7 Haziran 2014 Cumartesi

Sağlık, Hastalık ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Sağlık, Hastalık ve Toplum - İnsan ve Toplum

Sağlık veya hastalık, insanların aklına öncelikle, sosyal bilimler ya da sosyoloji değil de doktorlar, hastaneler ve ilaçlar gelir. Ancak sağlık, sosyolojinin konuları arasındadır.

Hatta sağlık sosyolojisi, günümüzde özellikle Batı ülkelerinde sosyolojinin en geniş alt dallarından biri haline gelmiştir. 

Klasik sosyoloji kuramları içinde Engels’in, “İngiltere’de işçi Sınıfının Durumu” adlı çalışması ve Durkheim’ın intihar çalışması, öne çıkan çalışmalardır.  Modern sosyoloji içinde de sağlıkla ilgili sayılabilecek en ünlü çalışma, Parsons’ın “Sosyal Sistem” adlı eseridir. 

Sağlık (ve hastalık) sosyolojisi, sağlığın ve hastalığın, toplumda nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını, bu süreçlerin toplumsal yapılarla olan ilişkilerini inceler.

Sağlık sosyolojisi terimi ilk olarak, 1894' te Charles McIntyre tarafından kullanılmıştır.  

Sağlık sosyolojisinin gelişimi, üç dönemde incelenebilir:
  1. Tıpta Sosyoloji (sociology in medicine) : 1960’lara kadar olan kısmını kapsar. Bu dönemde, tıbbın kendi paradigması ve ‘sağlığın ve hastalığın biyomedikal modeli’ baskındır. Sosyoloji, tıp yanlısıdır.
  2. Tıp sosyolojisi (sociology of medicine / medical sociology): Bu dönemde yapılan çalışmalarda tıp eleştirilmeye başlanmış; modern tıbbın meşruiyeti, tıp mesleğinin sınırları ve tıbbi örgütlerin işlev ve işleyişleri sosyolojik olarak sorgulanmıştır. 1960 ve 1970'ler süresince yapılan çalışmaları içine alan dönemdir.
  3. Sağlık ve hastalık sosyolojisi (sociology of health and illness): Bu dönemde yapılan çalışmalar eğitim, din, siyaset gibi diğer toplumsal kurumlara ve sağlıkla bu kurumların ilişkilerine odaklanarak önceki dönemin sınırlılıklarını aşmıştır.1970'li yılların sonundan itibaren başlamıştır.
Sağlık Nedir?

“Fiziksel, zihinsel ve sosyal açılardan tam bir iyilik hali”dir sağlık kavramını 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) açıklamıştır.

Sağlığın ve Hastalığın Biyomedikal ve Sosyal Modelleri 
İnsanların en önemli ölüm nedenlerinin enfeksiyonlar ve akut hastalıklardan kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalıklara doğru dönüşmesi epidemiyolojik dönüşüm ya da epidemiyolojik eşik olarak bilinmektedir.

Biyomedikal Model: Hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik, politik, psikolojik faktörleri görmezden gelen indirgemeci bir yaklaşımdır. Hastalığın sosyal belirleyicileri içinde bireysel düzeyde sigara içmek, stres ve egzersiz; yapısal düzeyde işsizlik ve yoksulluk sayılmaya başlanmıştır. 

Sağlık ve hastalık sosyolojisi, hastalığın ve sağlığın toplumsal olarak modellendiğini, tekrar tekrar belirtmiştir.  Sağlık durumu, biyoloji dışındaki faktörlerin sonu¬cudur, ve tesadüfi olarak oluşmadığı kanıtlanmıştır.

Ölüm ve hastalık oranları ya da insanların yaşamlarındaki değişimler, toplumsal yapılarla ilişkilidir ve cinsiyete, sınıfa, ırka ve yaşa göre değişiklik gösterirler.  Bu anlamda biyomedikal model, sağlıktaki toplumsal eşitsizlikleri hesaba katma konusunda başarısız olmuştur.  Bu çerçevede, biyomedikal modelin eleştirisinden doğan sağ¬lığın ve hastalığın sosyal modeli, biyomedikal modelin antitezidir.

Sosyal modelin özellikleri, kısaca şu şekilde özetlenebilir:
  1. Tıpta, içsel olan zihin-beden ikiliğine karşı çıkar. 
  2. Fiziksel beden, bireyin bütününden bağımsız bir şekilde “onarılabilecek” bir makine değildir. 
  3. Sağlık ve hastalık, sadece biyolojik değişimlerle ilişkili değildir.  
  4. Son olarak, tıbbi bilgi, hiçbir şekilde objektif olamaz; bilimsel bilgi de dahil olmak üzere, bütün bilgiler, içinde üretildikleri bağlama bağlıdır.  
Eleştiri önemlidir ve sağlık sosyolojisinin kuruluşu, tıbbi bilginin ayrıcalıklı kabul edilmemesiyle birlikte başlamaktadır. Bu açıdan, sağlık sosyolojisi bilgi sosyolojisinden doğmuştur denebilir.

Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri 
Sağlığı etkileyen çok sayıda faktör söz konusudur. Bu faktörler bireylerin, grupların ve toplumların sağlık düzeylerinin birbirinden farklılaşmasına neden olmaktadır. Sağlık düzeyleri, çok çeşitli değişkenlerle ölçülebilirse de bu konuda en sıklıkla başvurulan ölçütler, doğumda beklenen ortalama yaşam süresi, ölüm oranı (mortalite) ve hastalanma oranıdır (morbidite). 

Bireylerin sağlıkları, önemli ölçüde, içinde bulundukları toplumsal koşullar tarafından biçimlendirilmektedir. Toplumda, sağlık statüsünde, sağlığa ilişkin risklerin dağılımında ve sağlık hizmetlerine erişimde çeşitli eşitsizlikler söz konusudur ve bu eşitsizlikler, bireyler ya da gruplar arasında ölüm ve hastalık oranlarında, ortalama yaşam sürelerinde ve algılanan sağlık statülerindeki farklılıklarda görünür hale gelmektedir 

Bu etkenler: 
  • Genelden özele doğru genel sosyal 
  • Ekonomik 
  • Kültürel ve çevresel koşullar 
  • Beslenme 
  • Eğitim
  • Çevre kirliliği 
  • Gelir düzeyi 
  • Yaşama ve çalışma koşulları
  • Barış ve insan hakları güvencesi 
  • Devlet tarafından iyi bir şekilde yönetilme 
  • Temiz su ve hijyenik kanalizasyona erişim 
  • Etkili sağlık hizmetlerine erişim 
  • İyi barınma koşulları
Sosyal ve topluluksal ağlar: Bireysel yaşam tarzı faktörleri, Yaş, Cinsiyet, Kalıtımsal faktörler

Demografi ve Nüfus

FELSEFE Ders Notları
Demografi ve Nüfus - İnsan ve Toplum

Demografi: Göç, doğum ve ölüm süreçlerini ele alarak insan nufusu çalışan bir bilim dalıdır.
Nufus yapısını oluşturan temel özellikler , cinsiyet ve yaş gibi biyolojik özelliklerle, gelir, eğitim durumu, medeni durum, ırk özellikleri gibi sosyo-ekonomik  ve kültürel özelliklerden oluşur.

Doğum, yeni doğan kişinin bakışından, dünyaya geldiği zaman ve yeri tanımlar.

Doğurganlık, ebeveynlik statüsünü açıklayan bir kavramdır.

Doğum süreçlerinde kullanılan ölçümler şunlardır:
  1. Kaba Doğum Hızı: Bir yıl içinde tüm yaş grubundan annelerin yaptıkları doğum sayısının, genel nüfusa oranlamasıdır.
  2. Genel Doğurganlık Hızı: Genel Doğurganlık Hızı, doğurganlık yaşına bağlı bîr ölçümdür. Bir yıl içinde meydana gelen doğum sayısının, yıl ortasında doğurganlık yaşında olan kadınların sayısına oranlamasıyla oluşur.
  3. Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı (YGGDH): Yaş gruplarına göre doğurganlık hızı, bir yıl boyunca, bir yaş grubunda yer alan kadınlara düşen doğum sayısıdır. Yıl ortasındaki sayı dikkate alınır. Her 1000 kadına düşen doğum sayısı olarak hesaplanır.
  4. Toplam Doğurganlık Hızı: Toplam Doğurganlık Hızı, Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı dikkate alınarak hesaplanır. Tüm yaş gruplarındaki doğurganlık hızının ağırlıklı toplamı alınarak, yaş grubunun sınıf aralığını oluşturan beş ile çarpılır. 
Nufus Kuramları: 
(Nufus artışını etkileyen faktörleri açıklamak için)

Malthus: Nufusun kontrol edilmediğinde  geometrik oranla artarken; yiyecek üretiminin  aritmetik oranla arttığını savunur.

Malthus'a göre insan toplumunda nufusun artışını kontrol etmek için şu mekanizmalar bulunur:
  • Ölüm hızını artıran pozitif kontrol mekanizması
  • Doğum hızını düşüren önleyici kontrol mekanizması
Brettano: Artan zenginlikle, zevke düşkün insanoğlunun daha farklı eğlencelere yönelmesinin doğurganlığı düşürdüğünü savunur.

Sadler: Doğurganlığın nufus yoğunluğuyla ters orantılı olduğunu savunur.

Sadler'in nufus kanunundaki ilkeleri şunlardır:
  • Doğurganlık, nufus yoğunluğu ile ters orantılıdır.
  • Doğurganlık ölüm hızı ile doğrudan değişir.
Doubleday: Bitkiler ve hayvanların üremesi üzerinde beslenmenin yarattığı etkileri inceleyerek, elde edilen sonuçların insan doğurganlığı için de geçerli olduğunu savunur.

Ungem-Sternberg: Kapitalist mentaliteden etkilenen kadınlara eşitlik ve bağımsızlık arayışlarında erkekleşmeye başlamalarının doğurganlıkta düşüşe yol açtığını savunur.

Nitti: Bireyselliğin güçlü bir biçimde geliştiği, toplumsallaşmanın bireysel aktiviteyi ortadan kaldırmadığı, zenginliğin bölündüğü, eşitsizliğin sosyal nedeninin işbirliğinin daha üst bir formuyla ortadan kaldırıldığı toplumlarda doğum hızı, yiyecek hızına eşitlenir.

Dumont:  Yoksulluğun ve cehaletin yüksek doğurganlık nedeni olmadığını, tam tersine yüksek doğurganlığın, yoksulluk ve cehalet nedeni olduğunu iddia eder.

Fetter: Gönüllülük Yaklaşımı - Hiç bir nufus ilkesi tek başına doğurganlık kalıplarındaki değişimi açıklamak için yeterli değildir.

Sosyal Damarlar: Bir toplum üyesinin o toplumun değerlerine göre saygınlık kazanabilmek için ortaya çıkan bireysel dürtülerinin doğurganlık üzerindeki etkisini inceleyen yaklaşımdır.

Sosyal Damarlar ilkesini Dumont önermiştir.

Sosyal Damarlar kavramı, zevk, zerafet, lüks, gerçeğe ve adalete duyulan sevgi, hatta genelin iyiliği adına kendini feda edebilmek olan ideallerdir.

Morbidite: Sonu ölümle bitecek hastalıkları ve salgınları  açıklamakta kullanılan kavramdır.

Ölüm: Demografik açıdan nufusun azalmasını anlatan süreçtir.

Ölüm İstatistikleri üç ana hesaplamaya dayanır:

Kaba Ölüm Hızı: Bir yıllık bir süre içinde bir nufusta meydana gelen ölüm sayısının, her 1000 yaşayan kişiye düşen oranıdır.

Yaşa Bağlı Ölüm Hızı: Bir yıl içinde belirli bir yaş aralığında meydana gelen ölüm sayılarının aynı yaş grubunda yer alan toplam nufusa oranıdır.

Çocuk ölümlerinin incelenmesinde, yaşa bağlı ölüm hızları hesaplanmaktadır.

Çocuk ölümleri için üç temel kategori kullanılır:
  • Yeni doğan: Yaşamın ilk gününden yirmi sekizinci gününe kadar.
  • Bebek: Yaşamın ilk yılını,
  • Çocuk: Yaşamın ilk yılından beşinci yılına kadar.
Yeni Doğan Ölüm Hızı: Bir yıl içinde yaşamının birinci ve yirmi sekizinci günleri arasında ölenlerin sayısının, o yıl içinde meydana gelen doğum sayısına oranıdır.

Nedene Bağlı Ölüm Hızı: Morbidite hızında vaka ölçümü, Nedene Bağlı Ölüm Hızı’nın hesaplanmasında kullanılır. Çünkü hangi grupların ölmekte olduğunu, hangi grupların riskinin en az olduğunu bilmek istenir.

Göç: Nüfus hareketlerini etkileyen diğer bir süreç, göçtür.

Başlıca göç sınıflandırılmaları: 
İç göç: Bir nüfus ipinde, alt grupların hareketliliğidir. 
Örneğin, Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere göç edilmesine iç göç denir.  

Dış göç: Bir nüfusun, bir ülkeden başka bir ülkeye hareketini anlatır.  
Örneğin, 1960’Iı yıllardan itibaren ekonomik nedenlerden dolayı, Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru büyük bir hareketlilik yaşanmıştır. 

Zorunlu Göç: Savaş, doğal afet ya da baskı nedeniyle, nüfusun, kendi istekleri dışında, ülkelerinden başka bir ülkeye hareketliliğidir.

Göç Ölçümleri şu şekilde sınıflandırılır:
  • Gelen göç: Bir grup insanın, bir nüfusun ya da alt nüfusun yerleştiği bölgeye, yerleşmek amacıyla gelmesidir.
  • Giden göç: Bir grup insanın, başka bir yere yerleşmek için, belirli bir bölgeden gitmesidir.
  • Net göç: Belli bir zaman diliminde, bir coğrafi bölge için, gelen ve giden göç arasındaki farkı verir.
  • Katkılı (gross) göç: Belli bir zaman aralığında, gelen ve giden göçün toplamıdır.

Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları

FELSEFE Ders Notları
Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları - İnsan ve Toplum

Göç, ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle insanların bireysel ve kitlesel olarak yer değiştirme eylemi ya da yaşanılan yerin değiştirilmesi eylemidir.

Göç: İç göç, Dış göç, Zorunlu göç, Gönüllü göç

Göç hareketlerini amaçları açısından şu şekilde sınıflandırabiliriz: 
  • Amacı Açısından: Ekonomik/ Ekonomik olmayan göç,
  • Etmenler Açısından: Gönüllü / Gönülsüz göç,
  • Süresi Açısından: Geçici / Sürekli göç,
  • Yerleşim Yeri Açısından: Transit / Yerleşik göç,
  • Yasal Statü Açısından: Yasal / Kaçak göç,
  • İllegalite Açısından: Vasıflı / Vasıfsız göç.
Göç Nedenleri: Uluslararası göç literatüründe dört ana başlık altında değerlendirilir.
  • Bölgelere arası gelir farklılıkları
  • Ülkeler arası farklı demografik özellikler
  • Kapitalizmn devresel krizleri
  • Küresel olarak yeniden yapılanmaya zorlanan ekonomiler
Neo-klasik ekonominin makro güç kuramı gücün temel nedenlerini:
  • Ülkeler arası ücretler,
  • İstihdam koşullarındaki farklılıklar şeklinde sınıflandırırlar.
  • Göçün kendisi emek piyasasını dengeleyici bir mekanizma olarak algılanmaktadır. 
  • Makro düzeyde göç, sermaye ve emeğin coğrafi olarak eşitsiz dağılımından kaynaklanmaktadır.
  • Ülkeler arasındaki ücret farklarının giderek azalması emek hareketlerinin yavaşlamasına ve göçün son bulmasına neden olacaktır.
Neo-klasik ekonominin mikro güç kuram:  
Bu kuram da göçün nedenleri konusunda makroekonomik kurama benzer bir şekilde varsayımlar öne sürmektedir. Ancak, bu kuram göre, göçe neden olan faktör, iş piyasalarındaki makro olgularla birlikte özellikle bireyin kendisidir.   

Sjaastad, Borjas ve Todaro’nun geliştirdikleri bu modele göre bireyler; rasyonel düşünce sistemlerini kullanarak maliyet/kâr hesabı yapmak suretiyle daha yüksek bir kazanç elde edecekleri hesabının sonucunda göç etme kararı vermektedir.   

Bu modele göre göçte belirleyici olan, bireyin hedef ülkenin işyerindeki kazancı hesaplamasıdır. Bu hesapta yaş, deneyim, öğrenim, medeni durum ve beceri gibi bireysel değişkenler rol oynamaktadır.   

Mikroekonomi kuramı, göç kararının bireysel olarak alındığını vurgular; göç veren ülke ve gidilmek istenen yer çeşitli ülke alternatifleri arasındaki göreli maliyet ve fayda karşılaştırmasına yani “rasyonel tercihlere” dayanır.  Mikro kuram göçü gelirin maksimizasyonu doğrultusunda bireysel bir karar olarak ele almaktadır.  Neo-klasik mikro göç kuramı, dayandığı iktisat modeline ve günün koşullarına uygun olarak “bireysel faktörleri” göç analizinin içine katmıştır.

Neo-klasik modele yönelik eleştiriler: Neo-klasik kuramın fayda-maliyet modeli, benzer göçlerin neden eşit derecede fakir bölgelerden olmadığına yanıt verememektedir.  

Bu model temel olarak oldukça bireyselcidir ve varsayımları göçün sosyo-ekonomik ve sosyo-politik boyutunu göz ardı etmektedir.   

Neoklasik (“piyasa mantığı”) yaklaşım, sosyal, politik, kültürel etkenleri bir kenara bırakmakta ve sadece iktisadi mekanizmalara odaklanmaktadır.  

Yeni Ekonomi Kuramı
1990’li yıllarda Oded Stark tarafından geliştirilen teori göç kararının sadece bireyler tarafından değil, gruplar tarafından verildiğini, özellikle aile ve hane halkının etkili olduğunu, göçün bîr aile stratejisi olduğunu öne sürmektedir.

Yeni ekonomi teorisine göre göç kararları yalnız bireysel aktörler tarafından alınmamaktadır.

Yeni ekonomi kuramına göre ise göç kararı, kolektif bir aile kararıdır. Göçlerde bireyin değil ailenin ve hane halkının karar ve davranışları önemlidir.

Yeni Ekonomi kuramına göre, göçe üç temel finansal faktör yol açmaktadır:
  1. Diğergamlık (aileye bağı nedeniyle kişinin kendi çıkarı dışında ailesinin çıkarlarını da düşünmesi ve bu çıkarlar doğrultusunda göç kararı alması).  
  2. Güvence (gelir şoklarını aşabilmek için insani ve sosyal gelişim) ve yatırım (hayat boyu göç planının bîr parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikimi)               
  3. Yatırım (hayat boyu göç planının bir parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikim)  
“Neoklasik” ve “yeni ekonomi” kuramının her ikisi de mikro düzey modellerdir. Aralarındaki temel fark, göç kararını kimin verdiği (birey ya da hane halkı), gelirin ve risklerin nasıl hesaplandığı gibi noktalardadır. 
 
İkiye Bölünmüş Emek Piyasası Kuramı 
Bu teoriye göre uluslararası emek göçü, büyük ölçüde gelişmiş ülkelerdeki talebe dayalı olarak gerçekleşmektedir.
Göçmen işçi talebi ekonominin yapısal gereksinimlerinden doğar; Ücret teklifleri ve uluslararası ücret farkları emek göçünün oluşması için zorunluluk değildir. 

Göç, endüstri sonrası toplumların ekonomisinde yapısal olarak oluşan birincil sektör ve ikincil sektör ayrımına bağlı olarak, bu toplumların ikinci sektördeki vasıfsız emek ihtiyaçlarını karşıladığı için artmaktadır.

İkili işgücü piyasası teorisinin temel noktası şudur: Gelişmiş ülkelerde düşük seviyeli işgücüne sürekli bir talep olduğundan ve yerli işçiler kabul etmediği için göç sürekli olarak artmaktadır.

Bu teori göçü, modern sanayi toplumlarının yapısal ihtiyaçlarıyla bağlantılanmakta ve daha çok gelişmiş alıcı ülkelerin göç motifleri üzerinde durmaktadır.   

Bu teoriye göre göç alan ülkelerin çekici faktörleri göç veren ülkelerin itici faktörlerinden daha önemlidir.  

Gelişmiş ülkelerde işgücü göçü ihtiyacı ekonomik yapı açısından gereklidir.  Göç alan ülkelerdeki çekici faktörler, sabit yapılı enflasyon, motivasyon problemleri, çift yönlü ekonomi, işgücü arzıdır.

1970’Ii yılların sonlarında Michael J. Piore tarafından geliştirilen teori göçün, sanayi toplumlarının sürekli bir gereksinimi olduğunu ileri sürmektedir.  

“İkiye Bölünmüş Piyasalar” kuramı, uluslar arası göç hareketinin modern sanayi toplumlarının işgücü talebinden ileri geldiğini savunmaktadır.   

Bu kuramın önde gelen isimlerinden Piore’ye (1979) göre, uluslararası göç, gelişmiş ülkelerin ekonomik yapısının bir temel öğesi olan sürekli işgücü talebinden dolayı gerçekleşmektedir. 

Göç Sistemleri Kuramı : Göç olsuna uluslararası ilişkiler çerçevesinde, ekonomik ve politik temelli olarak yaklaşan kuramsal bir çerçevedir.

Göç Endüstrisi, İşci bulma örgütleri avukatlar, acentaler, kaçakçılar ve diğer aracıların birleşmesiyle ortaya çıkar.

Faist, göç sistemleri kuramının üç özelliğinden bahseder. Bunlar;
  • Kuramın göç sistemlerindeki sürece yoğunlaşması
  • Kuramın insanlardan ziyade ülkeler arasındaki bağlantıların varlığı üzerine mal, hizmet, bilgi ve fikir akışlarına vurgu yapması.
  • Kuramın toplumsal ağ kuramını güçlü biçimde uygulaması şeklindedir.
Dünya Sistemi Göç Kuramı, 1970'li yıllarda Wallerstein, Amin, Galtung, Castle ve Kosack tarafından ortaya atılmıştır. 1980'li yıllarda Castles, Sassen ve Portes  tarafından geliştirilmiştir.

Dünya Sistemi Göç Kuramı'na göre, uluslararası göç, kapitalist gelişmenin neden olduğu kopma ve yer değiştirmelerinin doğal sonucudur.

Dünya Sistemi Göç Kuramı Temel Varsayımları
  • Göç, kapitalis gelişme sürecinde ortaya çıkan düzensizliklerin ve bozulmaların doğal sonucudur.
  • Uluslararası göç, giderek gneişleyen küresel piyasanın siyasal ve ekonomik organizasyonlarını izler.
  • Kapitalis ekonomik ilişkilerin çevre ülkelere nufus etmesi, kapitalist olmayan toplumlarda dışarıya göçe eğilimli, hareketli nufus yaratmaktadır.
Massey, göç ağını göçmenlerin aileleri, arkadaşları ve ülkelerinde kalan yakınları ile karşılıklı ilişkilerinin bir bütünü olarak tanımlar.

Uluslararası göçü özendiren nedenleri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

Soydaşlık ve dostluk ilişkileri ağlarının varlığı
Göçmenler arasındaki ortak köken 

Göçmen İlişkiler Ağı Kuramı'nın varsayımları şunlardır:
  • Göçmen ilişki ağları, göç hareketinin maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Göçmen ilişki ağ bağlantıları, yurt dışında bir işe ulaşmada kullanılan sosyal sermaye biçimini oluşturur.
  • Göçmenlerin sayısının kritik bir eşiğe ulaşması ve ağların genişlemesi; göçün maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Zamanla göç davranışı, göç veren toplumun geniş katmanlarına yayılarak genişler.

6 Haziran 2014 Cuma

Birey ve Davranış - Sosyal Psikoloji

FELSEFE Ders Notları
Sosyal Psikoloji - Birey ve Davranış

Bireylerin davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek hayal edilen veya ima edilen varlığından nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasına sosyal psikoloji denir.

Modern sosyal psikolojinin uğraştığı konulardan bazıları şunlardır:
  • Gruba Uyma Davranışı
  • İkna
  • Güç
  • Sosyal Etki
  • Ön Yargı
  • Ön Yargının Azaltılması
  • Ayrımcılık
  • Kalıp Yargılar
  • Tutumlar
  • Kitle Davranışı
  • Gruplar Arası İlişkiler
İnsanların bilgiyi nasıl edindiği, organize ettiği ve kullandığıyla ilgilenen bilişsel psikoloji'nin temel ilgi alanları şunlardır: Algı, Dikkat, Bellek, Düşünce ve Dil

Sosyal Algı: Temel algı ilkelerine bağlı olarak işleyen, kendimizin ve diğerlerinin davranışlarını nasıl algıladığımıza dair bir bilişsel süreçtir.

Bir kişiyle yeni tanışıldığında onu var olan bir kategoriye yerleştirmek için bilişsel yapılardan kişilik şemaları harekete geçirilir.

İzlenim oluşturma çalışmalarında başlangıta edinilen bilginin sonradan edinilen bilgiden daha ağır basması durumu öncelik etkisiyle ifade edilir. Öcelik etkisi  sosyal biliş yaklaşımında "bilişsel cimrilik" ile açıklanmaktadır.

Atıf Kuramı: İnsan davranışlarına ait "insanlar ve kendilerinin ve başkalarının davranışlarının nedenlerini nasıl açıklarlar?" sorusuna yanıt aramaktadır.

Atıf kuramının öncüsü Fritz Heider'dir.

Sosyal psikolojide davranışı açıklarken ortamsal faktörlere değilde kişinin kendisine atıf yapma eğilimimiz temel atıf hatası  olarak adlandırılmaktadır.

Kişinin kendi başına gelen olumlu olayları kişiliğine, kişisel yetenek ve becerilerine; olumsuz olaylarıysa  kendisi dışındaki faktörlere, başarısızlıklarımızı içsel faktörlere bağlamak açıkca benlik değerimizi korumak amacıyla başvurduğumuz bir stratejidir.

Tutum: Başka bir kişye yada herhangi bir şeye, tutum nesnesine karşı yönetilen düşünce, duygu ve davranışsal eğilimlerin göreli olarak durağan bir örgütlenmesi şeklinde tanımlanır.

1960'lara kadar sosyal psikolojide tutumlar ABC Modeli denilen üçlü bir yapıda ifade edilmekteydi. Bu modele göre tutumlar üç bileşenden oluşmaktadır. Bunlar: Duygusal, Bilişsel Eğilim ve Davranış Eğilimidir.  

1960'lardan sonra sosyal psikolojide ABC Modeli terk edilmiş yerine tutum nesnesine yönelik değerlendirmeyi temel alan yaklaşım benimsenmiştir.

Ölçülen tutum ile gözlemlenen  davranışın aynı genellik düzeyinde olmasını ifade eden duruma denklik hipotezi denir.

Davranışın kendisini değil davranışın niyetini tahmin etmek üzere kurulmuş bir model olan  Planlanmış Davranış Kuramını Fishbein ve Ajzen geliştirmiştir.

Planlanmış Davranış Kuramına göre davranışa yönelik niyeti tahmin etmemizi sağlayan faktörler şunlardır:
  • Davranışa yönelik tutum
  • Öznel norm
  • Algılanan davranışsal kontrol
İkna süreci hakkında sosyal psikologların temel alarak sordukları sorular şunlardır:
İkna çabaları ne dereceye kadar etkilidir?
İkna sürecinin başarılı olmasını etkileyen faktörler nelerdir?

Sosyal psikolojide ilk tutum değişimi yaklaşımı mesaj öğrenme yaklaşımıdır.

Mesaj Öğrenme Yaklaşımına göre ikna sürecinde mevcut olan temel öğeler şunlardır:

İletişimin Kaynağı, Mesaj, İletişimin Yöneldiği İzleyici veya Dinleyici Kitlesi ve İletişim Ortamı

Duygusal Bileşen: Hem hissedilen duygunun nitelğini hemde tutumun aşırılığını ifade eder.
Bilişsel Bileşen: Tutumun içeriğini oluşturan inanç ya da düşünceleri kapsar.
Davranışsal Bileşen: Kişinin eyleme yönelik niyetlerini ve eğilimlerini içerir.

Kalıp yargı terimi ilk kez 1922'de Lipmann tarafından kullanılmıştır.

Üyelerinin kendi yaşamları üzerinde baskın grubun üyelerinden daha az gücü, konrolü ve etkisi olan gruplara sosyolojik psikolojik bakış açısından azınlık grubu  denir.

Ön yargının kökeni olduğu düşünülen bilişsel süreçler şunlardır: Sosyal kategorileşme, dış grup homojenlik yanılgısı ve hayali ilişkisellik.

Sosyal Kategorileştirme: Sosyal Biliş yaklaşımına göre, sosyal dünyayı algılamadaki temel süreçtir. İnsanlar genellikle sosyal dünyayı  "biz" ve "onlar" olmak üzere iki farklı kategoriye bölerler.

Kişinin kendi ait olduğu gruplar dışındaki grupları daha homojen olarak algılama eğilimine dış grup homojenlik yanılgısı adı verilir.

Ait olunan grubun idealize edilmiş ahlaki otoritelerine yönelik sorgulayıcı olmayan, boyun eğici tutum otoriteryen boyun eğme şeklinde ifade edilir.

Altemeyer'in otoriteryenizm boyutları şunlardır:

  • Otoriteryen boyun eğme
  • Otoriteryen saldırganlık
  • Gelenekcilik
Konformite: Bireylerin varolan sosyal normlara uyma yönünde baskı hissettiği bir sosyal etki türü olarak ifade edilir.

Bir bireyin diğerine belli bir biçimde davranması için emir verdiği etki biçimi itaat şeklinde tanımlanır.

Psikoterapi

FELSEFE Ders Notları
Psikoterapi - Birey ve Davranış

Tarihte akıl hastalıklarını doğaüstü güçlerle ilişkilendirmeyen ilk yaklaşımın Yunanlı Hekim Hipokrat'a ait olduğu söylenebilir. Hipokrat bu hastalıkların vucuttaki sıvı dengesizliğinden kaynaklandığını düşünüyordu.

Eski Çin, Mısır ve Musevilerde akıl hastaları kötü ruhların etkisinde diye düşünülerek zalimce uygulamalar yapıyorlardı. Ortaçağdaki cadı avlarının nedeni buydu.

İyi koşullarda yaşayan  ve bakım gören akıl hastası kişilerin iyileşerek hastaneden çıkabileceklerini ilk olarak, 1792'de Paris'te bir akıl hastanesinin başına geçen Philippe Pinel, gerçekleştirdiği bir deneyle göstermiştir.

20. yy. da tıptaki gelişmeler akıl hastalığına bakışı değiştirdi. Genel parezi olarak bilinen akıl hastalığının frengi mikrobundan kaynaklandığı anlaşılınca akıl hastalıklarının biyolojik kökenli olabileceği düşünüldü.

Sigmund Freud akıl hastalıklarının kökeninde psikolojik faktör olduğuna inanıyor. Pavlov köpeklerle yaptığı deneylerle hayvanların kapasitelerinin üzerinde iş yapınca duygusal problemler yaşadığını bulmuştu.

ABD’de Clifford Beers adında akıl hastanesinde tedavi görmüş biri bu konulardaki görüşleri değiştirdi. 1963’te toplum içinde geri gönderme politikası başladı.

Psikanaliz Sigmund Freud tarafından geliştirilmiştir

Psikodinamik yaklaşımlara göre bilinç dışı çatışmaların temel bileşenleri şunlardır:
  • Kabul edilmeyen güdüler ve duygular
  • Kabul edilmeyen güdüler ve duyguların bilinç alanına girmesinden duyulan kaygı
  • Kaygıya yada kabul edilmez  güdü ve duygulara karşı geliştirilen savunmalar
Psikodinamik terapilerin amacı danışanın duygusal çatışmalarını bilinç alanına getirmektir.

Aktarım; danışanın, terapisti heyecan ve duygu tepkilerinin nesnesi yapma eğilimine denir.

Kişinin bilinç dışı çatışmaların kökenini anlaması halinde yaşanan deneyime içgörü denir. Bu yavaş yavaş kişinin kendini anladığı bir süreçtir.

Geleneksel psikanalizin özelliklerinden bazıları şunlardır:
  • Uygulaması zor olan bir yöntemdir.
  • Pahalı bir yöntemdir.
  • Yöntem akut ruhsal sıkıntıları olanlar için çok uygun değildir.
  • Sözel becerileri gelişmiş eğitimli insanlar için daha uygun görünen  bir yöntem olması, kullanımında sınırlılık yaratır.
Davranışcı Terapiler : İstenmeyen davranışları ortadan kaldırmak için öğrenme ilkelerini kullanır. Yeni ve uyumlu davranışların danışana öğretildiği bir süreçtir. Davranışcı yaklaşıma göre bir defa uyumu bozan davranış ortadan kalktığında kişiyi terapiye yönlendiren sorunda ortadan kalkacaktır.

Sistematik duyarsızlaştırma en çok korku ya da fobilerin tedavisinde kullanılır.

Temelde cezaya dayalı olan itici uyarıcılarla koşullanma tekniği daha çok alkolizm, şişmanlık ve çok fazla sigara içme gibi durumlarda kullanılmaktadır.

İnsanlara temel sosyal becerileri ve kendi haklarını nasıl savunacaklarını öğreten davranışcı grup terapisi biçimi girişkenlik eğitimi'dir.

Danışanın kendisinden beklenen davranışlar için simgesel ödüller kazandığı ve bunları arzuladığı bir şeyle değiştirebildiği edimsel koşullanmaya dayalı terapi tekniğine simgesel ödül biriktirme adı verilir.

Bilişsel terapiler tarafından uygulanan temel teknik bilişsel yeniden yapılandırmadır.

Özellikle  depresyonun önemli bir bilişsel bileşeni olduğu görüşüne dayanan ve Aaron Beck tarafından geliştirilen terapi yöntemine Bilişsel-davranışsal psikoterapi adı verilir.

Psikodrama psikodinamik grup terapileri içinde en popüler olanıdır.

Bireylerin diğer grup üyelerine nasıl hissettiklerini tam olarak söylemelerini teşvik eden, bireyler arasında olabildiğince açık ve dürüst bir duygu alışverişinin gerçekleşmesini amaçlayan grup terapi tekniğine etkileşim grupları adı verilir.

Aile Terapileri Aile bireylerinden birinin sorunları için tüm ailenin en azından kısmen sorumlu olduğu ve aile bireylerinin tümünün davranışındaki değişikliklerin sorunlu olan birey kadar diğer aile bireyleri içinde yarar sağlayacağı görüşüne dayan terapi.

Psikolojik problemlerde başvurulan biyolojik temelli terapiler şunlardır:
  • Elektrokonvülsif terapi: Şok beyne kısa elektrik akımının uygulandığı ve daha çok ağır depresyonda son çare olarak kullanılan biyolojik temelli tedavidir. İlk başarının ardından kemik kırılmalarına yol açan kas kasılmaları gibi yan etkiler görülmüştür.
  • Psiko Cerrahi: Beynin anormal kısımlarını almak ya da işlemez hale getirmek için kullanılan tekniklerdir.
  • İlaç Tedavileri: En başarılı biyolojik temelli tedaviler ilaç tedavileridir. 1950’lerin başlarında önce şizofreni semptomlarını hafifleten ilaçların ve birkaç yıl sonra ciddi depresyonu hafifleten ilaçların bulunmasıyla birlikte ilaçla tedavi, EKT ve lobotomilerin yerini aldı. Aynı zamanlarda anksiyeti hafifleten ilaçlarda geliştirilmekteydi. 
Psikotrop ilaçlar, antipsikotikler, antidepresanlar ve anti anksiyete ilaçları olmak üzere üç grupta toplanmaktadırlar.
  1. Psikotrop İlaçlar: Zihinsel bozuklukları tedavi etmede kullanılan ilaçlardır.   
  2. Antipsikotik İlaçlar: Psikotik semptomlar, özellikle de şizofrenini pozitif semptomlarını azaltan ilaçlardır.  
  3. Antidepresan ve Antimanik İlaçlar: 1980’lerin sonuna kadar Monoamin Oksidaz İnhibitörleri ve Trisiklikler olmak üzere iki grup antidepresan bulunurdu. İki grup da belli depresyon türlerini hafifletmede etkilidir.
Antidepresanlar: Depresyonların semptomlarını gerileten ilaçlardır. Antidepresanlar içinde en yaygın bilineni prozac adı verilen ilaçtır. Ancak az sayıda da olsa hiperaktivite, manik durum ve hatta tehlikeli saldırganlığa yol açtığı gözlenmiştir.  

Antianksiyete İlaçları: Kaygı bozukluklarını tedavi etmede en yaygın kullanılan ilaçlar benzodiazepinlerdir. Düzenli olarak panik bozukluk, fobi, genelleşmiş anksiyete bozuklukların çoğunda semptomu hafifletir. Yan etki olarak özellikle alkol alındığında uyuşukluk ve motor hareketlerin koordinasyonunda azalma görülür. Benzodiazepinlere bağımlılık geliştirilebilir. İlacı birden kesmek kaygıyı artırabilir. Zamana yayılarak kesilmelidir.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü