatı içinde yer alan aşık, genelde bir mahlas kullanır. Mahlas takma isim demektir. Köroğlu mahlasa örnek verilebilir.

İskendername isimli eser şair Ahmet'e aittir.

14. yy’dan yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar sürdürülen, besteleri, bestecileriyle, sağ ayak yürüyüşüyle başlayan görkemli korosu ve topluluğuyla heyecan verici coşkulu bir üsluba sahip olan tür mehter müziğidir.

Askeri müzik türü içinde yer almasına rağmen, Avrupa müziğini etkileyerek’alla turca’stilinin doğmasına yol açan müzik türü mehter müziğidir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ile beraber Osmanlı devletinin beylik düzeyinden imparatorluk kurumsallaşmasına girdiği kabul edilmektedir.

Fatih döneminde oluşmaya başlayan saray atölyeleri ile gelişecek olan klasik dönem üslubunun destekleyicilerini ve tüketicilerini başta devşirme kökenli yöneticiler oluşturmuştur.

‘Hat’sözcüğü Arapçada çizgi demektir.

Güzel yazı yazma sanatına hat sanatı denir. Bu sanatı yapanlara ise hattat adı verilir.

Bir el yazmasında anlatılan bilgileri veya hikâyeleri betimleyen küçük boyuttaki resimlere minyatür adı verilir. Minyatürlerin konusu kitap içinde yazılanlardan kaynaklanır.

Minyatürler iki boyutlu resimlerdir. Üçüncü boyut ve hacim minyatürlerde gösterilmez.

Minyatürlerde önemli olan kurgunun resimdeki gerçekçiliği değil konunun ayrıntılı bir gözlemle aktarılmasıdır.

Matrakçı Nasuh, 16. yy nakkaşlarından biridir.

Farabi insan için en yüksek erdemin bilgi olduğunu düşünmüştür.

Günlük duygularla ve olaylarla nasıl baş edilmesi gerektiğini anlatan kişiler, stoiklerdir.

Ali Kuşçu, astronomi ve matematik bilginidir. Fatih medresesinin programlarını düzenlemiş ve dersler vermiştir.

Molla Cami, İranlı büyük bir şair ve mutasavvıftır.

Fatih Sultan Mehmet’in şiir yazarken kullandığı mahlas (takma isim) Avni’dir.

Padişahlar tarafından yaptırılan camilere selatin cami adı verilir.

Medreseler, Fatih Sultan Mehmet Külliyesindeki en önemli yapılardır.

Klasik dönem Osmanlı sanatının oluşumuna katkıda bulunan en önemli iki etken kurumlar ve banilerdir.

Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hassa Mimarbaşılığa getirilmiştir. Mimar Sinan, devletin politik gücünü ve imparatorluğun yüceliğini anıtsal yapılarda ve büyük külliyelerde somutlaştırmıştır.

16. Yüzyıldaki minyatürlü el yazmalarının ana konusunu padişahın yaptıkları ve savaşları oluşturmuştur.

Menazil-i Sefer-i Irakeyn adlı el yazması Matrakçı Nasuh tarafından resmedilmiştir. Bu eser Kanuni’nin Bağdat seferini ve oradan Tebriz üzerinden dönüşünü anlatır.

Divan edebiyatında padişahın çocuklarının doğumu, sünneti, kızlarının kız kardeşlerinin evlenmesi gibi nedenlerle düzenlenen halka açık eğlencelerin anlatıldığı manzum eserlere surname adı verilir.

III. Murat döneminde sumameyi Seyyid Lokman yazmıştır. Nakkaş Osman ve ekibi ise minyatürleri yapmışlardır.

Mimar Sinan yaratıcılık gücü ve geleneksel mimari birikimiyle imparatorluğun politik gücünü, yeni ve görkemli örneklerle eserlerine yansıtmıştır.

Şairlerin yaşadıkları kenti, iyi ve kötü taraflarıyla anlattıkları kitaplara şehrengiz edebiyatı adı verilir.

Evsaf-ı İstanbul kitabı Latifi'ye aittir. Bu kitap İstanbul’un mahallelerini, gezi yerlerini, günlük yaşamdan kesitleri, önemli yapıları anlatmıştır.

Divan edebiyatında kullanılan teşbih sanatı benzetme anlamına gelir.

Divan edebiyatında, bilindik bir olayı edebi ve estetik olarak açıklama ve anlam verme hüsn-i ta’lil sanatını ifade eder.

16. yüzyılda kahvehaneler ve meyhaneler IV. Murat tarafından yasaklanmıştır.

Cihannüma adlı eser Katip Çelebi ye aittir. Osmanlı dünyasının önemli bilginlerinden biridir.

Fransa Sefaretnamesi, Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’ye aittir. Bu eser elçinin Paris teki on yıllık görev süresiyle ilgili gözlemlerini anlatır.

‘Yine bir gülnihal’isimli eser Hammamizade İsmail Dede Efendi’ye aittir. Dede Efendi, Klasik Türk Müziğinin gelişimini yönlendiren isimlerden biridir.

Katip Çelebi, İbn-i Haldun’un devlet anlayışı görüşünü benimsemiştir.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme

FELSEFE Ders Notları
Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme - İnsan ve Toplum

Eski Yunan’da Vatandaşlık: Bir siyasi katılım biçimi olarak ilk uygulama imkanını Antik Yunan kent devletlerinde bulmuştur. Antik Yunan’da vatandaş olmak herkese açık bir hak değil, aksine bir tür imtiyaz sahibi olmak anlamına geliyordu.

Modern Ulus Devlet ve Vatandaşlık: Tüm özellikleriyle değerlendirdiğimizde vatandaşlığın kurucu unsurları, ulus devlet sınırları içerisinde geçerli olmak üzere haklar, katılım ve mensubiyettir. Feodal dönem ve Antik Yunandaki vatandaşlık anlayışından farklı olarak, ulus-devlete dayalı modern vatandaşlık, birey-devlet arasındaki ilişkileri soya veya kabileye dayalı olarak değil, birey temelinde kurgulamıştır.

T. H. Marshall, İngiltere örneğinden hareketle geliştirdiği yurttaşlık kuramında, yurttaşlığın sivil, siyasal ve sosyal boyutlardaki gelişimini ortaya koymaktadır.

Modern vatandaşlığın ortaya çıkışındaki esas itici güç Fransız Devrimi’dir. Modern vatandaşlık kavramı bir ulus-devlete üyeliği içerir.

Modern ulus-devlet ideal olarak toprak sınırları belli olan ve bu sınırlar dahilinde meşru yetkilerini kullanan bir oluşumdur. Ulus devlet, kökenleri 1648’de imzalanan Westfalya Anlaşması’na dayanır.

Genel bir kural olarak vatandaşlık bir statü olarak sürekli, ayrıcalıklı ve doğrudan/dolaysız bir durumdur. Devlet doğumla kazanılan vatandaşlığı geri alamamaktadır (süreklilik); yine kural olarak vatandaşlık çoğu durumda sadece bir devlet için söz konusu olmaktadır (ayrıcalıklık); ve başka hiçbir siyasal kurum, yönetici veya grubun vatandaş-devlet ilişkilerinde araya girmesi söz konusu olamaz (doğrudanlık veya dolaysızlık).

Modern Vatandaşlık: Rasyonel ve özerk olduğu, siyasi katılım ve denetim yetenekleri olduğu varsayılan özgür bireyler ve onların yarattığı siyasi kurumlar üzerinde temellenmiştir.

Ulusallık: Bir siyasal topluluğun aynı zamanda kültür, dil, adetler ve karakter bakımından türdeş özellikler göstermesi gerekliliğine işaret etmektedir.

Ulus-devlet içindeki vatandaşlık: Ulusal bir topluluğun üyesi kimliğiyle kimin içeride kimin dışarıda olduğunu belirler. Vatandaşlık hem evrensel hem de ayrımcı prensipleri içinde barındıran tuhaf bir dâhil etme şeklîdir. Ulus-devlet içinde herkese üyelik sağlamayı öngördüğü için evrenselcidir ancak bunu sadece belli bir toprak sınırları içinde belli etnik ve kültürel grubu tanımlayarak yaptığı için de ayrımcı, seçici ve eleyicidir.

Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık: Fransa’da uygulanma olanağı bulan doğum yeri esasına göre veya Almanya’da ortaya çıkan kan bağına dayalı olarak kazanılabilir.Fransa’da ulus, devletin kurumsal ve teritoryal çerçevesiyle ilişkili olarak kavranmış; ortak kültürün değil, siyasal birliğin vatandaşlığı oluşturduğu düşünülmüştür. Fransız vatandaşlık anlayışı evrenselci, akılcı ve devlet merkezci olmuştur.

Alman Vatandaşlık Anlayışı: Tikelci, organik, farklılaşmacı ve etnik merkezlidir.  Fransız tarzı vatandaşlıkta, Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı olduğunu bildirmek, vatandaşlığın ve daha sonraki biçimsel koşulların gerçekleştirilmesinin önkoşuluydu.  Alman ulus-devletine üye olmanın tek koşulu etnik olarak Alman ırkına ait olmaktan geçiyordu.

Ulus Devlette İki Siyasal Gelenek: Liberal Ve Cumhuriyetçi Vatandaşlık
  • Liberal vatandaşlık anlayışında bireyler kamusal düzeyde eşit haklarla donatılmıştır.  
  • Cumhuriyetçi vatandaşlıkta ise birey, ulusal siyasal topluluğun bir parçası olması nedeniyle parçalanamaz bir biçimde kamu düzenine aittir.  
Aralarındaki en temel fark, liberal vatandaşlık anlayışının “statü”, cumhuriyetçi vatandaşlık anlayışının ise “pratik” olarak vatandaşlık anlayışına dayanmasıdır. 

Göçmenlik, Vatandaşlık Ve Toplumsal Tabakalaşma  
Halfman göç olgusunun, modern ulus-devlette iki temel problemin kaynağı olduğuna işaret etmektedir: sosyal sistemlerdeki herhangi bir üyelik biçiminden dışlanma riski ve ulusal olarak tanımlanan vatandaşlar topluluğundan dışlanma riski.

Morris’e göre, hiyerarşiye yol açan tabakalı vatandaşlık sisteminde, bazı yurttaşlar verilmiş olan haklara ulaşma noktasında resmi olmayan engeller ve yoksunluklarla karşılaşmaktadır.

“Kurumsal ırkçılık” kavramı ABD’de 1964 sonrasında Sivil Haklar Yasası yürürlüğe girdikten sonra ortaya çıkmıştı.  Kurumsal ırkçılık fikri, ırkçılığın toplumun yapılarına sistematik olarak nüfuz ettiğini öne sürmektedir.

Kurumsal ayrımcılık, etnik ve dini azınlık ve göçmenlerin toplumun çoğunluğu için mevcut olan aynı haklara ve fırsatlara ulaşmalarını engelleyen, kurumlardaki rutin yaklaşım ve davranış kalıplarına işaret etmektedir.

Göçmenler açısından göç edilmiş olan ülkenin tabiiyetine geçmek, göçmen ve çocukların sosyal, siyasal ve sivil hakları kullanmasını engelleyebilecek olan ayrımcı uygulamalar ve şiddetten korunmayı otomatik olarak sağlayamamaktadır.  Sonuç olarak Jan Pakulski modern vatandaşlığın marjinalleştirmek, damgalamak ve asimile etmek gibi etkiler yarattığını belirtmiştir.

Ulus Devletin Göçmenlere Yönelik Politikaları 

Eritme Potası (Melting Pot): Azınlık kültürün hakim kültür egemenliğindeki çözülmesinden çok; hâkimiyeti oluşturan tüm kültürel yapıların evrim geçirerek, yeni bir kalıp içinde karışmasını ve yeniden oluşmasını ifade etmektedir.

Asimilasyon: Toplumdaki çeşitli azınlık grupların “devlet politikalarının zorlanması yoluyla” kültürel olarak çoğunluğa benzetilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır.

Somersan “doğal asimilasyon” yönünde yargıların bulunduğunu da naklederek ancak bunların yanıltıcı olduğunu; oysa kitlelerin asimilasyonu kanıksaması durumundan söz edilebileceğini ima ediyor. Somersan “zorunlu uyum” terimi üzerinde de durulması gerektiğini belirtmektedir: “Zorunlu” uyum kavramı önemli; çünkü çoğu siyasetçi ve sosyal bilimci, işin zorunluluk boyutuna değinmekte veya yeterince vurgulanmamaktadır. 

Bütünleşme veya Entegrasyon:,Göçmen veya yerli halkların kendi istekleri ile çoğunluk kültür ve topluma uyum göstermesi ve çoğunluk toplumun normlarını, değere düşünce kalıplarını benimsemesi olarak tanımlanır.

Çok kültürcülük Parekk’e göre ‘Çokkültürlü toplum’ terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, ‘çokkültürcü’ terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir”.

Çokkültürcülük, Kanada, Avustralya ve Amerika gibi ülkelerde kültürel çeşitliliğin olumlu karşılanmasını ve yüceltilmesini ifade etmektedir. Farklı grupların asimilasyonuna ve toplumun homojenleştirilmesine karşıdırlar.

Küreselleşmenin getirdiği toplumsal dönüşümler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çoğul kimlikler ve ulus ötesi kurumların artan rolü sonucu her geçen gün daha da artan farklılaşmış kimlikler yaşadığımız dünyanın bir gerçeği haline gelmiştir. İşte çokkültürcülük ve yeni vatandaşlık tartışmaları da bu zemin üzerinde yeşermeye başlamıştır. Bugün, çokkültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.

Çokkültürcülük kavramı ilk kez 1971 yılında Kanada Hükümeti tarafından ve bir siyaset biçimini ifade etmek üzere kullanılmıştır.   

Bugün, çok kültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.
  • Birinci ilke, “kültürel çeşitliliğin tanınmasıdır. Bu ilke, çokkültürcülüğün yetkin kuramcılarından biri olan Charles Taylor tarafından “Tanınma Politikası” olarak adlandırılmıştır. 
  • İkinci önemli ilke, “toplumsal eşitlik”tir.  
  • Üçüncü ve son ilke, “toplumsal bütünleşme’dir.
Küreselleşme Ve Yeni Vatandaşlık Teorileri

Ulus-Sonrası (Post-National) Vatandaşlık: Ulus-sonrası yurttaşlık anlayışı, hakların sosyal statü, etnik köken, renk, inanç, cinsiyet gibi özelliklere bakılmaksızın evrensel insan hakları çerçevesinde tüm insanlığa yaygınlaştırılması gereğinin kavramsal boyutunu teşkil eden insan hakları doktrininden yola çıkmaktadır.

Küresel Vatandaşlık: Falk'a göre ekonomik güçlerin küreselleşmesi beraberinde evrensel kimliğin oluşmasında rol oynar. Küresel vatandaşlığı, bölgesel siyasi birlikteliklerin oluşmasına bağlayabiliriz. Son olarak, küresel vatandaşlık 1980’lerde sosyal hareketlere yol açan uluslararası aktivizmle de ilişkilendirilebilir.   İşte küresel vatandaşlığın son zemini de küresel duyarlılıktır. Küresel vatandaşlık belirli bir bölgenin sorumluluğundan öte kürenin sorumluluğunu bireye yüklemektedir.

Ekolojik Vatandaşlık: Van Steenbergen'in ifadesiyle ekolojik vatandaşlığın kapsayıcı bir özelliğe sahip olması hem insan hem hayvan haklarını savunması ile açıklanabilir. Bazı ciddi ekolojik problemler küremizi tehdit edecek boyuta ulaştı. Bu da dünya vatandaşlarına sınırlar ötesi bir sorumluluk yükledi. Böylece vatandaşlığın ulusal sınırların dışında tanımlanması ihtiyacı doğmuş oldu.

Küresel ve ekolojik vatandaşlıkta görüldüğü gibi geleneksel vatandaşlık yeni gelişmeler veya sorunlar nedeniyle coğrafi / ulusal açıdan değişmeye başlamıştır. Çünkü vatandaşlığın ulusal ve coğrafi sınırların ötesinde tanımladığı bir döneminden geçiriyoruz.

Çokkültürlü Vatandaşlık: Hakların ve taleplerin ve taleplerin küresel çağda nasıl çeşitlendiğini ortaya koymaktadır. Azınlık haklarını bu bağlamda değerlendirebiliriz.    

Kymlicka’nın çokkültürlü toplum projesini dayandırdığı çokkültürlü yurttaşlık fikri şu haklardan oluşmaktadır:  Özyönetim hakları, Çoketniklilik hakları, Özel temsil hakları 

Avrupa Vatandaşlığı: Ulus-devletin dışında ve ötesinde bir vatandaşlık yaratılmasını amaçlayan ilk ve tek deneyimdir.

1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile yasallaşan Avrupa yurttaşlığı politikası, bir Avrupa kimliği yaratılması yolundaki en önemli adım olarak kabul edilmiştir. 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması ile tanınan haklardan en önemlisi, AB kurumlarına herhangi bir resmİ Avrupa dili ile yapılan başvuruda aynı dilde cevap almaktır.  

Avrupa vatandaşlığı klasik anlayışın coğrafi ve hukuki boyutlarıyla nasıl değiştiğini göstermektedir. Çünkü bu vatandaşlık kipi ulus ötesi bir zemin önermekle coğrafi, değişik yerlerde yaşayan farklı kültür ve kökenlere bağlı insanlara aynı statüyü tanıdığı için hukuksal (statü) bir açılım sağlamaktadır.

“Akademik hareketlilik” kişilerin sosyalleşme yoluyla kendilerini Avrupalı olarak hissetmeleri için tasarlanmıştır.  Lizbon Anlaşmasında, AB üyelerinin vatandaşlarının “aynı zamanda” AB vatandaşı da oldukları ileri sürülmektedir. Böylece “Avrupa yurttaşlığı ulusal yurttaşlıkların bir tarafa bırakılması anlamına gelmemektedir” düşüncesi geçerliliğini korumaktadır.

Martiniello’ya göre, Avrupa yurttaşlığı ilkesi ile amaçlanan, Avrupa'nın siyasi ve sosyal bütünleşmesini değil, iç pazarın sorunsuz işleyişini sağlamaktır. Avrupa bütünleşmesi projesinin babası Jean Monnet’dir.

Sağlık, Hastalık ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Sağlık, Hastalık ve Toplum - İnsan ve Toplum

Sağlık veya hastalık, insanların aklına öncelikle, sosyal bilimler ya da sosyoloji değil de doktorlar, hastaneler ve ilaçlar gelir. Ancak sağlık, sosyolojinin konuları arasındadır.

Hatta sağlık sosyolojisi, günümüzde özellikle Batı ülkelerinde sosyolojinin en geniş alt dallarından biri haline gelmiştir. 

Klasik sosyoloji kuramları içinde Engels’in, “İngiltere’de işçi Sınıfının Durumu” adlı çalışması ve Durkheim’ın intihar çalışması, öne çıkan çalışmalardır.  Modern sosyoloji içinde de sağlıkla ilgili sayılabilecek en ünlü çalışma, Parsons’ın “Sosyal Sistem” adlı eseridir. 

Sağlık (ve hastalık) sosyolojisi, sağlığın ve hastalığın, toplumda nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını, bu süreçlerin toplumsal yapılarla olan ilişkilerini inceler.

Sağlık sosyolojisi terimi ilk olarak, 1894' te Charles McIntyre tarafından kullanılmıştır.  

Sağlık sosyolojisinin gelişimi, üç dönemde incelenebilir:
  1. Tıpta Sosyoloji (sociology in medicine) : 1960’lara kadar olan kısmını kapsar. Bu dönemde, tıbbın kendi paradigması ve ‘sağlığın ve hastalığın biyomedikal modeli’ baskındır. Sosyoloji, tıp yanlısıdır.
  2. Tıp sosyolojisi (sociology of medicine / medical sociology): Bu dönemde yapılan çalışmalarda tıp eleştirilmeye başlanmış; modern tıbbın meşruiyeti, tıp mesleğinin sınırları ve tıbbi örgütlerin işlev ve işleyişleri sosyolojik olarak sorgulanmıştır. 1960 ve 1970'ler süresince yapılan çalışmaları içine alan dönemdir.
  3. Sağlık ve hastalık sosyolojisi (sociology of health and illness): Bu dönemde yapılan çalışmalar eğitim, din, siyaset gibi diğer toplumsal kurumlara ve sağlıkla bu kurumların ilişkilerine odaklanarak önceki dönemin sınırlılıklarını aşmıştır.1970'li yılların sonundan itibaren başlamıştır.
Sağlık Nedir?

“Fiziksel, zihinsel ve sosyal açılardan tam bir iyilik hali”dir sağlık kavramını 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) açıklamıştır.

Sağlığın ve Hastalığın Biyomedikal ve Sosyal Modelleri 
İnsanların en önemli ölüm nedenlerinin enfeksiyonlar ve akut hastalıklardan kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalıklara doğru dönüşmesi epidemiyolojik dönüşüm ya da epidemiyolojik eşik olarak bilinmektedir.

Biyomedikal Model: Hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik, politik, psikolojik faktörleri görmezden gelen indirgemeci bir yaklaşımdır. Hastalığın sosyal belirleyicileri içinde bireysel düzeyde sigara içmek, stres ve egzersiz; yapısal düzeyde işsizlik ve yoksulluk sayılmaya başlanmıştır. 

Sağlık ve hastalık sosyolojisi, hastalığın ve sağlığın toplumsal olarak modellendiğini, tekrar tekrar belirtmiştir.  Sağlık durumu, biyoloji dışındaki faktörlerin sonu¬cudur, ve tesadüfi olarak oluşmadığı kanıtlanmıştır.

Ölüm ve hastalık oranları ya da insanların yaşamlarındaki değişimler, toplumsal yapılarla ilişkilidir ve cinsiyete, sınıfa, ırka ve yaşa göre değişiklik gösterirler.  Bu anlamda biyomedikal model, sağlıktaki toplumsal eşitsizlikleri hesaba katma konusunda başarısız olmuştur.  Bu çerçevede, biyomedikal modelin eleştirisinden doğan sağ¬lığın ve hastalığın sosyal modeli, biyomedikal modelin antitezidir.

Sosyal modelin özellikleri, kısaca şu şekilde özetlenebilir:
  1. Tıpta, içsel olan zihin-beden ikiliğine karşı çıkar. 
  2. Fiziksel beden, bireyin bütününden bağımsız bir şekilde “onarılabilecek” bir makine değildir. 
  3. Sağlık ve hastalık, sadece biyolojik değişimlerle ilişkili değildir.  
  4. Son olarak, tıbbi bilgi, hiçbir şekilde objektif olamaz; bilimsel bilgi de dahil olmak üzere, bütün bilgiler, içinde üretildikleri bağlama bağlıdır.  
Eleştiri önemlidir ve sağlık sosyolojisinin kuruluşu, tıbbi bilginin ayrıcalıklı kabul edilmemesiyle birlikte başlamaktadır. Bu açıdan, sağlık sosyolojisi bilgi sosyolojisinden doğmuştur denebilir.

Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri 
Sağlığı etkileyen çok sayıda faktör söz konusudur. Bu faktörler bireylerin, grupların ve toplumların sağlık düzeylerinin birbirinden farklılaşmasına neden olmaktadır. Sağlık düzeyleri, çok çeşitli değişkenlerle ölçülebilirse de bu konuda en sıklıkla başvurulan ölçütler, doğumda beklenen ortalama yaşam süresi, ölüm oranı (mortalite) ve hastalanma oranıdır (morbidite). 

Bireylerin sağlıkları, önemli ölçüde, içinde bulundukları toplumsal koşullar tarafından biçimlendirilmektedir. Toplumda, sağlık statüsünde, sağlığa ilişkin risklerin dağılımında ve sağlık hizmetlerine erişimde çeşitli eşitsizlikler söz konusudur ve bu eşitsizlikler, bireyler ya da gruplar arasında ölüm ve hastalık oranlarında, ortalama yaşam sürelerinde ve algılanan sağlık statülerindeki farklılıklarda görünür hale gelmektedir 

Bu etkenler: 
  • Genelden özele doğru genel sosyal 
  • Ekonomik 
  • Kültürel ve çevresel koşullar 
  • Beslenme 
  • Eğitim
  • Çevre kirliliği 
  • Gelir düzeyi 
  • Yaşama ve çalışma koşulları
  • Barış ve insan hakları güvencesi 
  • Devlet tarafından iyi bir şekilde yönetilme 
  • Temiz su ve hijyenik kanalizasyona erişim 
  • Etkili sağlık hizmetlerine erişim 
  • İyi barınma koşulları
Sosyal ve topluluksal ağlar: Bireysel yaşam tarzı faktörleri, Yaş, Cinsiyet, Kalıtımsal faktörler

Demografi ve Nüfus

FELSEFE Ders Notları
Demografi ve Nüfus - İnsan ve Toplum

Demografi: Göç, doğum ve ölüm süreçlerini ele alarak insan nufusu çalışan bir bilim dalıdır.
Nufus yapısını oluşturan temel özellikler , cinsiyet ve yaş gibi biyolojik özelliklerle, gelir, eğitim durumu, medeni durum, ırk özellikleri gibi sosyo-ekonomik  ve kültürel özelliklerden oluşur.

Doğum, yeni doğan kişinin bakışından, dünyaya geldiği zaman ve yeri tanımlar.

Doğurganlık, ebeveynlik statüsünü açıklayan bir kavramdır.

Doğum süreçlerinde kullanılan ölçümler şunlardır:
  1. Kaba Doğum Hızı: Bir yıl içinde tüm yaş grubundan annelerin yaptıkları doğum sayısının, genel nüfusa oranlamasıdır.
  2. Genel Doğurganlık Hızı: Genel Doğurganlık Hızı, doğurganlık yaşına bağlı bîr ölçümdür. Bir yıl içinde meydana gelen doğum sayısının, yıl ortasında doğurganlık yaşında olan kadınların sayısına oranlamasıyla oluşur.
  3. Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı (YGGDH): Yaş gruplarına göre doğurganlık hızı, bir yıl boyunca, bir yaş grubunda yer alan kadınlara düşen doğum sayısıdır. Yıl ortasındaki sayı dikkate alınır. Her 1000 kadına düşen doğum sayısı olarak hesaplanır.
  4. Toplam Doğurganlık Hızı: Toplam Doğurganlık Hızı, Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı dikkate alınarak hesaplanır. Tüm yaş gruplarındaki doğurganlık hızının ağırlıklı toplamı alınarak, yaş grubunun sınıf aralığını oluşturan beş ile çarpılır. 
Nufus Kuramları: 
(Nufus artışını etkileyen faktörleri açıklamak için)

Malthus: Nufusun kontrol edilmediğinde  geometrik oranla artarken; yiyecek üretiminin  aritmetik oranla arttığını savunur.

Malthus'a göre insan toplumunda nufusun artışını kontrol etmek için şu mekanizmalar bulunur:
  • Ölüm hızını artıran pozitif kontrol mekanizması
  • Doğum hızını düşüren önleyici kontrol mekanizması
Brettano: Artan zenginlikle, zevke düşkün insanoğlunun daha farklı eğlencelere yönelmesinin doğurganlığı düşürdüğünü savunur.

Sadler: Doğurganlığın nufus yoğunluğuyla ters orantılı olduğunu savunur.

Sadler'in nufus kanunundaki ilkeleri şunlardır:
  • Doğurganlık, nufus yoğunluğu ile ters orantılıdır.
  • Doğurganlık ölüm hızı ile doğrudan değişir.
Doubleday: Bitkiler ve hayvanların üremesi üzerinde beslenmenin yarattığı etkileri inceleyerek, elde edilen sonuçların insan doğurganlığı için de geçerli olduğunu savunur.

Ungem-Sternberg: Kapitalist mentaliteden etkilenen kadınlara eşitlik ve bağımsızlık arayışlarında erkekleşmeye başlamalarının doğurganlıkta düşüşe yol açtığını savunur.

Nitti: Bireyselliğin güçlü bir biçimde geliştiği, toplumsallaşmanın bireysel aktiviteyi ortadan kaldırmadığı, zenginliğin bölündüğü, eşitsizliğin sosyal nedeninin işbirliğinin daha üst bir formuyla ortadan kaldırıldığı toplumlarda doğum hızı, yiyecek hızına eşitlenir.

Dumont:  Yoksulluğun ve cehaletin yüksek doğurganlık nedeni olmadığını, tam tersine yüksek doğurganlığın, yoksulluk ve cehalet nedeni olduğunu iddia eder.

Fetter: Gönüllülük Yaklaşımı - Hiç bir nufus ilkesi tek başına doğurganlık kalıplarındaki değişimi açıklamak için yeterli değildir.

Sosyal Damarlar: Bir toplum üyesinin o toplumun değerlerine göre saygınlık kazanabilmek için ortaya çıkan bireysel dürtülerinin doğurganlık üzerindeki etkisini inceleyen yaklaşımdır.

Sosyal Damarlar ilkesini Dumont önermiştir.

Sosyal Damarlar kavramı, zevk, zerafet, lüks, gerçeğe ve adalete duyulan sevgi, hatta genelin iyiliği adına kendini feda edebilmek olan ideallerdir.

Morbidite: Sonu ölümle bitecek hastalıkları ve salgınları  açıklamakta kullanılan kavramdır.

Ölüm: Demografik açıdan nufusun azalmasını anlatan süreçtir.

Ölüm İstatistikleri üç ana hesaplamaya dayanır:

Kaba Ölüm Hızı: Bir yıllık bir süre içinde bir nufusta meydana gelen ölüm sayısının, her 1000 yaşayan kişiye düşen oranıdır.

Yaşa Bağlı Ölüm Hızı: Bir yıl içinde belirli bir yaş aralığında meydana gelen ölüm sayılarının aynı yaş grubunda yer alan toplam nufusa oranıdır.

Çocuk ölümlerinin incelenmesinde, yaşa bağlı ölüm hızları hesaplanmaktadır.

Çocuk ölümleri için üç temel kategori kullanılır:
  • Yeni doğan: Yaşamın ilk gününden yirmi sekizinci gününe kadar.
  • Bebek: Yaşamın ilk yılını,
  • Çocuk: Yaşamın ilk yılından beşinci yılına kadar.
Yeni Doğan Ölüm Hızı: Bir yıl içinde yaşamının birinci ve yirmi sekizinci günleri arasında ölenlerin sayısının, o yıl içinde meydana gelen doğum sayısına oranıdır.

Nedene Bağlı Ölüm Hızı: Morbidite hızında vaka ölçümü, Nedene Bağlı Ölüm Hızı’nın hesaplanmasında kullanılır. Çünkü hangi grupların ölmekte olduğunu, hangi grupların riskinin en az olduğunu bilmek istenir.

Göç: Nüfus hareketlerini etkileyen diğer bir süreç, göçtür.

Başlıca göç sınıflandırılmaları: 
İç göç: Bir nüfus ipinde, alt grupların hareketliliğidir. 
Örneğin, Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere göç edilmesine iç göç denir.  

Dış göç: Bir nüfusun, bir ülkeden başka bir ülkeye hareketini anlatır.  
Örneğin, 1960’Iı yıllardan itibaren ekonomik nedenlerden dolayı, Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru büyük bir hareketlilik yaşanmıştır. 

Zorunlu Göç: Savaş, doğal afet ya da baskı nedeniyle, nüfusun, kendi istekleri dışında, ülkelerinden başka bir ülkeye hareketliliğidir.

Göç Ölçümleri şu şekilde sınıflandırılır:
  • Gelen göç: Bir grup insanın, bir nüfusun ya da alt nüfusun yerleştiği bölgeye, yerleşmek amacıyla gelmesidir.
  • Giden göç: Bir grup insanın, başka bir yere yerleşmek için, belirli bir bölgeden gitmesidir.
  • Net göç: Belli bir zaman diliminde, bir coğrafi bölge için, gelen ve giden göç arasındaki farkı verir.
  • Katkılı (gross) göç: Belli bir zaman aralığında, gelen ve giden göçün toplamıdır.

Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları

FELSEFE Ders Notları
Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları - İnsan ve Toplum

Göç, ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle insanların bireysel ve kitlesel olarak yer değiştirme eylemi ya da yaşanılan yerin değiştirilmesi eylemidir.

Göç: İç göç, Dış göç, Zorunlu göç, Gönüllü göç

Göç hareketlerini amaçları açısından şu şekilde sınıflandırabiliriz: 
  • Amacı Açısından: Ekonomik/ Ekonomik olmayan göç,
  • Etmenler Açısından: Gönüllü / Gönülsüz göç,
  • Süresi Açısından: Geçici / Sürekli göç,
  • Yerleşim Yeri Açısından: Transit / Yerleşik göç,
  • Yasal Statü Açısından: Yasal / Kaçak göç,
  • İllegalite Açısından: Vasıflı / Vasıfsız göç.
Göç Nedenleri: Uluslararası göç literatüründe dört ana başlık altında değerlendirilir.
  • Bölgelere arası gelir farklılıkları
  • Ülkeler arası farklı demografik özellikler
  • Kapitalizmn devresel krizleri
  • Küresel olarak yeniden yapılanmaya zorlanan ekonomiler
Neo-klasik ekonominin makro güç kuramı gücün temel nedenlerini:
  • Ülkeler arası ücretler,
  • İstihdam koşullarındaki farklılıklar şeklinde sınıflandırırlar.
  • Göçün kendisi emek piyasasını dengeleyici bir mekanizma olarak algılanmaktadır. 
  • Makro düzeyde göç, sermaye ve emeğin coğrafi olarak eşitsiz dağılımından kaynaklanmaktadır.
  • Ülkeler arasındaki ücret farklarının giderek azalması emek hareketlerinin yavaşlamasına ve göçün son bulmasına neden olacaktır.
Neo-klasik ekonominin mikro güç kuram:  
Bu kuram da göçün nedenleri konusunda makroekonomik kurama benzer bir şekilde varsayımlar öne sürmektedir. Ancak, bu kuram göre, göçe neden olan faktör, iş piyasalarındaki makro olgularla birlikte özellikle bireyin kendisidir.   

Sjaastad, Borjas ve Todaro’nun geliştirdikleri bu modele göre bireyler; rasyonel düşünce sistemlerini kullanarak maliyet/kâr hesabı yapmak suretiyle daha yüksek bir kazanç elde edecekleri hesabının sonucunda göç etme kararı vermektedir.   

Bu modele göre göçte belirleyici olan, bireyin hedef ülkenin işyerindeki kazancı hesaplamasıdır. Bu hesapta yaş, deneyim, öğrenim, medeni durum ve beceri gibi bireysel değişkenler rol oynamaktadır.   

Mikroekonomi kuramı, göç kararının bireysel olarak alındığını vurgular; göç veren ülke ve gidilmek istenen yer çeşitli ülke alternatifleri arasındaki göreli maliyet ve fayda karşılaştırmasına yani “rasyonel tercihlere” dayanır.  Mikro kuram göçü gelirin maksimizasyonu doğrultusunda bireysel bir karar olarak ele almaktadır.  Neo-klasik mikro göç kuramı, dayandığı iktisat modeline ve günün koşullarına uygun olarak “bireysel faktörleri” göç analizinin içine katmıştır.

Neo-klasik modele yönelik eleştiriler: Neo-klasik kuramın fayda-maliyet modeli, benzer göçlerin neden eşit derecede fakir bölgelerden olmadığına yanıt verememektedir.  

Bu model temel olarak oldukça bireyselcidir ve varsayımları göçün sosyo-ekonomik ve sosyo-politik boyutunu göz ardı etmektedir.   

Neoklasik (“piyasa mantığı”) yaklaşım, sosyal, politik, kültürel etkenleri bir kenara bırakmakta ve sadece iktisadi mekanizmalara odaklanmaktadır.  

Yeni Ekonomi Kuramı
1990’li yıllarda Oded Stark tarafından geliştirilen teori göç kararının sadece bireyler tarafından değil, gruplar tarafından verildiğini, özellikle aile ve hane halkının etkili olduğunu, göçün bîr aile stratejisi olduğunu öne sürmektedir.

Yeni ekonomi teorisine göre göç kararları yalnız bireysel aktörler tarafından alınmamaktadır.

Yeni ekonomi kuramına göre ise göç kararı, kolektif bir aile kararıdır. Göçlerde bireyin değil ailenin ve hane halkının karar ve davranışları önemlidir.

Yeni Ekonomi kuramına göre, göçe üç temel finansal faktör yol açmaktadır:
  1. Diğergamlık (aileye bağı nedeniyle kişinin kendi çıkarı dışında ailesinin çıkarlarını da düşünmesi ve bu çıkarlar doğrultusunda göç kararı alması).  
  2. Güvence (gelir şoklarını aşabilmek için insani ve sosyal gelişim) ve yatırım (hayat boyu göç planının bîr parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikimi)               
  3. Yatırım (hayat boyu göç planının bir parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikim)  
“Neoklasik” ve “yeni ekonomi” kuramının her ikisi de mikro düzey modellerdir. Aralarındaki temel fark, göç kararını kimin verdiği (birey ya da hane halkı), gelirin ve risklerin nasıl hesaplandığı gibi noktalardadır. 
 
İkiye Bölünmüş Emek Piyasası Kuramı 
Bu teoriye göre uluslararası emek göçü, büyük ölçüde gelişmiş ülkelerdeki talebe dayalı olarak gerçekleşmektedir.
Göçmen işçi talebi ekonominin yapısal gereksinimlerinden doğar; Ücret teklifleri ve uluslararası ücret farkları emek göçünün oluşması için zorunluluk değildir. 

Göç, endüstri sonrası toplumların ekonomisinde yapısal olarak oluşan birincil sektör ve ikincil sektör ayrımına bağlı olarak, bu toplumların ikinci sektördeki vasıfsız emek ihtiyaçlarını karşıladığı için artmaktadır.

İkili işgücü piyasası teorisinin temel noktası şudur: Gelişmiş ülkelerde düşük seviyeli işgücüne sürekli bir talep olduğundan ve yerli işçiler kabul etmediği için göç sürekli olarak artmaktadır.

Bu teori göçü, modern sanayi toplumlarının yapısal ihtiyaçlarıyla bağlantılanmakta ve daha çok gelişmiş alıcı ülkelerin göç motifleri üzerinde durmaktadır.   

Bu teoriye göre göç alan ülkelerin çekici faktörleri göç veren ülkelerin itici faktörlerinden daha önemlidir.  

Gelişmiş ülkelerde işgücü göçü ihtiyacı ekonomik yapı açısından gereklidir.  Göç alan ülkelerdeki çekici faktörler, sabit yapılı enflasyon, motivasyon problemleri, çift yönlü ekonomi, işgücü arzıdır.

1970’Ii yılların sonlarında Michael J. Piore tarafından geliştirilen teori göçün, sanayi toplumlarının sürekli bir gereksinimi olduğunu ileri sürmektedir.  

“İkiye Bölünmüş Piyasalar” kuramı, uluslar arası göç hareketinin modern sanayi toplumlarının işgücü talebinden ileri geldiğini savunmaktadır.   

Bu kuramın önde gelen isimlerinden Piore’ye (1979) göre, uluslararası göç, gelişmiş ülkelerin ekonomik yapısının bir temel öğesi olan sürekli işgücü talebinden dolayı gerçekleşmektedir. 

Göç Sistemleri Kuramı : Göç olsuna uluslararası ilişkiler çerçevesinde, ekonomik ve politik temelli olarak yaklaşan kuramsal bir çerçevedir.

Göç Endüstrisi, İşci bulma örgütleri avukatlar, acentaler, kaçakçılar ve diğer aracıların birleşmesiyle ortaya çıkar.

Faist, göç sistemleri kuramının üç özelliğinden bahseder. Bunlar;
  • Kuramın göç sistemlerindeki sürece yoğunlaşması
  • Kuramın insanlardan ziyade ülkeler arasındaki bağlantıların varlığı üzerine mal, hizmet, bilgi ve fikir akışlarına vurgu yapması.
  • Kuramın toplumsal ağ kuramını güçlü biçimde uygulaması şeklindedir.
Dünya Sistemi Göç Kuramı, 1970'li yıllarda Wallerstein, Amin, Galtung, Castle ve Kosack tarafından ortaya atılmıştır. 1980'li yıllarda Castles, Sassen ve Portes  tarafından geliştirilmiştir.

Dünya Sistemi Göç Kuramı'na göre, uluslararası göç, kapitalist gelişmenin neden olduğu kopma ve yer değiştirmelerinin doğal sonucudur.

Dünya Sistemi Göç Kuramı Temel Varsayımları
  • Göç, kapitalis gelişme sürecinde ortaya çıkan düzensizliklerin ve bozulmaların doğal sonucudur.
  • Uluslararası göç, giderek gneişleyen küresel piyasanın siyasal ve ekonomik organizasyonlarını izler.
  • Kapitalis ekonomik ilişkilerin çevre ülkelere nufus etmesi, kapitalist olmayan toplumlarda dışarıya göçe eğilimli, hareketli nufus yaratmaktadır.
Massey, göç ağını göçmenlerin aileleri, arkadaşları ve ülkelerinde kalan yakınları ile karşılıklı ilişkilerinin bir bütünü olarak tanımlar.

Uluslararası göçü özendiren nedenleri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

Soydaşlık ve dostluk ilişkileri ağlarının varlığı
Göçmenler arasındaki ortak köken 

Göçmen İlişkiler Ağı Kuramı'nın varsayımları şunlardır:
  • Göçmen ilişki ağları, göç hareketinin maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Göçmen ilişki ağ bağlantıları, yurt dışında bir işe ulaşmada kullanılan sosyal sermaye biçimini oluşturur.
  • Göçmenlerin sayısının kritik bir eşiğe ulaşması ve ağların genişlemesi; göçün maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Zamanla göç davranışı, göç veren toplumun geniş katmanlarına yayılarak genişler.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü