10 Ocak 2014 Cuma

Adli Psikoloji

FELSEFE Ders Notları
Psikolojiye Giriş
Adli Psikoloji

Hukuk ve psikolojinin kesişim alanında yer alan adli psikoloji için adalet psikolojisi suç psikolojisi eş anlamlı olarak kullanılan terimdir. 

Türkiyede Adli Psikolojinin Tanımı: Hukuk davaları ve ceza davalarında yasaların uygulanmasında cezaların düzenlenmesinde ve infazında psikolojinin bilimsel bilgi ve yöntemlerinin kullanıldığı psikolojinin bir alt dalıdır. Adli psikoloji insanların yasalar yasaların insanlar üzerindeki etkilerini inceleyen bilim dalıdır.

Adli Psikolojinin Tarihi

İlk defa 1505’te İngiltere’de delilik nedeniyle bir ceza yargılamasında beraat kararı verildi. Ancak ceza davalarında davalının akıl sağlığının yerinde olmamasının cazai sorumluluğu ortadan kaldırdığına dair bir prensibin kabulu 1843 yılında McNaughten davası olarak bilinen davada gerçekleşti.

1896’da Leipzig’de bir mahkemede Von- Schrenk- Nortzing ilk defa “ adli psikolog” rolü ile katkı sunmuştur. 
 
W. Marston ise 1915’te yalan söyleyenlerin sinir sistemlerinin işleyişinde uyarılmaya bağlı bazı değişiklikler olduğu fikrinden hareketle ilk poligraf ( yalan makinesi) prototipini icat etti. Yine 20. yy. başlarında K. Marbe ABD’de ilk defa bir hukuk mahkemesinde, bir makinistin treni durdurabilmesi ile tehlikeyi gördüğü süre arasında belli bir zaman aralığı olabileceğine dair uzman bilirkişi görüşünü sundu. Ceza davaları dışında ilk defa adli alanda psikologlardan faydalanılması da bu dava ile gerçekleşmiş oldu.

Bu alanda bilimsel çalışmalar II. Dünya savaşı sürecinde yavaşlamıştır.
 
1990'lardan itibaren aile mahkemeleri,çocuk mahkemeleri,denetimli serbestlik büroları ile koruma kurullarında ceza infaz kurumlarında psikologlar uzman olarak görev yakmaktadır.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Klinik Psikoloji

FELSEFE Ders Notları
Psikolojiye Giriş
Klinik Psikoloji
 
Klinik psikoloji, bireyin duygusal, bilişsel, davranışsal ve psikolojik sıkıntılarını ve zorlamalarını anlamak, bunların gelecekteki seyirlerini yordamak ve hafifletmek amacıyla bilimi, teoriyi ve uygulamayı birleştiren psikolojinin alt alanıdır. Bu alanda uzman psikologlara ise, klinik psikolog denilmektedir.

Birbiriyle Yakından İlişkili Ruh Sağlıgı Uzmanlık Alanları

Psikiyatr: Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra psikiyatr alanında uzmanlaşan hekimdir. Psikiyatr anormal davranısların tedavisinde ilaç kullanmakla, fiziksel hastalıkları tedavi etmekte ve inceleme yapmakta yetkili tıp hekimlerinden oluşan alandır.

Psikolojik Danışman: Normal ve orta düzeyde sıkıntı ve uyum problemi yaşayan birey yada gruplarla çalışan meslek grubudur. Psikolojik Danışma ve Rehbetlik Bölümlerinden mezun olanlar bu alanda hizmet vermektedir.

Sosyal Hizmet Uzmanı/Sosyal Hizmet Çalışanı: Ekonomik, sosyal ve kültürel yönden sıkıntı içinde bulunan kişi grup yada toplulukların sorunlarını tanımaları , sahip oldukları olanakları kullanmaları cevredeki olanakları araştırmaları ve yararlanmalarına yönelik hizmet veren uzmandır.Sosyal hizmet bölümlerinden mezun olan bu meslek grubu çalışanları psikolog ve psikiyatrdan farklı olarak daha cok aile ortamı , çalışma koşulları okul ortamı yada sosyal çevrede çeşitli düzenlemeler yaparak bireylerin sorunlarının azaltılmasına katkı sağlar.

Sağlık Psikologları: 4 yıllık lisans eğitiminden sonra sağlık psikolojisi alanında yüksek lisans yaparak uzmanlaşan meslek grubudur. Temel çalışma alanı olarak hastalıkların önlenmesi, iyi sağlık koşullarının yaratılması geliştirilmesi ve devam ettirilmesi yada tıbbi rahatsızlığa sahip kişilerin tedavi edilmesine yönelik araştırma ve uygulama yapar.

7 Ocak 2014 Salı

Sosyal Psikoloji

FELSEFE Ders Notları
Psikolojiye Giriş
Sosyal Psikoloji

Sosyal psikoloji; insanı özelliklede başka insanlarla ilişkileri bağlamında anlamaya çalışır. Hayatın insana dair her yönü hakkında söyleyecek sözü olan çok geniş ve zengin bir bilim dalıdır. Klinik psikolojisi,psikolojik sorunları olan insanları anlamak ve tedavi maksadını taşır. Sosyal psikoloji ise daha genel olarak ''normal'' insanı anlamak arzusundadır. 

Sosyal Psikolojinin Kısa Tarihi

Alanın tarihçesini biçimlendiren en önemli olaylardan biri, Hitler Almanyasından kaçan çok sayıda sosyal psikologun 1930 ve 40'lı yıllarda Amerikaya yerleşip buradaki üniversitelerde başarılı çalışmalarda bulunması olmuştur. Nazizm ve Faşizm akımlarının psikolojik kökenlerini anlama arzusu ve 2.Dünya savaşının gerekleri bu dönemde alanın sorduğu sorular üzerinde etkili oldu. Bugün sosyal psikoloji psikolojinin değişik alt dallarda içinde en dinamik olanlarından biridir ve sosyal psikologlar dinden politikaya aşktan önyargıya saldırganlıktan işbirliğine insana dair akla gelebilecek her konuyu anlayıp anlatmaya çalışırlar.  

Sosyal Psikolojinin İki Temel İlkesi

Sosyal psikologlara çalışmalarında insan doğasına dair bazı temel varsayımlar eşlik ve rehberlik eder. Bunlardan birincisi insanların dünyayı olduğu gibi değil kendi oldukları gibi görmeleridir. Gerçekliği algılayışımızda dışarıdaki objektif dünya kadar kendi benliğimizin de rolü vardır.

Sosyal psikologların kendilerine düstur kabul ettikleri ikinci ilkeyse sosyal etkinin çok yaygın ve güçlü olduğudur.

İnsanlar Ne İster?
  • Hayatımız üzerinde hakimiyet sahibi olmak. Bu güdü bizi kendimizi başkalarını ve hayatın bizimle alakalı kısımlarını en doğru biçimde anlamaya ve bu bilgiyi kendi lehimize kullanıp hayyatta arzuladığımız noktalara gelmemizi sağlamayıa sevk eder.
  • Sevmek , sevilmek, ait olmak. Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde olmak,onlar tarafından kabul görmek...
  • Benliğimizi değerli görmek. İyi düzgün sevilesi bir insan olduğumuza bir anlamda varoluşumuzun ''doğru'' olduğuna inanmak. Ortalamanın üstü etkisi: Araştırmalar insanların çogunun kendilerini okul başarısı, iş performansı, zeka, popülerlik, sportiflik, liderlik, araba sürme becerisi ve daha pek çok konuda ortalamanın üstünde gördüğünü belgelemektedir. Çoğunluğun ortalamanın üstünde olması istatistiki açıdan mümkün olmadığından bu olgu benliğimizi degerli görme ihtiyacımızın bir uzantısı olarak görülür.

Çocuklukta Sosyal Gelişim

FELSEFE Ders Notları
Psikolojiye Giriş
Çocuklukta Sosyal Gelişim

Çocuğun bilişsel ve dil gelişimiyle paralellik gösteren sosyal gelişim, toplumsallaşma, benlik ve kişilik oluşumu gibi süreçleri kapsar. Bu süreçte çocuk yaşadığı sosyal çevrenin değerlerini öğrenir, hangi davranış ve duyguların ne kadar ne derece gösterilmesi konusunda bilgi sahibi olarak önce başkalarının yani ailedeki yetişkinlerin yönlendirmeleriyle sonrada kendi öz kaynaklarını kullanarak sosyal davranış  ve duyguları beklenen yönde gösterme yolunda ilerler. Bu sosyal bilginin bir kısmı yetişkinlerin öğretmesi yolula edinilir çoğu kısmı ise dolaylı yollarla aile ve toplumdaki yaşantı sırasında kendiliğinden kazanılır.

Sosyal Davranışlar

Sosyal gelişim literatürüne bakıldığında ele alınan temel gelişimsel özellikler olumlu sosyal davranışlar ve bunlarla ilişkili olan diğer ahlaki ve duygusal gelişimsel becerilerdir. Toplumların uyumlu işleyişi için önemli olan sosyal ağların oluşumuna katkıda bulunan olumlu sosyal davranışlar sosyal gelişimin belli başlı bileşenlerinden biri olarak görülür.

Olumlu sosyal davranışların sergilenmesinde empati (eşduyum) büyük rol oynar. Empati bir başkasının duygusal durumunu ve yaşadığı hissi kavrayıp aynı veya benzer duyguyu kişinin bizzat kendisininde yaşaması anlamına gelir.

Sosyal gelişimin bir başka temel bileşenide anti-sosyal davranışlar, yani saldırgan ve yıkıcı davranışlardır. Başkalarına veya onlara ait şeylere zarar vermeyi amaçlayan hareketler olarak tanımlanır.

Saldırgan davranışlar
  • Fiziksel Saldırganlık
  • Sözel Saldırganlık
  • İlişkisel saldırganlık
Olumlu sosyal davranışlar  ve Saldırgan davranışların gelişiminde hem biyolojik, hem de çevresel faktörlerin etkili olduğu ortaya koyulmuştur.

Sosyal Gelişimi Açıklamaya Yönelik Kuramlar

Sosyal gelişimini açıklamaya yönelik kuramın ortaya koyduğu önermeler (ampirik) araştırmalar ile test edilebilir. Sosyal gelişime dair kuramların belli başlıları:
  • Psikanalitik Kuram
  • Davranışçılık Kuramı
  • Sosyal Öğrenme Kuramı
  • Bilişsel Gelişim Kuramı
  • Etolojik Kuram
  • Ekolojik Sistemler Kuramı
Psikanalitik Kuram

Psikoseksüel Gelişim Kuramı (Freud) 

Sigmund Freud (1910) tarafından geliştirilen kuram, insanın çoğunlukla farkında olmadığı dürtüler ve çatışmalarla hareket eden bir varlık olduğunu varsayar. Bilinçaltı süreçlerin önemine vurgu yapar.

Freud’ a göre insan EROS ve THANATOS olmak üzere iki temel dürtüyle dünyaya gelmektedir. Eros ya da yaşam içgüdüsü, yeme, içme, cinsellik gibi yaşamı devam ettirmeye yarayacak bedensel bütün ihtiyaçları karşılayan aktiviteleri yönetir ve hayatta kalmayı sağlar. Thanatos, ölüm içgüdüsü ise, dövüşme, öldürme, mazoşizm gibi davranışlarla ifade edilen yok edici bir güçtür. Bu kuram enerjiyi, cinsel enerji (libido) olarak tanımlar.

Çocuklar 5 ayrı gelişim döneminden geçerler. Bu gelişim dönemleri:
  1. Oral (0-1 yaş)
  2. Anal (1-3 yaş)
  3. Fallik (3-6 yaş)
  4. Gizil (6-13 yaş)
  5. Genital (13-19 yaş)
Gelişim sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesine engel olan iki temel olumsuz süreç vardır. Bu süreçler Engellenme ve Aşırı doyum süreçleridir. Engellenme, aşırı doyurulmasından daha güçlü takılmalara yol açar. Freud, çocuğun gelişimini üç farklı yapı içinde tanımlar: id (dürtü), ego (rasyonel) ve süperego (ahlak).

İd (Dürtü) : Doğuşta var olan ve yeni doğan bebeğin biyolojik iç güdülerini doyurma fonksiyonu bulunan yapıdır. İd, bilinçsizce ve irrasyonel şekilde işler.

Ego (Rasyonel) : Kişiliğin bilinçli, rasyonel kısmını oluşturur. Ego’nun işlevi, içgüdülerin rasyonel bir biçimde doyumunu sağlamaktır. Örneğin; aç çocuk ağlayıp bağırmak yerine, yiyeceğe nasıl ulaşabileceğini düşünüp mantıklı bir yol bulabilir.

Süperego (Ahlak) : Çocuğun hareketlerine rehber olan ahlak kurallarından oluşur ve gerçek anlamda bir içsel denetçidir.  3-6 yaşla arasında olur. Süperegonun gelişimi, içselleştirme süreciyle çok yakından bağlantılıdır. İçelleştirme, toplumsal değer ve davranışları kendisininmiş gibi benimsemedir. içselleştirmeyle, bir yetişkinin gözetimi olmaksızın gerekli ahlaki davranışları gösterir hale gelir. Böylece vicdan gelişimi sağlanır. Vicdan ve içselleştirme gibi önemli gelişimsel süreçlerden süperego sorumludur. 3-6 yaşlarındaki ebeveyn çocuk ilişkisi süperegonun gelişiminde çok etkilidir.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Aristoteles

FELSEFE Ders Notları
İlkçağ Felsefesi
Aristoteles

Aristoteles ya da kısaca Aristo MÖ 384 – 7 Mart MÖ 322 dolaylarında Trakya'daki Stageira'da Makedonya kralı II. Amyntas'ın (Philippos'un babası) hekimi olan Nikomakhos'un oğlu olarak dünyaya gelmiş ve genç yaşlarında Atina'ya giderek Platon'un Akademia'sına girmiştir. Platon ile Batı düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılır. Fizik, gökbilim, ilk felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser vermiştir.

Aristoteles MÖ 385 dolaylarında Atina'ya tekrar dönmüş ve kendi okulunu kurmuştur.Okul "Liseus" isimli bir bölgede olduğu için Liseum adıyla anılmış, okul öğrencileri tartışmalarını genellikle yürüyüş yollarında gezinerek yaptıkları için bu okulun öğrencilerine peripathetikler (gezinenler) de denmiştir.

Aristoteles düşünce tarihine etkileri bakımından başta gelen eserlerinden biri, mantık disiplinini adeta tek başına inşa ettiği Organon'dur. Bu eser kategoriler (Kategoriai), Peri Hermeneias  (Önerme Üzerine), I.Analitikler (Analytika I), II Analitikler (Analytika II), Topikler (Topika) ve Sofistik Çürütmeler (Peri Sophistikon Elegkon) adlarını taşıyan altı kitaptan oluşur ve akıl yürütmenin dayandığı temel ilkeleri inceler.

Aristoteles'in felsefenin gelişimini çağlar boyu en çok etkilemiş eseri Metafizik, onun "ilk felsefe" (protephilo sophia) dediği varlık sorunlarını ele alan eserdir.

Aristoteles'in Varlık Anlayışı

Ona göre Platon, idealarla fenomenler, tümel ile tekil arasında inandırıcı bir bağlantı kuramamıştır. Bu bağlantıyı kurmak için yaptığı bütün denemelere rağmen, idealar dünyası fenomenler dünyasından ayrı, başka bir dünya olarak kalmıştır. İdea öğretisi öz ile görünüşü, varlık ile oluşu birbirinden koparıp ayırmıştır. Platon'un birbirinden ayırdığı bu iki dünyayı birisi algılanan ,öteki düşünce ile kavranan kendi gerçek kavramında yeniden birleştirmek Aristoteles'in başlıca problemi olacaktır. İdea ile fenomen arasında öyle bir bağlantı kurulmalı ki bu bağlantı bize algılananı kavramsal bilgi ile açıklayabilmeyi sağlasın. 

Bu bağlantıyı da Aristoteles şöyle kuruyor: Ona göre idealar, tek tek nesnelerin özüdür; bunların varlıklarının varoluşlarının nedenidir; bunun böyle olduğunu göstermek de felsefenin ana ödevidir. Platon da iki ayrı dünya vardı: İdealar dünyası (asıl gerçek olan dünya; duran, kendi kendisiyle hep aynı kalan dünya), bir de duyu dünyası (meydana gelip yok olan nesnelerin, boyuna değişen şeylerin dünyası). Aristoteles için ise idealar dünyası duyular dünyasının içindedir.

Aristoteles felsefi görüşleri bakımından bir miktar Platoncu olsada bir çok önemli noktada hocasıyla ayrı düşmüştür. Bu ayrımın en belirgin olduğu konu varlık konusudur.

Aristoteles Platon'un eidos yada idea kavramlarını aynen benimsemiş ve eserlerinde kullanmıştır. Ama onlara yüklediği anlamlar Platon'un anlamlarından farklı olmuştur.

Aristoteles görünür şeyleri yani maddeyi (hylea) idea öz yada form ile bir arada, iç içe ele alan bu özgün varlık anlayışı, beraberinde birçok soru işareti getirmektedir. Bunların ilki görünür şeylerle ideaların yada madde ile özün birbirleriyle ilişkilerinin ne olduğu sorusudur.

Aristoteles maddenin ancak form ile gerçekik kazandığını form sayesinde biçimlenip niteliğe büründüğünü varlığa geldiğini düşünmekteydi.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü