12 Nisan 2015 Pazar

İşlevselcilik - Çatışma Teorisi ve Sosyolojik İmgelem

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
İşlevselcilik - Eleştirel Gelişmeler / Çatışma Teorisi ve Sosyolojik İmgelem


İşlevselcilik özellikle 1950’lerden sonra çok sayıda eleştiri almıştır. İşlevselciliğe yöneltilen en önemli eleştirilerden bazıları yine Amerikalı bir sosyolog olan C. Wright Mills cephesinden gelmiştir. Mills genel olarak Amerikan sosyolojisindeki, hem Parsons örneğindeki "Grand Teori" geleneğine hem de aşırı ampirist yaklaşımlara eleştirel yaklaşmıştır. Bunların yerine ise Mills makroskobik ve moleküler dediği iki araştırma yolu arasında mekik dokuyan uygulamalı araştırmalara dayalı değerlendirici bir sosyoloji önermiştir. Yapısal işlevselciliğe özellikle çatışmayı yeterince analiz etmemesi nedeniyle, Mills dışında başka cephelerden de çok sayıda eleştiri gelmiştir. 

Nihayetinde bu eleştiriler 1950’lerin sonu ile 1960’ların başı itibariyle Ralf Dahrendorf, Lewis A. Coser, John Rex, David Lockwood, Raymond Aron ve Randall Collins gibi sosyologların çalışmaları çerçevesinde Marksist olmayan yeni bir çatışma teorisinin gelişmesine neden olmuştur. 

Temelde Weberyan bir bakış açısına dayanan ve çatışmanın toplumda geçici değil, sürekli bir öğe olduğunu savunan bu teori, yapısal işlevselciliğin ihmal ettiği çatışmayı toplumsal analize dahil etmeye çalışmıştır. 

Soyutlanmış Ampirizm/Deneyimcilik Mills’in Sosyolojik İmgelem adlı çalışmasında "ortaya atığı ve ampirizmi bilimle eşitleyip kantitatif araştırma tekniklerini fetişleştiren sosyologların çalışmalarını adlandırmak amacıyla kullandığı bir terim"dir.

Sosyolojik İmgelem: Bireylerin kişisel yaşamlarındaki sorunlarla toplumsal düzeydeki sorunlar arasındaki ilişkiyi görebilecek bir bakış açısına ve yeteneğine sahip olmaları olarak tanımlanabilir.

Mills’in Sociological Imagination adlı çalışması Türkçe'ye Sosyolojik imgelem, Toplumbilimsel Düşün, Sosyolojik Tasarım ya da Sosyolojik Tahayyül olarak çevrilebilmektedir. İşlevselcilerin aksine Mills Amerikan toplumsal yapısını çözümlerken güç/iktidar analizi üzerinde odaklanır.

Mills'e göre iktidar seçkinleri üç kurumun komuta yerlerindeki seçkinlerden oluşmaktadır: 
  1. Büyük şirketlerin, özellikle savaş endüstrisini elinde tutan büyük şirketlerin yöneticileri,
  2. Ordunun üst rütbeli subayları,
  3. Federal hükümetin başındaki siyasal yöneticilerdir.
Mills'in Sosyolojik Yaklaşımı: Mills, Marksist olmamakla birlikte Marksizm'den oldukça uzak olan Amerikan sosyolojisinde bir yandan Marksist geleneği sürdürmeye çalışmış, bir yandan da Amerikan sosyolojisinin o dönemde ana akım teorisi olan yapısal işlevselciliği eleştirmiş, bu nedenle oldukça radikal bir pozisyonda kalmıştır. Mills bir yandan yapısal işlevselciliği ve büyük teorileri (grand teori) eleştirirken diğer yandan da bilimi ampirizimden ibaret sayan ve ayrıntılarla uğraşan mikrobakışlı ampirist yaklaşımları eleştirmiş, sosyolojinin makroskobik ve moleküler adını verdiği iki araştırma yolu arasında mekik dokuyan değerlendirici bir sosyoloji olması gerektiğini savunmuştur. Mills’e göre bu yol, en basit tanımıyla bireylerin kişisel yaşamlarındaki sorunlarla toplumsal düzeydeki sorunlar arasındaki ilişkiyi görebilecek bir bakış açısına veya yeteneğe sahip olmaları anlamında kullandığı sosyolojik imgelemi geliştirmenin ve uygulamanın en iyi yoludur.
Coser çatışma kuramı içinde ele alınmakla birlikte çalışmaları işlevselciliğe oldukça bağımlı özellikler gösterir. Coser çatışmayı çözümlerken George Simmel'in çatışma üzerine olan görüşlerinden oldukça etkilenmiş ve çatışmanın toplumsal yarar sağlayabileceği yönündeki düşünceyi büyük ölçüde Georg Simmelin Çatışma adlı klasik eserini yeniden formüle ederek geliştirmiştir.

Coser'a göre çatışma grup kimliğinin oluşumu ve sürdürülmesi üzerinde olumlu işlevsel bir etkiye sahiptir.

Coser’a göre çatışma düşmanlıkların serbestçe dile getirilmesini ve böylece "havanın temizlenmesini" sağlar.

Coser yakın toplumsal ilişkilerde hoşnutsuzlukların dile getirilmesinin ilişkilerin sürdürülmesini sağlama ve grubun çözülmesini engelleme gibi bazı olumlu işlevlere sahip olduğunu öne sürer.

Coser'ın işlevselciliğe katkısı konsensüsün yanı sıra çatışmanın da toplumsal yapıda denge sağlayıcı ve istikrar getirici bir etkiye sahip olduğunu göstermesidir.

Cooser - 1954 - Toplumsal Çatışmanın İşlevleri adlı çalışmasında çatışmanın toplumda her zaman var olduğunu ve sadece "parçalayıcı", "negatif" bir faktör olmadığını, grup ya da kişiler arası ilişkilerde bireylerin gruptan çekilmelerini önleyerek grup sınırlarının korunmasına katkıda bulunma gibi önemli işlevlere sahip olduğunu dile getirir.

Coser'ın çatışma teorisinin temel özellikleri: Coser'ın çatışma teorisi büyük ölçüde Simmel'in formel sosyoloji anlayışına bağlı kalan, yani çatışmayı bir sosyalleşme biçimi olarak gören, aynı zamanda çatışmanın olumlu işlevlerine odaklanarak bir bakıma yapısal işlevselci yaklaşımı da tamamlamaya çalışan bir teoridir. Coser için bir yapıda veya ilişkide çatışmanın ortaya çıkmaması o yapının veya ilişkinin çok istikrarlı olduğu anlamına gelmez, çünkü çatışma, grubu birbirine bağlayabilir, grup birliğini koruyabilir, emniyet supabı işlevi görerek yapıdaki gerginliğin yapıışına atılmasını sağlayarak yapıya denge ve istikrar getirebilir.

Dahrendorf: Türkçeye baskı veya zorlama olarak çevrilen coercion, Dahrendorf'un çalışmalarında zorlayıcı ve sınırlandırıcı meşru bir güç olan otorite konumundakilerin kitleleri itaat ettirme güçleri anlamında kullanılmaktadır.

Dahrendorf için kapitalizm endüstriyel toplumun sadece bir formudur.

Literatürde büyük ölçüde aynı anlamda kullanılan postkapitalist ve post endüstriyel toplum, "özel mülkiyetin, sınıfsal çıkarların ve sınıf çatışmasının "eksen ilkeler" olarak merkezi önemlerini kaybettiği bir toplumsal formasyonu oluşturmaktadır."

Dahrendorf postkapitalist olarak adlandırdığı toplumda çatışmanın üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasında değil otorite konumunda olanlarla ona tabi olanlar arasında ortaya çıktığını savunmuştur.

Dahrendorf'un Postkapitalist toplumsal formasyona dönüşümde rol oynayan  önemli değişimlerden bazılarını sınıflar:
  • Sermayenin Ayrışması
  • Emeğin Ayrışması
  • Yeni Orta Sınıf'ın gelişmesi
  • Toplumsal hareketliliğin artması
  • Eşitliğin Artması
Dahrendorf’a göre otorite: Normlar tarafından belirlenmiş belirli toplumsal rol ve mevkilere iliştirilmiş meşru güçtür.

Dahrendorf, otorite konumunda, yani egemen olanlarla tabi olanlar arasındaki ilişkileri yarı gruplar, çıkar grupları ve çatışma grupları kavramları çerçevesinde incelemeye çalışır. Buna göre her topluluk ve örgütte otorite konumundaki grubun çıkarları ile otoriteye tabi olan grubun çıkarları arasında bazen açık ancak çok defa gizli bir gerilim ve çatışma vardır. Yani grup çıkarları açık çıkarlar yada gizil çıkarlar olabilir. Gizil grup çıkarları açık amaçlar olarak ortaya çıkmadıkları müddetçe yarı grup çıkarlarıdır.

İşlevselcilik - Parsons Sonrası İşlevselcilikte Gelişmeler

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
İşlevselcilik - Parsons Sonrası İşlevselcilikte Gelişmeler


Parsons'ın öğrencisi olan Robert Merton yapısal işlevselciliğin en önemli kuramcılarından biridir.Merton yapısalcılığın bazı yönlerini eleştirmekle birlikte bu yaklaşıma önemli katkılar sağlamıştır.

Merton bilim sosyolojisinin temellerini atan sosyologtur.

Merton'a göre modern bilimin işlevi, kapitalist toplumun endüstriyel ihtiyaçlarını karşılamaktır, bu nedenle modern bilim toplumsal konsensüs tarafından desteklendiği 17.yüzyıla kadar gelişmemiştir.

Konsensüs terimi, Latince “birlikte hissetmek” anlamına gelen “consentire” kelimesinden türemiştir. Anlamı bir konu ya da olay karşısında genel olarak mevcut olan görüş birliği, uzlaşma, oydaşımdır. Başka bir deyişle bir konu ya da olay karşısında inanç ve duyguların birliğidir.

Merton'un İşlevselcilik Anlayışı: Merton işlevsel analizde Malinowski ve Redcliffe-Brown gibi antropologlar tarafından geliştirilen üç temel varsayımı eleştirmiştir.

Merton'un Karşı Çıktığı Üç Temel Varsayım:
  1. Toplumun işlevsel birliğidir. bu varsayım standartlaşmış bütün sosyal ve kültürel inanç ve uygulamaların toplum içindeki bireyler için olduğu kadar bir bütün olarak toplum için de işlevsel olduğu varsayımıdır.
  2. Evrensel İşlevselciliktir. Bu varsayım standartlaşmış toplumsal ve kültürel biçimlerin ve yapıların tamamının olumlu işlevleri olduğu varsayımıdır. Merton bazı öğelerin disfonksiyonel (bozuk işlevsel) olabileceğini, yani sistemin belirli parçaları açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini belirtmiştir. Bazı öğelerinde nötr olabileceğini, yani sistemin diğer parçaları açısından herhangi bir işlevsel sonu sahip olamayacağını belirtmektedir. İşlevsiz olma (nonfunctional), mevcut sistemle ilişkisiz olan sonuçları ifade etmektedir.
  3. İşlevsel Zorunluluktur. Bu varsayım, toplumun bütün standartlaşmış parçalarının olumlu işlevlere sahip olmalarının yanı sıra işlemekte olan bütünün zorunlu, vargeçilmez parları olduğunu iddia etmektedir.
Merton, Orto Boy kuramların önemini vurgulayarak bir tarafta Parsons'ın büyük boy soyut teorisi, öte tarafta Modern Amerikan Sosyolojisini karaterize eden küçük ölçekli ampirik çalışmalar arasında köprü kurmaya çalışmıştır.

Orto Boy Kuramlar: Parsons'ın büyük kuramı gibi birçok toplumsal olguyu birden açıklamaya çalışmayan, daha dar kapsamlı ve daha az soyut kuramlar olarak tanımlanabilir.
Açık İşlevler: Sistemin uyumunu ya da düzenlenmesini kolaylaştıran, niyetli ve fark edilen sonuçlardan oluşur. Gizil İşlevler ise kasıtlı değildir ve fark edilmeyebilirler.

Merton İşlevsel analize büyük katkıları olan açık işlev ve gizil işlev kavramlarını geliştirmiş ve bu işlevleri biribirinden ayırmamız gerektiğini vurgulamıştır.

Merton'a göre kültürel norm ve hedeflerle bireylerin bu hedeflere ulaşması için toplum tarafından belirlenen araçlar arasında uçurum olduğu zaman anomi ortaya çıkar.

Anomi: Toplumsal normların çökmesi, etkisizleşmesi ve bu durumdan kaynaklanan karışıklık ve çatışma durumunu ifade etmek için kullanılan kavramdır.

Durkheim anomiyi uygun normların mevcut olmamasından kaynaklanan bir kuralsızlık durumu olarak tanımlamıştır.

Merton ise kültürel olarak belirlenmiş hedeflerle bu hedeflere ulaşmak için toplumsal olarak belirlenmiş araçlar arasında bir uçurum meydana geldiğinde oluşan durum olarak tanımlamıştır.

Net Denge Kavramı: Merton'un bir sosyal olgunun  olumlu işlevlerininmi bozuk işlevlerininmi daha ağır bastığı sorusunu yanıtlamak için  geliştirdiği kavramdır.

Bununla birlikte hangisinin ağır bastığına karar vermek neredeyse imkansızdır. Çünkü konular son derece karmaşıktır ve öznel yargılara dayanır. 

Sapma ya da Sapkın Davranış: Toplumsal kuralların ihlali normlara uymama durumudur. Suç ise resmi olarak yasalarda yer alan normlara karşı  çıkma durumudur. Yani suç da bir sapma durumudur.

Merton'un Kültür Tanımı: Belirlenmiş bir toplum veya grubun üyeleri tarafından ortak olarak gösterilen davranışları yöneten örgütlü normatif değerler dizisi.

Kingsley Davis ve Wilberth Moore: Davis ve Moore bütün toplumlarda var olduğu için toplumsal tabakalaşmayı bazı işlevsel gereklilikleri yerine getiren işlevsel bir mekanizma olarak kabul etmiş ve işlevsel açıdan tabakalaşmayı bütüntoplumsal sistemlerde gerekli kılan evrensel gerekliliklerin ne olduğunu açıklamaya çalışmışlardır.

Erikson: Belirli bir toplumda insan davranışının ahlaki sınırlarının neler olduğunu saptamanın yolunun sapkın davranışların ve grubun sapkın davranışlara olan tepkisinin incelenmesi olduğunu düşünmüştür. Erikson'a göre her toplumun sapkın davranışa ve sapkın davranışta bulunanlara ihtiyacı vardır. Çünkü sapkın davranışlar sapkın olmayan davranışların sınırlarının ne olduğunun ortaya konabilmesini sağlar. Toplum üyelere uygun davranışların neler olduğunu hatırlatır ve böylelikle toplumsal konsensüsü korumaya yardımcı olurlar.

Smelser: Sosyoloji, psikoloji, ekonomi ve tarih alanında çok disiplinli araştırmalar yapmış sosyolojinin kamusal alanını genişletmeye çalışmış, kavramsal ve metadolojik ayrımlar arasında köprü kurmaya çalışmıştır.

Smelser'e göre sosyal sistem, istikrarını ve bütünleşmesini zedeleyen gerilimlerle başa çıkmak ve denge durumuna yeniden ulaşmak için kendisini uyarlar, uyum sağlar; toplumsal değişmede işte toplumun bu "uyumsal düzenlemesi"dir.

Yeni İşlevselcilik (Neofunctionalism): Yeni işlevselciliğin ilk önce Almanya'da N.Luhmann ve J.Habermas'ın çalışmalarıyla doğduğu daha sonra da ABD'de J.Alexander'ın çalışmalarıyla geliştiği kabul edilmektedir.  Parsons'un yapısal işlevselciliğine karşı artan ilgi sonucunda gelişmiştir. Böylece işlevselcilik 1960'dan sonra popülerliğini yitirmiş olsada 1980'lerin ortasından itibaren yeni işlevselcilik ile yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır.

Luhmann, biyolojideki autopoiesis (kendi kendini üretme) kavramından etkilenmiş ve toplumu kendi kendini üreten ve organize eden bir sistem olarak görmüştür. Luhmann'a göre sosyal sistemler kendi kendilerini üreten (autopoietic) ve kendine referanslı sistemlerdir. Kendine referanslı sistemlerin üç bileşeni vardır. Kurallar, Yapılar, Süreçler.

Luhmann'a göre iletişim kurmayan bireyler toplum açısından anlamsızdır. Toplum ancak bireylerin iletişim kurmasıyla oluşur.

Luhmann toplumun iletişim olduğunu ileri sürer. "İletişim Aracı" Luhmann'ın, Parsons'ın belirlediği değişim aracılarına ekelemer yaparak oluşturduğu bir araçtır. Parsons'ın teorisinde olduğu gibi para ve gücü içerir, ayrıca Luhmann buna "sevgi" ve "güven"ide eklemiştir.

Alexander yapısal işlevci teorinin güçlendirilmesi ve bu teoriye çatışma ve öznel anlam kavramlarının dahil edilmesi ve sistem bütünleşmesi, alt sistemlerin yorumlanması ve denge gibi kavramların verili olarak  kabul edilmemesi, sorgulamaya açık eğilimler olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Metateori: İki ya da daha fazla teoriyi kapsayan geniş bakış açısıdır.

Alexander da sosyolojik teorinin tüm kısımlarını içine alacak bir teori ve sosyoloji için genel bir teorik mantık geliştirmeye çalışmakta, dolayısıyla bir metateori geliştirmemeye çalışmaktadır. Bununla birlikte kavramsal olarak her şeyi sıkı bir şekilde birbirine bağlayarak kapsamaya çalışmamakta, genel bir metadolojik mantık çevresinde farklı düzeylerdeki farkllı ampirik alanlardaki çalışmaları organize ede daha  gevşek bir yapı kurmaya çalışmaktadır.

Yeni işlevselcilikte kültür yapısal işlevselcilikte olduğundan daha etkin bir şekilde kavramsallaştırılmıştır.

Alexander makro teorileri eleştirdiği gibi mikro teorileride eleştirmiş, mikro sosyoloji çalışmalarının sıklıkla geleneksel yapısal işlevselcilikte vurgulanan geniş ölçekli toplumsal desenlerin varlığını görmezden geldiğini belirmiştir.

İşlevselciliğe Getirilen Başlıca Eleştiriler
İşlevselcilik toplumsal sistemin işleyişi ile ilgili güçlü ve etkili açıklamalar geliştirmiş ve sosyolojinin bağımsız ve bilimsel bir disiplin olarak gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Ne var ki işlevselcilik genel olarak tarihsel olmadığı, toplumsal değişmeyle yeterince ilgilenmediği, çatışmayı görmezden geldiği, toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırarak statükoyu koruduğu, ampirik araştırmalara uygulanması zor soyut teorik şemalar kullandığı ve tek bir teori ile her şeyi açıklamaya teşebbüs ettiği gerekçesi ile yoğun eleştirilere uğramıştır. 

İşlevselcilik gerçekten de toplumda, denge, konsensüs, işlevsel ilişkiler gibi belirli olgular üzerinde odaklanmış, toplumdaki farklı çıkar grupları ile bunlar arasındaki güç mücadelesine, kısacası sistemdeki çelişki ve çatışmalara yeterince ilgi duymamıştır.

İşlevselcilik - Talcot Parsons

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi

İşlevselcilik - Talcot Parsons

İşlevselcilik: İşlev sözcüğü sözlük anlamıyla herhangi bir şeyin genel anlamda gördüğü iş veya oluşturduğu etkidir, ama işlevselcilik yaklaşımı içinde herhangi bir şeyin işlevi, bu şeyin sistemin gerekliliklerini karşılamak için yaptığı katkıya verilen isimdir. İşlevselciliğe göre toplumun temelinde, toplum üyeleri tarafından paylaşılan norm ve değerler yer almaktadır.

İşlevselciliğin kökleri, klasik sosyolojide Comte ve Durkheim'in temsil ettiği pozitivist geleneğe dayanır. Bu açıdan yorumlayıcı ve eleştirel sosyoloji geleneklerine dayanan diğer sosyolojik yaklaşımlardan, özellikle Marksizmden belirgin şekilde ayrılır.

Konsensus Terimi: Latince "birlikte hissetmek" anlamına gelen "consentire" kelimesinden türemiştir. Anlamı bir konu ya da olay karşısında genel olarak mevcut olan görüş birliği, uzlaşma, oydaşımdır. Başka bir deyişle bir konu ya da olay karşısında inanç ve duyguların birliğidir.

İşlevselcilik, toplumsal düzenin nasıl kurulduğu ve sürdürüldüğünü, toplumsal istikrarın temel kaynaklarının neler olduğunu ortaya koymaya çalışan anlamlar yada yorumlardan çok toplumsal yapıyla ilgilenen yapısalcı sosyoloji geleneği içinde yer alan ve kökleri Pozitivist geleneğe uzanan makro ölçekli bir yaklaşımdır.

Parsons, işlevselciliği yapı kavramı ve sistem yaklaşımı çerçevesinde geliştirmiştir. Bu nedenle yapısal işlevselcilik olarak adlandırılan yaklaşım bazı çevrelerde özel olarak Parsons'ın kavramını ifade etmek için kullanılabilmektedir.

Sistemler açık ya da kapalı olabilirler. Eğer bir sistemin parçaları sadece kendi çevreleriyle ilişkiye giriyor, daha geniş çevreyle ilişkiye girmiyorsa, bu sistem kapalı sistem olarak adlandırılır. Hem kendi çevreleriyle hem de daha geniş çevreyle ilişkiye giren parçalardan oluşan sistemler ise açık sistemler olarak adlandırılır.

Sibernetik: Genel olarak kendi kendini kontrol edebilen karmaşık sistemler teorisi olarak tanımlanmaktadır. 

İşlevselciliğin Temel Kavramları (Sosyal Sistem - Toplumsal Kurum - Toplumsal Yapı - İşlev)
  • Sosyal sitem, toplumsal yapı, toplumsal kurum, işlev ve işlevsel açıklama
  • Toplumu bir bütün olarak gören diğer bütüncül yaklaşımlardan ayıran temel özellik, parçaların bütün olan ilişkisine verilen önemdir.
  • Sosyal sistemleri bir arada tutanın ne olduğu, nasıl muhafaza edildikler, toplumsal düzenin nasıl kurulduğu, nasıl sürdürüldüğü, bir toplumda istikrarın temel kaynaklarının neler olduğu gibi toplumun doğası hakkında geniş çaplı teorik sorular sorar.
  • Toplumsal düzene değer uzlaşımı aracılığıyla yani mevcut toplumsal düzeni meşrulaştıran birtakım ilkelerle ulaşılacağını varsayar. Bireyler, içinde yaşadıkları toplumun davranış kalıplarını, norm ve değerlerini toplumsallaşma veya sosyalleşme olarak adlandırılan süreçte öğrenir ve içselleştirirler.
  • İşlevselci yaklaşım toplumu ortak çıkarlar çerçevesinde birbiri ile uyumlu işlevsel ilişkiler geliştirmiş parçalardan oluşan, düzenli ve dengede olan bir sistem olarak görür.Bu nedenle de bir konsensüs yani uzlaşma yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır.
  • Sistem işlevselcilikte merkezi bir kavramdır.
  • İşlevselciliğe görenasıl bir organizmanın hayatta kalabilmesi için karşılanması gereken temel gereksinimleri varsa, toplumunda mevcudiyetini sürdürebilmesi için karşılanması gereken bazı temel gereksinimleri vardır.
Comte işlevselci yaklaşım için gerekli olan uzlaşmacı bakış açısını geliştirmiştir.

Sosyolojide işlevselci yaklaşımın ilk temsilcileri Comte, Spencer ve Durkheim olarak kabul edilmektedir. Malinowski ve Radcliffe-Brown gibi sosyal antroplogların da katkıda bulunduğu bu yaklaşım , modern sosyolojide Parsons, Merton, Davis, Moore, Luhmann, Erikson, Smelser gibi çeşitli düşünürler tarafından geliştirilmiştir. 

Modern işlevselciler toplumları kendi kendine yeten, öz düzenlemeye sahip sistemler olarak kavramlaştırmaya ve toplumsal yapıları sistemin korunmasına yönelik belirli işlevleri açısından açıklamaya çalışmışlardır.

Durkheim'a göre bu sosyal sistemler ahlaki varlıklardır. Comte ve Spencer'ın da paylaştığı bu görüşü ilk kez açıkca vurgulayan Durkheim olmuştur.

Malinowski toplumu insan doğasının yarattığı bütünleşik ve işbirlikçi bir sistem olarak görür. Çünkü bu sistemin temelinde insan doğasından kaynaklanan temel ihtiyaçlar yer almakta insanlar bu ihtiyaçları karşılayabilmek için işbirliğine girmektedirler.

Radcliffe-Brown  kültürlerin ve geleneklerin tarihsel geçmişlerini ve kökenlerini aramayı bırakarak her kültürün genel yasalarının ve işlevlerinin olduğunu ve bunların işlevsel açıdan birbirleriyle ilişkili bir sistem  oluşturduğunu savunmuştur.

Parsons ilk çalışmalarında toplumsal eyleme odaklanırken  daha sonra toplumların yapısına ve işlevlerine odaklanmaya başalamıştır. 1947 yılında yazdığı "Sosyolojik Kuramın Konumu" adlı yazısında sosyolojide bir kuram olarak işlevselciliğin önemini vurgulamış, 1951'de de işlevselci yaklaşım açısından önemli bir eser olan "Sosyal Sistem"  kitabını yayınlamış ve bu eserinde Pareto'nun sosyal sistem anlayışını geliştirmeye çalışmıştır.

Parsons sosyal sistemi toplumsal eylemin örgütlediği yollardan biri olarak görür, eylemlerin yalıtılmış olarak değil, belirli kümeler içinde gerçekleştiğini ve bu eylem kümelerinin de sistemleri oluşturduğunu ileri sürer. Parsons dört eylem sistemi olduğunu belirtir:
  1. Davranışsal Organizma
  2. Kişilik Sistemi
  3. Sosyal Sistem
  4. Kültürel Sistem
Parsons kariyerinin ilk dönemlerinde Durkheim, Marshall, Pareto ve Weber'den etkilenmiş, Toplumsal Eylemin Yapısı adlı eserinde bu kuramcıların düşüncelerini sentezleyerek tek bir kuramda bütünleştirmeye çalışmıştır. Parsons'un eylem anlayışı, özellikle çalışmalarının ilk evresinde Weber'in tanımladığı rasyonel toplumsal eylemle paralellik göstermektedir. 

Parsons'a göre Sosyal Sistemin Özellikleri:
  • Diğer sistemlerle uyumlu bir şekilde yapılandırılmaları gerekir.
  • Diğer sistemlerden destek görmeye dile ve üyelerinin yeterli derecede katılımda bulunmasına ihtiyaç duyarlar.
  • Potansiyel olarak bozuk olan davranışlar üzerinde en azından asgari düzeyde kontrol sahibi olunmalı, eğer bir çatışma çok yıkıcı bir hale gelirse çatışmayı kontrol altına almalıdır.
Parsons Kalıp Değişkenler: Klasik sosyolojideki ikili toplum sisteminden esinlenerek geliştirdiği kalıp değişkenler kavramı ile iki toplum tipi arasındaki ayrımı beş boyutta değerlendirmeye çalışır. Genel olarak Parsons'un kalıp değişkenler şemasıyla Tönnies'in cemaat ve cemiyet tipleri ile Durheim'ın mekanik ve orgnaik dayanışma tipleri arasında bir benzerlik görülebilir. Nitelik, aktörün kim olduğuna performans ise ne yaptğına odaklanır.

Genelllik, anne ve çocuk ilişkisi gibi birçok amaç ve çıkarı kapsayan geniş bir dizi ilişkiyi; belirlilik ise doktor-hasta  ilişkisi gibi belirli amaçlara yönelik sınırlı ilişkileri vurgular.

Parsons formel örgütlerin ve modern kurumların hakim olduğu bürokratik toplumlarda özgülüğe karşı evrensellik ikileminin günlük yaşamda sürekli olarak aktörlerin karşısına çıktığını belirtmektedir.

Parsons'a göre bir toplumun yapısını belirleyen o toplumdaki kalıp değişkenlerdir.

Parsons Genel Sistem Kuramı: Biyoloji, psikoloji, antroplojii siyaset bilimi, ekonomi gibi yaşayan sistemler üzerinde çalışan bilim dallarını birleştirmeye çalışmaktır. 

Parsons sosyal sistem kavramı hakkındaki faydacı, idealist ve pozitivist görüşleri değerlendirmiş ve kendi bakış açısını geliştirmiştir.

Parsons'a göre Dört İşlevsel Zorunluluk: Uyum, Amaca Ulaşma, Bütünleşme, Gizil Kalıp Koruma

Bunlar her canlı sistemin yaşayabilmesi için karşılanması gereken gereksinimlerdir. 
  • Uyum:  Adaptasyon, sistemin kendi çevresini kullanarak ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve bu kaynakların sistem içinde dağıtılması ile ilgilidir.
  • Amaca Ulaşma: Sistemin belirli amaçlara ulaşması ve bu amaçlardan hangilerinin öncelikli olacağı ile ilgilidir.
  • Bütünleşme: Sistemin bir bütün olarak işlevini yerine getirebilmesi için sistemin parçalarının birbirleriyle uyumu ile ilgilidir.
  • Gizil Kalıp Koruma: Belirli bir düzene ya da norma göre sistem içindeki eylemin devamlılığının ve düzenliliğinin sağlanması ile ilgilidir.
Parsons'a göre Ailenin İki Temel İşlevi: Çocukların temel toplumsallaştırması ve yetişkin kişiliklerinin istikrarının sağlanmasıdır. Bu istikrar, bireylerin modern yaşamın yarattığı gerilim ve stresten ailenin sağladığı rahat ve sıcak ortamla kurtulması ve bu zorluklarla baş etmeye devam edebilmesidir.

Parsons sistem içindeki aktörden çok bir bütün olarak sistem ile ilgilenir. Aktörlerin sistemi nasıl yarattığı ve koruduğuna değil, sistemin aktörü nasıl kontrol ettiğine odaklanır.

Toplumsal Kontrolün Araçları: Değerler, Normlar, Roller ve Yaptırımlar

Parsons'a göre Evrim Süreci bütün toplumlarda eşit şekilde görülmez. Bazı toplumlar evrim sürecini hızlandırırken bazı toplumlarda kendi içlerinde çatışmalar ya da diğer sorunlar sebebiyle evrim sürecini geciktirebilir, hatta geriletebilirler.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Ahlak Gelişimi

FELSEFE Ders Notları 2
Eğitim Psikolojisi
Ahlak Gelişimi

Piaget'in geliştirdiği Ahlak Kuramı: Ahlaki yargıların bilişsel gelişime paralel olarak geliştiği görüşünü ileri sürer. Bu ahlaki dönemler: "Dışa Bağlı Dönem" ve "Özerk Dönem"dir.

Dışa Bağlı Dönem: Yaşamın ilk yıllarından 10 yaşına kadar sürer. Bilişsel Gelişim Kuramı açısından büyük ölçüde işlem öncesi ve kısmende somut işlemler dönemine özgü bilişsel yeterlilikleri kapsar. Altı ile on yaş arasındaki çocuklar daha çok maddi zarar üzerinde odaklaşmakta, sadece nesnel sorumluluğu dikkate almaktadırlar. 6-16 yaşları arasındaki çocuklar daha çok maddi zarar üzerinde odaklaşmakta, sadece nesnel sorumluluğu dikkate almaktadırlar.

Özerk Dönem: Piaget'e göre ahlaki yargılar fiziksel bir sonucun ortaya çıkmasından önceki niyet dikkate alınarak oluşturulur. Yani salt sonuç değil, eylemin temelindeki düşünce üzerinde odaklaşılır. Özerk dönemde ahlaki yargılamaların öznel sorumluluk dikkate alınarak yapıldığı görülür. Öznel Sorumluluk akranlarla işbirliği içinde gerçekleştirilen etkinlikler sonucu oluşur. Bu düzeyden ahlaki yargılarda bulunabilmesi, kişinin empatik bakış açısı  geliştirmiş olmasını gerektirir.

Piaget, kişilerin büyük ölçüde gelişim dönemlerine özgü özellikleri göstermelerinin yanı sıra, bir üst döneme özgü özelliklerinde filizlerini pırıltılarını taşıdığını belirtmiştir. Bu durumu özellikle ilk dönemin sonlarına, ikinci döneminde başlarındaki yıllara gelen 7-11 yaşlarda gözleriz. Bu yaş dilimindeki çocuklarda hem sıkça dışa bağlı dönem, hemde sınırlıda olsa özerk dönem özelliklerini gözlemleyebiliriz.

Kohlberg ve Ahlaki Gelişim Kuramı:  Kohlberg, kuramında ahlaki gelişimin düzeyinin kişilerin değerlendirmelerinden yola çıkarak yapılabileceğini öne sürmektedir. Kohlberg'in geliştirdiği ölçme araçlarında sunulan olaylar öylesine kurgulanmaktadır ki,  örnek olaydaki kişilerle ilgili yorum yapması beklenen kişiler, karar verirken geçici bir zorlanma yaşamaktadırlar. Kohlberg'in ahlaki ikilem olarak isimlendirdiği bu araçlar, kişilerin aynı zamanda ahlaki anlamda gelişmeleri için de işlev sahibidir.

Ahlaki İkilemler: İstekler veya gereksinimlerle, uyulması beklenen kurallar arasında çatışmanın hissedilmesidir. Örneğin çok yoksul ve çaresiz olan bir kişinin, geçmişte çok ciddi çatışmalar yaşadığı, hatta nefret ettiği birinin maddi destek önerisiyle karşılaşması gibi..

Kohlberg'e Göre Ahlaki Gelişim Dönemleri Kohlberg'in kuramında ahlak gelişimi, üç büyük düzey ve bunların içinde alt evrelerden oluşmaktadır.

1.Gelenek Öncesi Düze
1.Evre: Bağımlı Ahlak: Eylemin fiziksel sonuçları, bu eylemin iyiliği veya kötülüğünü tam olarak belirler. Cezadan kaçınma, otoriteye sorgulamaksızın uyma söz konusudur. 
2.Evre: Bireyselcilik ve Çıkara Dayalı Alışveriş: Eylemler eğer kişiyi tatmin ediyorsa, yarar getiriyorsa doğru olarak değerlendirilir. Somut bireyci bir anlayış egemendir.

Gelenek Öncesi Düzey Kuramın en alt basamağını olusturan  bu düzey 1. ve 2. evreleri kapsar ve burada bireyin kendi ihtiyaçlaı ön plandadır, benmerkezci bakış acısı baskındır. 

2.Geleneksel Düzey 
3.Evre: Karşılıklı  Kişiler Arası Beklentiler, Bağlılık ve Kişiler Arası Uyma: Birey bilişsel anlamda daha gelişmiş bir durumdadır. Ahlaki yargılar oluştururken çevresini de dikkate alır. Özellikle bu evrede anne, baba, evlat,eş, akrabalar gibi yakın çevrenin beklentilerine karşılık verme, onlar tarafından onaylanma ihtiyacı ve çabası belirleyicidir.
4.Evre: Toplumsal Sistem ve Vicdan: Toplumsal sistemin korunması, topluma karşı sorumluluklar ahlaki  yargıları belirler. "doğru" davranış bir kişinin görevini yapması, otoriteye saygı göstermesi ve sosyal kuralları korumasI olarak tanımlanır. Birinci evreyle karşıaştrıldıgında  dördüncü evre yönelimi, oldukça gelişmiş ahlaki yargıları içerir.

Bu düzeyde birey, başkalarınıda  da dikkate alır, kabul edilmiş sosyal kurallar ve diğer insanların beklentilerini karşılama, eylemin var olan fiziksel sonuçlarına göre ön plandadır. Bu düzeyde çocuk diğer insanların beklentileri ile tutarlı biçimde davranmakla kalmaz, diğer insanların kuralları ile bütünleşir, kurallara sahiplenir

3.Gelenek Sonrası Düzey 
5.Evre: Toplumsal Sözleşme Yararlılık ve Bireysel Haklar:
6.Evre: Evrensel Ahlak ilkeleri:

Bu düzeyde ahlaki değerler ve ilkeler adil standartlar veya haklara dayalı olarak tanımlanır. Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Kuramının en üst aşaması olan bu düzeyde toplumsal olarak kabul edilmiş bir çok ölçütteki uyuşmazlık ve çelişki fark edilebilir ve Bu evrede ahlak ve ahlaki davranış otoritelerden, otoriteye boyun eğmekten veya yasalara uymaktan farklı bir biçimde ve çok daha karmaşık biçimde tanımlar
 
Temel Anahtar; adalet, insan hakları, yaşamın kutsallığı gibi evrensel ilkelerdir. Ahlak gelişiminin bu aşamasında bireyler, yasaların veya yakın çevrelerinin kendilerinden beklentileri yönünde değilde, kendi mantıkları ve vicdanları doğrultusunda hareket ederler.

Ahlak Eğitimi: Ahlak eğitimi gerek anne ve babalar, gerekse öğretmenlerin çocukluğun çok erken yıllarından itibaren verilmesine inandıkları bir seri öğretiyi içermektedir. Ahlak gelişiminde daha üst düzeye çıkma sürecini Piaget'in Bilişsel Gelişim Kuramındaki temel kavramlarla şöyle açıklamak olası; o güne kadar geliştirmiş olduğu değerler sistemi ile yetinen, görece bir "denge durumunda" olan çocuğa, yeni uyarıcılar verilerek "geçici bir dengesizlik" durumu yaratılmakta, çocuk bu ara evrede tekrar "dengeleme" yapma ihtiyacı duymaktadır Bu süreç de onu bir üst evreye götürecektir.

Kişilik Gelişimi

FELSEFE Ders Notları 2
Eğitim Psikolojisi
Kişilik Gelişimi


Karakter: Kişiliğin ahlaki yönüdür.
Mizaç: Kişiliğin duygusal boyutudur.
Kişilik: Bireye özgü olan onu diğer bireylerden ayıran ve bireyin uyum tarzını içeren tutarlı olarak gösterdiği duygu, düşünce ve davranış örüntüleridir.
Davranışsal Genetik: Kişilik özelliklerinin oluşumunda kalıtımın rolünü araştıran çalışma alanıdır.
Kalıtım: Belirli kişilik özelliklerinin oluşumunu etkileme potansiyeline sahiptir.
Çevresel Faktörler: Kişilik gelişimini etkileyen katılımsal faktörler dışında kalan bütün faktörlerdir.

Demokratik Anne  Baba: Çocukların ihtiyaçlarını dikkate alarak, davranışsal kurallar koyarlar. Çocuklar kurallara uymadığında cezalandırırlar. Cezanın neden verildiği çocuğa açıklanır ve fiziksel güç kullanılmaz.

Otoriter Anne Baba: Çocukların ihtiyaçları dikkate alınmaksızın ve gerekçelerini açıklamaksızın katı davranışsal kurallar koyarlar. Kuralların tartışmasız şekilde yerine getirilmesi istenir.

İzin verici Anne Baba: Çocuklarını çok az kontrol etme eğilimindedirler ve onlardan çok fazla olgun davranışlar beklemezler.

Psikoanalitik Kuramlar: Bu görüşleri savunan en önemli kuramcı Sigmund Freud'dur.

Freud'un Topografik Kuramı: Bireyin zihinsel etkinlikleri bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı olmak üzere üç biçimde gerçekleşmiştir.
  • Bilinç: Bireyin farkında olduğu yaşantıları içeren düzeydir. Bireyin çevresinden ya da kendisinden gelen uyaranların farkında olduğu, tanıdığı, algıladığı yaşantılar bilinç düzeyinde yaşanır. Bireyler bu yaşantılara ilişkin bilinçliliğini davranışlarıyla çevrelerine ifade ederler. Örnek : Şu anda farkında olduğumuz anılar, duygular ve düşünceler bilinçli bir şekilde yaşanılır ve diğer insanlarla paylaşılabilir.
  • Bilinç Dışı: Bireyin farkında olmadığı arzuları, istekleri, dürtüleri, düşünceleri, duyguları ve yaşantıları içeren düzeydir. Örnek : Bazı geçmiş yaşantılar, zaman içinde unutularak bilinçdışına atılmıştır. Bazı yaşantılarsa toplumsal, dinsel, ahlaki nedenlerle bilinçte bırakılmamış, baskı ya da sansür mekanizması yoluyla bilinçdışına atılmıştır. Yine, toplumun hoş karşılamadığı, yasakladığı arzuların, isteklerin, dürtülerin de bilince çıkarak doyum bulmasına izin verilmemekte ya da bastırılarak bilinçdışında tutulmaktadır
  • Bilinç Öncesi: Şu anda bilincinde olunmayan ancak, biraz düşünüldüğünde ve dikkat gösterildiğinde hatırlanarak bilinç düzeyine getirilebilen, zihinsel olayları ve yaşantıları içeren düzeydir. Örnek: Şu anda üniversite sınavına girdiğiniz günün detaylarını hatırlayamayabilirsiniz. Çünkü bu yaşantı bilinç öncesi düzeyinizdedir. Fakat biraz çaba harcadığınızda, düşündüğünüzde üniversite sınavına girdiğiniz o güne ilişkin çoğu detayları hatırlayabilirsiniz.
Freud'un Yapısal Kuramı: Freud kişiliğin belirlenmesinde, bilinçdışı güçlerin ve içsel çatışmaların önemli bir rol oynadığı temel düşüncesinden hareketle, yapısal kişilik kuramını geliştirmiştir. Freud'un yapısal kişilik kuramı,bireylerin gelişiminde farklı dönemlerde oluşmakta olup, karşılıklı etkileşim halinde bulunan id, ego,ve süper ego olmak üzere üç yapıdan meydana geldigini savunmaktadır. 

İD: Kalıtımla gelen, doğuştan varolan ve ruhsal enerjinin kaynağını oluşturan kişiliğin ilkel bileşenidir. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar İdin hareket kaynağı, içsel dürtülere bir an önce doyum bulma çabasıdır. Bu nedenle beklemek istemez, zaman ve mekan tanımaz, uygun koşulların oluşup oluşmaması önemli değildir Yeni doğmuş bir bebekte başkaca bir yapı olmadığı için, bebek tamamen idin isteklerine göre davranış sergiler.

EGO: Haz alma ilkesi yerine, gerçeklik ilkesine göre hareket eder Sevdiği için kendi canını düşünmeden harcayan, bir inanç uğruna şehit olan egodur.

SÜPEREGO:
Kişiliğin ahlaki ve yargısal yanını oluşturan süperegodur. Süperego içimizdeki yargıçtır.  
Süperegonun Görevleri:  
  1. İdin kabul edilemeyecek isteklerini bastırmak 
  2. EGO yu törel amaçlara yönlendirmek 
  3. Kusursuz olmaya çalışmak. 
Örnek: Misafirliği giden bir insan aç ise İd  ile hareket ettiğinde açlığını bir an önce gidermek ister. Onun için önemli olan açlığın giderilmesi doyurulmasıdır. Kimseye sormadan bulduklarını yiyebilir. Süperego ise, bunu yapmamasını bu davranışın kesinlikle yanlış olduğunu söyler ve bastırmaya çalınır. Ancak EGO bunun nasıl yapılacağını düzenler yani ilkel yöntemlerle değil toplumsal kurallara göre yapılmasını sağlayarak bireyin ev sahibinden uygun bir dille aç olduğunu belirtmesini ister.

Savunma Mekanizmaları: Egonun yaşanılan çatışmanın yarattığı kaygıyla başa çıkabilmek için kullandığı çeşitli düşünce, tutum ve davranış biçimleridir

Örneğin: Aç ve parasız bir bireyin durumunu ele alalım. İd, egoyu yiyecek bulmaya zorlar. Açlık yaşamsal bir sorundur. Bireyin tek seçeneği ekmek çalmaktır. Bu kez süperego hırsızlığın kötü, yaşa dışı, ahlaksızca bir davranış olduğu şeklinde egoya baskı yapar. Birey çalarsa hırsızlık bireyin benlik algısına uymayan kötü bir davranıştır. Bu çatışma bireyde kaygıya neden olur. Birey ekmeği çalar. Ancak bu davranışına kaygısını azaltan bir neden bulur; "Açlıktan ölmekle çalma arasında bir tercihte bulundum. İnsan yaşamı her türlü değerin üstündedir." Bulunan neden hem idi tatmin eder hem de egoyu baskıdan kurtarır.

Freud'un Psikoseksüel Gelişim Kuramı: Freud, kişilik gelişiminde doğumdan itibaren ilk beş yılın çok önemli olduğunu ve bu sürecin, yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin temelini oluşturduğunu belirtmiştir. Ona göre, kişilik yapısı doğumdan itibaren sırasıyla oral, anal, fallik, latent ve genital olmak üzere beş dönemde gelişir.

Oral Dönem: Psikoseksuel gelişimin ilk dönemidir. Doğumdan 18.aya kadar olan zaman dilimidir. Temel haz kaynağı ağız bölgesidir (ağız, dudaklar, dil). Bebeğin benzeri davranışlarının engellenmesi ya da beslenme noktasında üzerine aşırı düşülmesi bu döneme saplantı meydana getirebilir. En yaygın saplantı nedenlerinden birisi, annenin bebeğini emzirmeden vaktinden çok önce ya da çok geç kesmesidir

Örnek: Tırnak yeme, sigara - alkol kullanma, sakız çiğneme gibi ağızla gerçekleştirilen eylemler oral saplantı örnekleri olabilir.

Anal Dönem: (1,5-3 yaş) arasıdır. Temel haz kaynağı anüs çevresidir. Çocuklar bu dönemde anüsle ilgili tuvaletini tutma bırakma gibi davranışlar sergilerler. Bu davranışlar haz kaynağını oluşturur. Döneme damgasını vuran olay "tuvalet eğitimi"dir. Çocuk tuvalet eğitimini bir yandan dışkılama kaslarının olgunluğa erişmesi, bir yandan da çevresel tepkiler ("Aferin çocuğuma, artık altına yapmıyor." ya da "Kocaman abi oldun, ayıp değil mi şeklinde ifadeler") ile kazanır

Fallik Dönem: (3-5 yaş) arasını kapsar. Temel haz kaynağı cinsel organlardır. Çocuklar, bu dönemle birlikte cinsel organlarından aldıkları hazzı fark ederek, meraklarını bu noktada odaklaştırırlar. Çocuklar, karşıt cinsiyetten ebeveynlerine karşı bilinçli olmayan duygusal ve cinsel bir yakınlık hisseder ve kendi cinsiyetindeki ebeveyninin yerini almak ister. Erkek çocuk bir yandan annesini arzular, bir yandan da bu arzusundan ötürü babası tarafından cezalandırılacağını düşünerek çatışma yaşar. Tersi durum kız çocuğu için de geçerlidir. Yaşanan bu çatışmalar, erkek çocukta oedipus karmaşası, kız çocukta ise electra karmaşası olarak adlandırılır. Ebeveynler bu dönem içinde çocuklarına sevgi dolu bir şekilde yaklaşmalıdır. Çünkü çocuklar, onları model alarak cinsiyet rollerini kazanmaya başlamışlardır. Çocukların kendi cinsiyetlerinden ebeveynlerini model almaları ile (özdeşleşmeleri) yaşanan karmaşa sona erer.

Gizil (Latent) Dönem: (5-13 yaş) Bu dönemde cinsel dürtü gizlenir. (Cinsel ilgi ve arzular, bilinç dışında var olmaya devam etmektedir.) Çocuk, cinsiyetle ilgili konulardan hoşlanmaz ve tüm gücünü sosyal becerilere ve oyuna verir. Oyun gruplarının, hemcinslerden kurulduğu, erkeklerin erkeklerle, kızların kızlarla oyunlar oynadığı görülür. Karşıt cinsler, oyun gruplarına dahil edilmezler. Gizil dönemde çocuk önceki üç dönemin kazanımlarını pekiştirir ve özerk bir kimlik oluşturmaya çalışır. Bu dönemi başarıyla atlatamazsa aşağılık duygusu gibi döneme özgü saplantı meydana gelebilir. Bu dönem, fırtına öncesi sessizlik dönemi olarak da anılmaktadır.

Genital Dönem: (12-18 yaş) ergenlikle başlar ve ergenlik sonrası yılları kapsar. Son gelişim dönemidir. Hızlı fiziksel gelişme ve hormonların etkisiyle içsel cinsel dürtüler artar. Bir önceki dönem bastırılan cinsel dürtüler artarak tekrar ortaya çıkar. Ergenin ilgisi artık yetişkin cinselliğine yönelir. Karşı cinsiyet ile yakın ilişkiler kurulmaya başlanır. Büyük bir bocalama içerisinde olan bireye öğretme güçlükleriyle karşılaşılabilir. Öğretmenler ve ebeveynler bu dönemde ona karşı anlayışlı ve saygılı davranmalıdır. Önceki gelişim dönemlerinde saplantı geliştirmeyen birey, bu dönemde olgun kişiliğine doğru gelişerek, kendine özgü bir yapı oluşturur. Önceki gelişim dönemlerinde saplantıları olan bireyler, genital dönem içerisinde bu saplantılarla yüzleşirler. Çözüm bulamamaları halinde kimlik bunalımı ortaya çıkar.

E.ERIKSON'un Psikososyal Gelişim Kuramı: Freud, insanların kişilik gelişiminde cinselliği temel almış ve aşırı vurgulamıştır. Erikson ise insanların kişilik gelişiminde psikososyal gelişimi temele almıştır. Erikson, Freud'un kuramından büyük oranda etkilenmiştir. Çocukluk yıllarının kişilik gelişiminde önemini kabul etmiş ancak gelişimsel sürecin ergenliğe kadar değil, yaşam boyu devam ettiğini savunmuştur. Freud, kişilik gelişiminde biyolojik temellere vurgu yaparken, Erikson sosyal ve kültürel çevrenin önemini daha çok vurgulamıştır. Freud'un "insan doğuştan yıkıcı bir varlıktır" düşüncesine karşın, Erikson insanın doğuştan "yapıcı" olduğuna inanır. Erikson'un psikososyal gelişim kuramında yer alan her dönem bir kritik dönemdir ve her dönemde başarıyla atlanması gereken bir kriz - çatışma (gelişim krizi - gelişim karmaşası) durumu bulunmaktadır, insanların sağlıklı kişilik kazanabilmeleri için bu dönemleri başarıyla atlatmaları gerekmektedir

Temel Güvene Karşı Güvensizlik: (0-1,5 yaş) Her bebek, ihtiyaçlarının zamanında ve yeteri seviyede karşılanmasını ister. Bebeğin kendini ifade edebilmek için ağlamaktan başka bir yolu yoktur. Bu dönemin psikososyal krizinin olumlu atlatılabilmesi için, bebeğin tüm ihtiyaçlarının zamanında ve yeterince, tutarlı şekilde karşılanması gerekir

Özerkliğe karşı utanç ve kuşku: (1.5-3 yaş) Bir önceki dönemde temel güven ve özgüven duygularını kazanan çocuk, yürümenin ve konuşarak başkalarıyla iletişim kurabilmenin verdiği cesaretle de özgürlüğünü kazanmaya çalışır.
Örnek: 2,5 yaşındaki Semih, annesiyle birlikte misafirliğe gitmek üzere hazırlanır; annesinin ayakkabısını giymesi konusunda kendisine yardım etmeye çalışması üzerine, annesinin elini iter ve ayakkabılarını kendisi giymeye çalışır.

Girişimciliğe Karşı Suçluluk: (3-6yaş) Bu dönemin en tipik özelliği hızla gelişen motor ve dil becerilerinin çocuğun dünyasını genişletmesi ve buna bağlı olarak çocukta artan merak duygusudur.

Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu: (6-12 yaş) Başarı duygusunun gelişmesinde, çocuğun potansiyeline uygun hedeflerin belirlenmesi oldukça önemlidir. Potansiyelin çok altında ya da çok üzerinde hedeflerin belirlenmesi, çocukta aşağılık duygusunun oluşmasına zemin hazırlar. Çocuk evde anne baba okulda ögretmenlerı tarafından motive edilmelidir. Başarılı oldukları alanların saptanması ve onlara fırsatlar verilmesi oldukça önemlidir.

Kimliğe Karşı Kimlik Bocalaması (12-18 yaş) Bu dönemde ergenlerin görevleri bir kimlik oluşturmayı başarmaktır Ergenin bu dönem boyunca cevaplaması gereken çok fazla soru vardır. Ancak en önemli soru "Ben kimim?" sorusudur. Bu soru ergen tarafından cinsel, sosyal ve mesleki açıdan ele alınmaktadır

Erteleme – Moratoryum: Kimlik bunalımı yaşayan ergen, bir türlü çözüm bulamazsa, süreci ertelemeye karar verir. Erteleme yaptığı evrede boş vermiş, kararsız bir görüntü sergiler. Vurdumduymazlık, amaçsızlık ertelemenin en tipik belirtileridir.

Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık: (18-25 yaş)  Bir önceki dönemde geleceğe dair planlar kuran birey, bu dönemde planlarını hayata geçirmeye çalışır. İlk olarak özellikle karşı cinsle arkadaşlık ve yakın ilişkiler kurmaya çalışır. (Kimliğini kazanamayan birey, gerçekçi anlamda yakın ilişki de kuramaz.)

Üretkenliğe Karşı Durgunluk: (25-65 yaş) Bireyin üretkenliğe devam edip etmemesi, kendinden sonra gelen alt kuşakları tecrübelerinden, bilgi birikiminden yararlandırıp yararlandırmamasına yani onlara rehberlik edip etmemesine bağlıdır. Yani bu dönemde üretkenlik denince anlaşılması gereken yeni bir kuşak oluşturmak, rehberlik etmektir.

Benlik bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk: (65 yaş ve sonrası) Bireylerin; yaklaşık olarak 65 yaşlarından sonra ileri yetişkinlik, yaşlılık ya da olgunluk olarak isimlendirilen dönemde karşılaştıkları karmaşa, benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk duygularının kazanılmasıdır. Bu dönem, bugüne kadar yaşanılan yaşamın gözden geçirilmesini, bir değerlendirilme yapılmasını kapsamaktadır.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü