12 Nisan 2015 Pazar

Sembolik Etkileşimcilik

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
Sembolik Etkileşimcilik


Sembolik Etkileşimcilik, 19.yüzyılın sonlarına doğru Amerikan Sosyolojisi yaklaşımı olarak bireyin davranışlarının toplumsal yönlerini araştıran ve toplumsallaşma sürecini inceleyen sosyal psikoloji alanındaki çalışmalardan etkilenerek ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Sembolik etkileşimci bakış açısının, sosyoloji kuramının gelişiminde önemli bir rol oynayan George Herbert Mead tarafından geliştirildiği ve bu bakış açısının daha sonra sembolik etkileşimcilik olarak adlandırıldığı öne sürülür. Mead bütün olarak toplumları çalışmaktan çok, küçük ölçekli toplumsal süreçleri çözümlemeye daha fazla önem vermiştir.

Mead, teorisinin sistematik açıklamasını tam anlamıyla yayınlamamıştır. Yayınlanan eserleri onun ders notlarını ve dağınık metinlerini kapsamaktadır.  

Çalışmaları, ölümünden sonra toplanarak derlenmiş ve üç kitabını oluşturmuştur: 
  1. Zihin, Benlik ve Toplum (1934), 
  2. 19. Yüzyılda Düşünce Hareketleri (1936), 
  3. Eylem Felsefesi (1938) 
Toplumsallaşma: Toplumsal normların içselleştirilmesidir. Toplumun sürekliliğini sağlayan ve nesilden nesile aktarılan toplumsal normları öğrenme sürecidir.

Yetişkinlerin Toplumsallaşması: Toplumsal aktörlerin, sürecin sonraki aşamalarında yeni roller (anne, baba, işçi vb.) almalarını içermektedir.

Durum Tanımlaması: Toplumsal etkileşim ile oluşan nesnel sonuçların birey tarafından öznel olarak değerlendirilmesidir.

Ayna Benlik: Bireyin, diğer insanların kendisine karşı davranışlarına bağlı olarak oluşturduğu kendi imgesidir.

Cooley'nin etkileşimci yaklaşımın gelişiminde önemli yer tutan kavramlarından biri olan "ayna benlik", bireyin kendisini başkalarının görüşü ile algılama süreci olarak ele alınmaktadır. 

Ayna benliği oluşturan üç öge:
  • Kendi görünüşümüzün diğerleri tarafından nasıl göründüğünün düşünülmesi,
  • Kendi görünüşümüzle ilgili diğerlerinin tepkilerinin değerlendirilmesi,
  • Bunların sonucunda benlik duygusunu oluşturan kendimizi nasıl hissettiğimizdir.
Birincil Grup: Yüz yüze ilişkilerin bulunduğu, kendi davranış normlarına sahip bir grup olarak tanımlanmaktadır.

Sempatetik İçe Bakış: Bireylerin başkalarını anlamak için kendilerini onların yerine koyma yöntemini ifade etmektedir.

Benlik: Bireyin toplumsal süreç içerisinde diğerlerinin rollerini alması ile gelişmektedir. Benlik, bireyin diğerleriyle etkileşimi aracılığıyla ortaya çıkmaktadır.

Mead'in Benlik Teorisi: Mead sosyal psikoloji yaklaşımında benliği toplumsal bir fenomen olarak ele almış ve benlik teorisini geliştirmiştir. Benlik, bireyin diğerleriyle etkileşimi aracılığıyla oluşmaktadır. Benliğin gelişimi, bireyin bir diğerinin rolünü alma sürecine dayanmaktadır. Bu süreç içerisinde diğerlerinin beklentilerine göre eylemde bulunan bireyin davranışlarının temelini, benlik oluşturmaktadır. Mead benliği hem bir özne hem de bir nesne olarak tanımlamaktadır. Benlik, "ben" olarak düşünen ve eyleyen bir özne konumunda yer almaktadır. "Beni/Bana" ise bireyin başkaları için var olan dünyada bir nesne konumunda olmasının farkına varmasını içermektedir. "Ben" bireyin kendisinin düşüncesi iken "beni/bana", bireyin toplumsal ilişkilerinde diğerlerini ifade etmektedir. "Ben", eylemlerin başlangıcını temsil etmekte ve bireyin eylemine destek sağlamaktadır. "Beni/Bana" ise eylemlere rehberlik etmektedir. Bu karşılıklı etkileşim sonucunda eylem ortaya çıkmaktadır. Mead'e göre benlik, "genelleştirilmiş öteki"nin, toplumsal bir grubun tutumlarını içselleştirmesi olarak tanımlanabilmektedir. Böylece birey, biyolojik ve psikolojik "ben" ile sosyolojik bir "beni/bana"nın birleşiminden oluşan bir benliğe sahip olmaktadır.

Genelleştirilmiş Öteki: Toplumsal grubun tutumlarının içselleştirilmesini ifade etmektedir.

Mead'e göre, benliğin oluşumunun üç aşaması: 
  • Hazırlık Aşaması: Çocuk, diğer insanların dikkatini çekmek amacıyla davranışları taklit etmektedir. Böylece çocuk, kendini başkasının yerine koyarak onların rollerini almayı öğrenmektedir. 
  • Oyun Aşaması: Çocuklar, kendisi olmayan rolleri oynamakta ve bireysel roller çocuk tarafından içselleştirilmektedir. Çocuk anne, öğretmen, doktor gibi rolleri oynarken, kendisi ve oynadığı rol arasında bir farklılık olduğunun farkına varmaktadır. Çocuğun diğerinin rolünü alması, onun benliğinin gelişmesini sağlamaktadır. 
  • Birlikte Oyun Aşaması: Çocuğun başkalarıyla birlikte oynadığı bir oyun içindeki durumu ele alınmaktadır. Bir oyuna katılan çocuk, diğer katılımcıların rollerini düşünmek zorunda kalmaktadır. Birden fazla oyuncunun beklentilerine karşılık vermesi gerekmektedir. Bu durum bireyin sonraki yaşamı süresince devam edecektir.
Kolektif Eylem: Bireylerin eylemlerinin birbiriyle ilişkili hâle getirilerek uyum sağlamasını ifade etmektedir.

Sembolik Etkileşimci Bakış Açısı: Suç sosyolojisi alanında, suça yönelik davranış çalışmalarında etkili olmuş ve "etiketleme teorisi" için teorik bir temel sağlamıştır.

"Sembolik Etkileşim" kavramını ilk kez Blumer kullanmıştır.
Blumer'ın en önemli eseri: 
1969 yılında yayınlanan Sembolik Etkileşimcilik adlı kitabı olmuştur.

Sembolik Etkileşimciliğin Temel Varsayımları:
  • İnsanlar, öğrenilmiş anlamların sembolik bir dünyasında yaşarlar.
  • Semboller, toplumsal süreçlerde ortaya çıkar ve paylaşılır.
  • Semboller, insan davranışını etkilemesi bakımından önemlidirler.
  • Zihin işlevsel, irade sahibi ve bireyin çıkarlarına hizmet eden teleolojik bir varlıktır.
  • Benlik toplumsal bir kurgudur. 
  • Doğduklarında zihin ve benlik sahibi olmayan insanların benlikleri, diğerleriyle etkileşim sonucunda oluşmaktadır.
  • Toplum, toplumsal süreçler sonucunda ortaya çıkan sembolik bir kurgudur.
  • "Sempatetik içe bakış" sembolik etkileşimci sorgulamanın zorunlu bir biçimidir.
Blumer'in yaklaşımına göre sembolik etkileşimcilik üç temel varsayıma dayanmaktadır:
  1. İnsanlar nesne ve olaylara karşı onların kendilerine ifade ettiği anlamlara göre hareket ederler.
  2. Anlamlar insanların birbirleriyle olan etkileşiminden ortaya çıkmaktadır.
  3. Anlamlar yorumlayıcı bir süreç içerisinde  değişime uğramaktadır.
Kolektif Eylem: Bireylerin eylemlerinin birbirleriyle ilişkili hale getirilerek  uyum sağlamasını ifade etmektedir.

Blummer, eylem ve kolektif eylemin örgütlenmesi ile ilgili olarak üç noktayı vurgulamaktadır:
  1. Eylem, yorumu gerektirmektedir.
  2. Eylemin yöü aniden ortaya çıkmaktadır.
  3. Kolektif eylemin oluşum süreci bulunmaktadır.

İşlevselcilik - Çatışma Teorisi ve Sosyolojik İmgelem

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
İşlevselcilik - Eleştirel Gelişmeler / Çatışma Teorisi ve Sosyolojik İmgelem


İşlevselcilik özellikle 1950’lerden sonra çok sayıda eleştiri almıştır. İşlevselciliğe yöneltilen en önemli eleştirilerden bazıları yine Amerikalı bir sosyolog olan C. Wright Mills cephesinden gelmiştir. Mills genel olarak Amerikan sosyolojisindeki, hem Parsons örneğindeki "Grand Teori" geleneğine hem de aşırı ampirist yaklaşımlara eleştirel yaklaşmıştır. Bunların yerine ise Mills makroskobik ve moleküler dediği iki araştırma yolu arasında mekik dokuyan uygulamalı araştırmalara dayalı değerlendirici bir sosyoloji önermiştir. Yapısal işlevselciliğe özellikle çatışmayı yeterince analiz etmemesi nedeniyle, Mills dışında başka cephelerden de çok sayıda eleştiri gelmiştir. 

Nihayetinde bu eleştiriler 1950’lerin sonu ile 1960’ların başı itibariyle Ralf Dahrendorf, Lewis A. Coser, John Rex, David Lockwood, Raymond Aron ve Randall Collins gibi sosyologların çalışmaları çerçevesinde Marksist olmayan yeni bir çatışma teorisinin gelişmesine neden olmuştur. 

Temelde Weberyan bir bakış açısına dayanan ve çatışmanın toplumda geçici değil, sürekli bir öğe olduğunu savunan bu teori, yapısal işlevselciliğin ihmal ettiği çatışmayı toplumsal analize dahil etmeye çalışmıştır. 

Soyutlanmış Ampirizm/Deneyimcilik Mills’in Sosyolojik İmgelem adlı çalışmasında "ortaya atığı ve ampirizmi bilimle eşitleyip kantitatif araştırma tekniklerini fetişleştiren sosyologların çalışmalarını adlandırmak amacıyla kullandığı bir terim"dir.

Sosyolojik İmgelem: Bireylerin kişisel yaşamlarındaki sorunlarla toplumsal düzeydeki sorunlar arasındaki ilişkiyi görebilecek bir bakış açısına ve yeteneğine sahip olmaları olarak tanımlanabilir.

Mills’in Sociological Imagination adlı çalışması Türkçe'ye Sosyolojik imgelem, Toplumbilimsel Düşün, Sosyolojik Tasarım ya da Sosyolojik Tahayyül olarak çevrilebilmektedir. İşlevselcilerin aksine Mills Amerikan toplumsal yapısını çözümlerken güç/iktidar analizi üzerinde odaklanır.

Mills'e göre iktidar seçkinleri üç kurumun komuta yerlerindeki seçkinlerden oluşmaktadır: 
  1. Büyük şirketlerin, özellikle savaş endüstrisini elinde tutan büyük şirketlerin yöneticileri,
  2. Ordunun üst rütbeli subayları,
  3. Federal hükümetin başındaki siyasal yöneticilerdir.
Mills'in Sosyolojik Yaklaşımı: Mills, Marksist olmamakla birlikte Marksizm'den oldukça uzak olan Amerikan sosyolojisinde bir yandan Marksist geleneği sürdürmeye çalışmış, bir yandan da Amerikan sosyolojisinin o dönemde ana akım teorisi olan yapısal işlevselciliği eleştirmiş, bu nedenle oldukça radikal bir pozisyonda kalmıştır. Mills bir yandan yapısal işlevselciliği ve büyük teorileri (grand teori) eleştirirken diğer yandan da bilimi ampirizimden ibaret sayan ve ayrıntılarla uğraşan mikrobakışlı ampirist yaklaşımları eleştirmiş, sosyolojinin makroskobik ve moleküler adını verdiği iki araştırma yolu arasında mekik dokuyan değerlendirici bir sosyoloji olması gerektiğini savunmuştur. Mills’e göre bu yol, en basit tanımıyla bireylerin kişisel yaşamlarındaki sorunlarla toplumsal düzeydeki sorunlar arasındaki ilişkiyi görebilecek bir bakış açısına veya yeteneğe sahip olmaları anlamında kullandığı sosyolojik imgelemi geliştirmenin ve uygulamanın en iyi yoludur.
Coser çatışma kuramı içinde ele alınmakla birlikte çalışmaları işlevselciliğe oldukça bağımlı özellikler gösterir. Coser çatışmayı çözümlerken George Simmel'in çatışma üzerine olan görüşlerinden oldukça etkilenmiş ve çatışmanın toplumsal yarar sağlayabileceği yönündeki düşünceyi büyük ölçüde Georg Simmelin Çatışma adlı klasik eserini yeniden formüle ederek geliştirmiştir.

Coser'a göre çatışma grup kimliğinin oluşumu ve sürdürülmesi üzerinde olumlu işlevsel bir etkiye sahiptir.

Coser’a göre çatışma düşmanlıkların serbestçe dile getirilmesini ve böylece "havanın temizlenmesini" sağlar.

Coser yakın toplumsal ilişkilerde hoşnutsuzlukların dile getirilmesinin ilişkilerin sürdürülmesini sağlama ve grubun çözülmesini engelleme gibi bazı olumlu işlevlere sahip olduğunu öne sürer.

Coser'ın işlevselciliğe katkısı konsensüsün yanı sıra çatışmanın da toplumsal yapıda denge sağlayıcı ve istikrar getirici bir etkiye sahip olduğunu göstermesidir.

Cooser - 1954 - Toplumsal Çatışmanın İşlevleri adlı çalışmasında çatışmanın toplumda her zaman var olduğunu ve sadece "parçalayıcı", "negatif" bir faktör olmadığını, grup ya da kişiler arası ilişkilerde bireylerin gruptan çekilmelerini önleyerek grup sınırlarının korunmasına katkıda bulunma gibi önemli işlevlere sahip olduğunu dile getirir.

Coser'ın çatışma teorisinin temel özellikleri: Coser'ın çatışma teorisi büyük ölçüde Simmel'in formel sosyoloji anlayışına bağlı kalan, yani çatışmayı bir sosyalleşme biçimi olarak gören, aynı zamanda çatışmanın olumlu işlevlerine odaklanarak bir bakıma yapısal işlevselci yaklaşımı da tamamlamaya çalışan bir teoridir. Coser için bir yapıda veya ilişkide çatışmanın ortaya çıkmaması o yapının veya ilişkinin çok istikrarlı olduğu anlamına gelmez, çünkü çatışma, grubu birbirine bağlayabilir, grup birliğini koruyabilir, emniyet supabı işlevi görerek yapıdaki gerginliğin yapıışına atılmasını sağlayarak yapıya denge ve istikrar getirebilir.

Dahrendorf: Türkçeye baskı veya zorlama olarak çevrilen coercion, Dahrendorf'un çalışmalarında zorlayıcı ve sınırlandırıcı meşru bir güç olan otorite konumundakilerin kitleleri itaat ettirme güçleri anlamında kullanılmaktadır.

Dahrendorf için kapitalizm endüstriyel toplumun sadece bir formudur.

Literatürde büyük ölçüde aynı anlamda kullanılan postkapitalist ve post endüstriyel toplum, "özel mülkiyetin, sınıfsal çıkarların ve sınıf çatışmasının "eksen ilkeler" olarak merkezi önemlerini kaybettiği bir toplumsal formasyonu oluşturmaktadır."

Dahrendorf postkapitalist olarak adlandırdığı toplumda çatışmanın üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasında değil otorite konumunda olanlarla ona tabi olanlar arasında ortaya çıktığını savunmuştur.

Dahrendorf'un Postkapitalist toplumsal formasyona dönüşümde rol oynayan  önemli değişimlerden bazılarını sınıflar:
  • Sermayenin Ayrışması
  • Emeğin Ayrışması
  • Yeni Orta Sınıf'ın gelişmesi
  • Toplumsal hareketliliğin artması
  • Eşitliğin Artması
Dahrendorf’a göre otorite: Normlar tarafından belirlenmiş belirli toplumsal rol ve mevkilere iliştirilmiş meşru güçtür.

Dahrendorf, otorite konumunda, yani egemen olanlarla tabi olanlar arasındaki ilişkileri yarı gruplar, çıkar grupları ve çatışma grupları kavramları çerçevesinde incelemeye çalışır. Buna göre her topluluk ve örgütte otorite konumundaki grubun çıkarları ile otoriteye tabi olan grubun çıkarları arasında bazen açık ancak çok defa gizli bir gerilim ve çatışma vardır. Yani grup çıkarları açık çıkarlar yada gizil çıkarlar olabilir. Gizil grup çıkarları açık amaçlar olarak ortaya çıkmadıkları müddetçe yarı grup çıkarlarıdır.

İşlevselcilik - Parsons Sonrası İşlevselcilikte Gelişmeler

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi
İşlevselcilik - Parsons Sonrası İşlevselcilikte Gelişmeler


Parsons'ın öğrencisi olan Robert Merton yapısal işlevselciliğin en önemli kuramcılarından biridir.Merton yapısalcılığın bazı yönlerini eleştirmekle birlikte bu yaklaşıma önemli katkılar sağlamıştır.

Merton bilim sosyolojisinin temellerini atan sosyologtur.

Merton'a göre modern bilimin işlevi, kapitalist toplumun endüstriyel ihtiyaçlarını karşılamaktır, bu nedenle modern bilim toplumsal konsensüs tarafından desteklendiği 17.yüzyıla kadar gelişmemiştir.

Konsensüs terimi, Latince “birlikte hissetmek” anlamına gelen “consentire” kelimesinden türemiştir. Anlamı bir konu ya da olay karşısında genel olarak mevcut olan görüş birliği, uzlaşma, oydaşımdır. Başka bir deyişle bir konu ya da olay karşısında inanç ve duyguların birliğidir.

Merton'un İşlevselcilik Anlayışı: Merton işlevsel analizde Malinowski ve Redcliffe-Brown gibi antropologlar tarafından geliştirilen üç temel varsayımı eleştirmiştir.

Merton'un Karşı Çıktığı Üç Temel Varsayım:
  1. Toplumun işlevsel birliğidir. bu varsayım standartlaşmış bütün sosyal ve kültürel inanç ve uygulamaların toplum içindeki bireyler için olduğu kadar bir bütün olarak toplum için de işlevsel olduğu varsayımıdır.
  2. Evrensel İşlevselciliktir. Bu varsayım standartlaşmış toplumsal ve kültürel biçimlerin ve yapıların tamamının olumlu işlevleri olduğu varsayımıdır. Merton bazı öğelerin disfonksiyonel (bozuk işlevsel) olabileceğini, yani sistemin belirli parçaları açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini belirtmiştir. Bazı öğelerinde nötr olabileceğini, yani sistemin diğer parçaları açısından herhangi bir işlevsel sonu sahip olamayacağını belirtmektedir. İşlevsiz olma (nonfunctional), mevcut sistemle ilişkisiz olan sonuçları ifade etmektedir.
  3. İşlevsel Zorunluluktur. Bu varsayım, toplumun bütün standartlaşmış parçalarının olumlu işlevlere sahip olmalarının yanı sıra işlemekte olan bütünün zorunlu, vargeçilmez parları olduğunu iddia etmektedir.
Merton, Orto Boy kuramların önemini vurgulayarak bir tarafta Parsons'ın büyük boy soyut teorisi, öte tarafta Modern Amerikan Sosyolojisini karaterize eden küçük ölçekli ampirik çalışmalar arasında köprü kurmaya çalışmıştır.

Orto Boy Kuramlar: Parsons'ın büyük kuramı gibi birçok toplumsal olguyu birden açıklamaya çalışmayan, daha dar kapsamlı ve daha az soyut kuramlar olarak tanımlanabilir.
Açık İşlevler: Sistemin uyumunu ya da düzenlenmesini kolaylaştıran, niyetli ve fark edilen sonuçlardan oluşur. Gizil İşlevler ise kasıtlı değildir ve fark edilmeyebilirler.

Merton İşlevsel analize büyük katkıları olan açık işlev ve gizil işlev kavramlarını geliştirmiş ve bu işlevleri biribirinden ayırmamız gerektiğini vurgulamıştır.

Merton'a göre kültürel norm ve hedeflerle bireylerin bu hedeflere ulaşması için toplum tarafından belirlenen araçlar arasında uçurum olduğu zaman anomi ortaya çıkar.

Anomi: Toplumsal normların çökmesi, etkisizleşmesi ve bu durumdan kaynaklanan karışıklık ve çatışma durumunu ifade etmek için kullanılan kavramdır.

Durkheim anomiyi uygun normların mevcut olmamasından kaynaklanan bir kuralsızlık durumu olarak tanımlamıştır.

Merton ise kültürel olarak belirlenmiş hedeflerle bu hedeflere ulaşmak için toplumsal olarak belirlenmiş araçlar arasında bir uçurum meydana geldiğinde oluşan durum olarak tanımlamıştır.

Net Denge Kavramı: Merton'un bir sosyal olgunun  olumlu işlevlerininmi bozuk işlevlerininmi daha ağır bastığı sorusunu yanıtlamak için  geliştirdiği kavramdır.

Bununla birlikte hangisinin ağır bastığına karar vermek neredeyse imkansızdır. Çünkü konular son derece karmaşıktır ve öznel yargılara dayanır. 

Sapma ya da Sapkın Davranış: Toplumsal kuralların ihlali normlara uymama durumudur. Suç ise resmi olarak yasalarda yer alan normlara karşı  çıkma durumudur. Yani suç da bir sapma durumudur.

Merton'un Kültür Tanımı: Belirlenmiş bir toplum veya grubun üyeleri tarafından ortak olarak gösterilen davranışları yöneten örgütlü normatif değerler dizisi.

Kingsley Davis ve Wilberth Moore: Davis ve Moore bütün toplumlarda var olduğu için toplumsal tabakalaşmayı bazı işlevsel gereklilikleri yerine getiren işlevsel bir mekanizma olarak kabul etmiş ve işlevsel açıdan tabakalaşmayı bütüntoplumsal sistemlerde gerekli kılan evrensel gerekliliklerin ne olduğunu açıklamaya çalışmışlardır.

Erikson: Belirli bir toplumda insan davranışının ahlaki sınırlarının neler olduğunu saptamanın yolunun sapkın davranışların ve grubun sapkın davranışlara olan tepkisinin incelenmesi olduğunu düşünmüştür. Erikson'a göre her toplumun sapkın davranışa ve sapkın davranışta bulunanlara ihtiyacı vardır. Çünkü sapkın davranışlar sapkın olmayan davranışların sınırlarının ne olduğunun ortaya konabilmesini sağlar. Toplum üyelere uygun davranışların neler olduğunu hatırlatır ve böylelikle toplumsal konsensüsü korumaya yardımcı olurlar.

Smelser: Sosyoloji, psikoloji, ekonomi ve tarih alanında çok disiplinli araştırmalar yapmış sosyolojinin kamusal alanını genişletmeye çalışmış, kavramsal ve metadolojik ayrımlar arasında köprü kurmaya çalışmıştır.

Smelser'e göre sosyal sistem, istikrarını ve bütünleşmesini zedeleyen gerilimlerle başa çıkmak ve denge durumuna yeniden ulaşmak için kendisini uyarlar, uyum sağlar; toplumsal değişmede işte toplumun bu "uyumsal düzenlemesi"dir.

Yeni İşlevselcilik (Neofunctionalism): Yeni işlevselciliğin ilk önce Almanya'da N.Luhmann ve J.Habermas'ın çalışmalarıyla doğduğu daha sonra da ABD'de J.Alexander'ın çalışmalarıyla geliştiği kabul edilmektedir.  Parsons'un yapısal işlevselciliğine karşı artan ilgi sonucunda gelişmiştir. Böylece işlevselcilik 1960'dan sonra popülerliğini yitirmiş olsada 1980'lerin ortasından itibaren yeni işlevselcilik ile yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır.

Luhmann, biyolojideki autopoiesis (kendi kendini üretme) kavramından etkilenmiş ve toplumu kendi kendini üreten ve organize eden bir sistem olarak görmüştür. Luhmann'a göre sosyal sistemler kendi kendilerini üreten (autopoietic) ve kendine referanslı sistemlerdir. Kendine referanslı sistemlerin üç bileşeni vardır. Kurallar, Yapılar, Süreçler.

Luhmann'a göre iletişim kurmayan bireyler toplum açısından anlamsızdır. Toplum ancak bireylerin iletişim kurmasıyla oluşur.

Luhmann toplumun iletişim olduğunu ileri sürer. "İletişim Aracı" Luhmann'ın, Parsons'ın belirlediği değişim aracılarına ekelemer yaparak oluşturduğu bir araçtır. Parsons'ın teorisinde olduğu gibi para ve gücü içerir, ayrıca Luhmann buna "sevgi" ve "güven"ide eklemiştir.

Alexander yapısal işlevci teorinin güçlendirilmesi ve bu teoriye çatışma ve öznel anlam kavramlarının dahil edilmesi ve sistem bütünleşmesi, alt sistemlerin yorumlanması ve denge gibi kavramların verili olarak  kabul edilmemesi, sorgulamaya açık eğilimler olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Metateori: İki ya da daha fazla teoriyi kapsayan geniş bakış açısıdır.

Alexander da sosyolojik teorinin tüm kısımlarını içine alacak bir teori ve sosyoloji için genel bir teorik mantık geliştirmeye çalışmakta, dolayısıyla bir metateori geliştirmemeye çalışmaktadır. Bununla birlikte kavramsal olarak her şeyi sıkı bir şekilde birbirine bağlayarak kapsamaya çalışmamakta, genel bir metadolojik mantık çevresinde farklı düzeylerdeki farkllı ampirik alanlardaki çalışmaları organize ede daha  gevşek bir yapı kurmaya çalışmaktadır.

Yeni işlevselcilikte kültür yapısal işlevselcilikte olduğundan daha etkin bir şekilde kavramsallaştırılmıştır.

Alexander makro teorileri eleştirdiği gibi mikro teorileride eleştirmiş, mikro sosyoloji çalışmalarının sıklıkla geleneksel yapısal işlevselcilikte vurgulanan geniş ölçekli toplumsal desenlerin varlığını görmezden geldiğini belirmiştir.

İşlevselciliğe Getirilen Başlıca Eleştiriler
İşlevselcilik toplumsal sistemin işleyişi ile ilgili güçlü ve etkili açıklamalar geliştirmiş ve sosyolojinin bağımsız ve bilimsel bir disiplin olarak gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Ne var ki işlevselcilik genel olarak tarihsel olmadığı, toplumsal değişmeyle yeterince ilgilenmediği, çatışmayı görmezden geldiği, toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırarak statükoyu koruduğu, ampirik araştırmalara uygulanması zor soyut teorik şemalar kullandığı ve tek bir teori ile her şeyi açıklamaya teşebbüs ettiği gerekçesi ile yoğun eleştirilere uğramıştır. 

İşlevselcilik gerçekten de toplumda, denge, konsensüs, işlevsel ilişkiler gibi belirli olgular üzerinde odaklanmış, toplumdaki farklı çıkar grupları ile bunlar arasındaki güç mücadelesine, kısacası sistemdeki çelişki ve çatışmalara yeterince ilgi duymamıştır.

İşlevselcilik - Talcot Parsons

FELSEFE Ders Notları 2
Modern Sosyoloji Tarihi

İşlevselcilik - Talcot Parsons

İşlevselcilik: İşlev sözcüğü sözlük anlamıyla herhangi bir şeyin genel anlamda gördüğü iş veya oluşturduğu etkidir, ama işlevselcilik yaklaşımı içinde herhangi bir şeyin işlevi, bu şeyin sistemin gerekliliklerini karşılamak için yaptığı katkıya verilen isimdir. İşlevselciliğe göre toplumun temelinde, toplum üyeleri tarafından paylaşılan norm ve değerler yer almaktadır.

İşlevselciliğin kökleri, klasik sosyolojide Comte ve Durkheim'in temsil ettiği pozitivist geleneğe dayanır. Bu açıdan yorumlayıcı ve eleştirel sosyoloji geleneklerine dayanan diğer sosyolojik yaklaşımlardan, özellikle Marksizmden belirgin şekilde ayrılır.

Konsensus Terimi: Latince "birlikte hissetmek" anlamına gelen "consentire" kelimesinden türemiştir. Anlamı bir konu ya da olay karşısında genel olarak mevcut olan görüş birliği, uzlaşma, oydaşımdır. Başka bir deyişle bir konu ya da olay karşısında inanç ve duyguların birliğidir.

İşlevselcilik, toplumsal düzenin nasıl kurulduğu ve sürdürüldüğünü, toplumsal istikrarın temel kaynaklarının neler olduğunu ortaya koymaya çalışan anlamlar yada yorumlardan çok toplumsal yapıyla ilgilenen yapısalcı sosyoloji geleneği içinde yer alan ve kökleri Pozitivist geleneğe uzanan makro ölçekli bir yaklaşımdır.

Parsons, işlevselciliği yapı kavramı ve sistem yaklaşımı çerçevesinde geliştirmiştir. Bu nedenle yapısal işlevselcilik olarak adlandırılan yaklaşım bazı çevrelerde özel olarak Parsons'ın kavramını ifade etmek için kullanılabilmektedir.

Sistemler açık ya da kapalı olabilirler. Eğer bir sistemin parçaları sadece kendi çevreleriyle ilişkiye giriyor, daha geniş çevreyle ilişkiye girmiyorsa, bu sistem kapalı sistem olarak adlandırılır. Hem kendi çevreleriyle hem de daha geniş çevreyle ilişkiye giren parçalardan oluşan sistemler ise açık sistemler olarak adlandırılır.

Sibernetik: Genel olarak kendi kendini kontrol edebilen karmaşık sistemler teorisi olarak tanımlanmaktadır. 

İşlevselciliğin Temel Kavramları (Sosyal Sistem - Toplumsal Kurum - Toplumsal Yapı - İşlev)
  • Sosyal sitem, toplumsal yapı, toplumsal kurum, işlev ve işlevsel açıklama
  • Toplumu bir bütün olarak gören diğer bütüncül yaklaşımlardan ayıran temel özellik, parçaların bütün olan ilişkisine verilen önemdir.
  • Sosyal sistemleri bir arada tutanın ne olduğu, nasıl muhafaza edildikler, toplumsal düzenin nasıl kurulduğu, nasıl sürdürüldüğü, bir toplumda istikrarın temel kaynaklarının neler olduğu gibi toplumun doğası hakkında geniş çaplı teorik sorular sorar.
  • Toplumsal düzene değer uzlaşımı aracılığıyla yani mevcut toplumsal düzeni meşrulaştıran birtakım ilkelerle ulaşılacağını varsayar. Bireyler, içinde yaşadıkları toplumun davranış kalıplarını, norm ve değerlerini toplumsallaşma veya sosyalleşme olarak adlandırılan süreçte öğrenir ve içselleştirirler.
  • İşlevselci yaklaşım toplumu ortak çıkarlar çerçevesinde birbiri ile uyumlu işlevsel ilişkiler geliştirmiş parçalardan oluşan, düzenli ve dengede olan bir sistem olarak görür.Bu nedenle de bir konsensüs yani uzlaşma yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır.
  • Sistem işlevselcilikte merkezi bir kavramdır.
  • İşlevselciliğe görenasıl bir organizmanın hayatta kalabilmesi için karşılanması gereken temel gereksinimleri varsa, toplumunda mevcudiyetini sürdürebilmesi için karşılanması gereken bazı temel gereksinimleri vardır.
Comte işlevselci yaklaşım için gerekli olan uzlaşmacı bakış açısını geliştirmiştir.

Sosyolojide işlevselci yaklaşımın ilk temsilcileri Comte, Spencer ve Durkheim olarak kabul edilmektedir. Malinowski ve Radcliffe-Brown gibi sosyal antroplogların da katkıda bulunduğu bu yaklaşım , modern sosyolojide Parsons, Merton, Davis, Moore, Luhmann, Erikson, Smelser gibi çeşitli düşünürler tarafından geliştirilmiştir. 

Modern işlevselciler toplumları kendi kendine yeten, öz düzenlemeye sahip sistemler olarak kavramlaştırmaya ve toplumsal yapıları sistemin korunmasına yönelik belirli işlevleri açısından açıklamaya çalışmışlardır.

Durkheim'a göre bu sosyal sistemler ahlaki varlıklardır. Comte ve Spencer'ın da paylaştığı bu görüşü ilk kez açıkca vurgulayan Durkheim olmuştur.

Malinowski toplumu insan doğasının yarattığı bütünleşik ve işbirlikçi bir sistem olarak görür. Çünkü bu sistemin temelinde insan doğasından kaynaklanan temel ihtiyaçlar yer almakta insanlar bu ihtiyaçları karşılayabilmek için işbirliğine girmektedirler.

Radcliffe-Brown  kültürlerin ve geleneklerin tarihsel geçmişlerini ve kökenlerini aramayı bırakarak her kültürün genel yasalarının ve işlevlerinin olduğunu ve bunların işlevsel açıdan birbirleriyle ilişkili bir sistem  oluşturduğunu savunmuştur.

Parsons ilk çalışmalarında toplumsal eyleme odaklanırken  daha sonra toplumların yapısına ve işlevlerine odaklanmaya başalamıştır. 1947 yılında yazdığı "Sosyolojik Kuramın Konumu" adlı yazısında sosyolojide bir kuram olarak işlevselciliğin önemini vurgulamış, 1951'de de işlevselci yaklaşım açısından önemli bir eser olan "Sosyal Sistem"  kitabını yayınlamış ve bu eserinde Pareto'nun sosyal sistem anlayışını geliştirmeye çalışmıştır.

Parsons sosyal sistemi toplumsal eylemin örgütlediği yollardan biri olarak görür, eylemlerin yalıtılmış olarak değil, belirli kümeler içinde gerçekleştiğini ve bu eylem kümelerinin de sistemleri oluşturduğunu ileri sürer. Parsons dört eylem sistemi olduğunu belirtir:
  1. Davranışsal Organizma
  2. Kişilik Sistemi
  3. Sosyal Sistem
  4. Kültürel Sistem
Parsons kariyerinin ilk dönemlerinde Durkheim, Marshall, Pareto ve Weber'den etkilenmiş, Toplumsal Eylemin Yapısı adlı eserinde bu kuramcıların düşüncelerini sentezleyerek tek bir kuramda bütünleştirmeye çalışmıştır. Parsons'un eylem anlayışı, özellikle çalışmalarının ilk evresinde Weber'in tanımladığı rasyonel toplumsal eylemle paralellik göstermektedir. 

Parsons'a göre Sosyal Sistemin Özellikleri:
  • Diğer sistemlerle uyumlu bir şekilde yapılandırılmaları gerekir.
  • Diğer sistemlerden destek görmeye dile ve üyelerinin yeterli derecede katılımda bulunmasına ihtiyaç duyarlar.
  • Potansiyel olarak bozuk olan davranışlar üzerinde en azından asgari düzeyde kontrol sahibi olunmalı, eğer bir çatışma çok yıkıcı bir hale gelirse çatışmayı kontrol altına almalıdır.
Parsons Kalıp Değişkenler: Klasik sosyolojideki ikili toplum sisteminden esinlenerek geliştirdiği kalıp değişkenler kavramı ile iki toplum tipi arasındaki ayrımı beş boyutta değerlendirmeye çalışır. Genel olarak Parsons'un kalıp değişkenler şemasıyla Tönnies'in cemaat ve cemiyet tipleri ile Durheim'ın mekanik ve orgnaik dayanışma tipleri arasında bir benzerlik görülebilir. Nitelik, aktörün kim olduğuna performans ise ne yaptğına odaklanır.

Genelllik, anne ve çocuk ilişkisi gibi birçok amaç ve çıkarı kapsayan geniş bir dizi ilişkiyi; belirlilik ise doktor-hasta  ilişkisi gibi belirli amaçlara yönelik sınırlı ilişkileri vurgular.

Parsons formel örgütlerin ve modern kurumların hakim olduğu bürokratik toplumlarda özgülüğe karşı evrensellik ikileminin günlük yaşamda sürekli olarak aktörlerin karşısına çıktığını belirtmektedir.

Parsons'a göre bir toplumun yapısını belirleyen o toplumdaki kalıp değişkenlerdir.

Parsons Genel Sistem Kuramı: Biyoloji, psikoloji, antroplojii siyaset bilimi, ekonomi gibi yaşayan sistemler üzerinde çalışan bilim dallarını birleştirmeye çalışmaktır. 

Parsons sosyal sistem kavramı hakkındaki faydacı, idealist ve pozitivist görüşleri değerlendirmiş ve kendi bakış açısını geliştirmiştir.

Parsons'a göre Dört İşlevsel Zorunluluk: Uyum, Amaca Ulaşma, Bütünleşme, Gizil Kalıp Koruma

Bunlar her canlı sistemin yaşayabilmesi için karşılanması gereken gereksinimlerdir. 
  • Uyum:  Adaptasyon, sistemin kendi çevresini kullanarak ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve bu kaynakların sistem içinde dağıtılması ile ilgilidir.
  • Amaca Ulaşma: Sistemin belirli amaçlara ulaşması ve bu amaçlardan hangilerinin öncelikli olacağı ile ilgilidir.
  • Bütünleşme: Sistemin bir bütün olarak işlevini yerine getirebilmesi için sistemin parçalarının birbirleriyle uyumu ile ilgilidir.
  • Gizil Kalıp Koruma: Belirli bir düzene ya da norma göre sistem içindeki eylemin devamlılığının ve düzenliliğinin sağlanması ile ilgilidir.
Parsons'a göre Ailenin İki Temel İşlevi: Çocukların temel toplumsallaştırması ve yetişkin kişiliklerinin istikrarının sağlanmasıdır. Bu istikrar, bireylerin modern yaşamın yarattığı gerilim ve stresten ailenin sağladığı rahat ve sıcak ortamla kurtulması ve bu zorluklarla baş etmeye devam edebilmesidir.

Parsons sistem içindeki aktörden çok bir bütün olarak sistem ile ilgilenir. Aktörlerin sistemi nasıl yarattığı ve koruduğuna değil, sistemin aktörü nasıl kontrol ettiğine odaklanır.

Toplumsal Kontrolün Araçları: Değerler, Normlar, Roller ve Yaptırımlar

Parsons'a göre Evrim Süreci bütün toplumlarda eşit şekilde görülmez. Bazı toplumlar evrim sürecini hızlandırırken bazı toplumlarda kendi içlerinde çatışmalar ya da diğer sorunlar sebebiyle evrim sürecini geciktirebilir, hatta geriletebilirler.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Ahlak Gelişimi

FELSEFE Ders Notları 2
Eğitim Psikolojisi
Ahlak Gelişimi

Piaget'in geliştirdiği Ahlak Kuramı: Ahlaki yargıların bilişsel gelişime paralel olarak geliştiği görüşünü ileri sürer. Bu ahlaki dönemler: "Dışa Bağlı Dönem" ve "Özerk Dönem"dir.

Dışa Bağlı Dönem: Yaşamın ilk yıllarından 10 yaşına kadar sürer. Bilişsel Gelişim Kuramı açısından büyük ölçüde işlem öncesi ve kısmende somut işlemler dönemine özgü bilişsel yeterlilikleri kapsar. Altı ile on yaş arasındaki çocuklar daha çok maddi zarar üzerinde odaklaşmakta, sadece nesnel sorumluluğu dikkate almaktadırlar. 6-16 yaşları arasındaki çocuklar daha çok maddi zarar üzerinde odaklaşmakta, sadece nesnel sorumluluğu dikkate almaktadırlar.

Özerk Dönem: Piaget'e göre ahlaki yargılar fiziksel bir sonucun ortaya çıkmasından önceki niyet dikkate alınarak oluşturulur. Yani salt sonuç değil, eylemin temelindeki düşünce üzerinde odaklaşılır. Özerk dönemde ahlaki yargılamaların öznel sorumluluk dikkate alınarak yapıldığı görülür. Öznel Sorumluluk akranlarla işbirliği içinde gerçekleştirilen etkinlikler sonucu oluşur. Bu düzeyden ahlaki yargılarda bulunabilmesi, kişinin empatik bakış açısı  geliştirmiş olmasını gerektirir.

Piaget, kişilerin büyük ölçüde gelişim dönemlerine özgü özellikleri göstermelerinin yanı sıra, bir üst döneme özgü özelliklerinde filizlerini pırıltılarını taşıdığını belirtmiştir. Bu durumu özellikle ilk dönemin sonlarına, ikinci döneminde başlarındaki yıllara gelen 7-11 yaşlarda gözleriz. Bu yaş dilimindeki çocuklarda hem sıkça dışa bağlı dönem, hemde sınırlıda olsa özerk dönem özelliklerini gözlemleyebiliriz.

Kohlberg ve Ahlaki Gelişim Kuramı:  Kohlberg, kuramında ahlaki gelişimin düzeyinin kişilerin değerlendirmelerinden yola çıkarak yapılabileceğini öne sürmektedir. Kohlberg'in geliştirdiği ölçme araçlarında sunulan olaylar öylesine kurgulanmaktadır ki,  örnek olaydaki kişilerle ilgili yorum yapması beklenen kişiler, karar verirken geçici bir zorlanma yaşamaktadırlar. Kohlberg'in ahlaki ikilem olarak isimlendirdiği bu araçlar, kişilerin aynı zamanda ahlaki anlamda gelişmeleri için de işlev sahibidir.

Ahlaki İkilemler: İstekler veya gereksinimlerle, uyulması beklenen kurallar arasında çatışmanın hissedilmesidir. Örneğin çok yoksul ve çaresiz olan bir kişinin, geçmişte çok ciddi çatışmalar yaşadığı, hatta nefret ettiği birinin maddi destek önerisiyle karşılaşması gibi..

Kohlberg'e Göre Ahlaki Gelişim Dönemleri Kohlberg'in kuramında ahlak gelişimi, üç büyük düzey ve bunların içinde alt evrelerden oluşmaktadır.

1.Gelenek Öncesi Düze
1.Evre: Bağımlı Ahlak: Eylemin fiziksel sonuçları, bu eylemin iyiliği veya kötülüğünü tam olarak belirler. Cezadan kaçınma, otoriteye sorgulamaksızın uyma söz konusudur. 
2.Evre: Bireyselcilik ve Çıkara Dayalı Alışveriş: Eylemler eğer kişiyi tatmin ediyorsa, yarar getiriyorsa doğru olarak değerlendirilir. Somut bireyci bir anlayış egemendir.

Gelenek Öncesi Düzey Kuramın en alt basamağını olusturan  bu düzey 1. ve 2. evreleri kapsar ve burada bireyin kendi ihtiyaçlaı ön plandadır, benmerkezci bakış acısı baskındır. 

2.Geleneksel Düzey 
3.Evre: Karşılıklı  Kişiler Arası Beklentiler, Bağlılık ve Kişiler Arası Uyma: Birey bilişsel anlamda daha gelişmiş bir durumdadır. Ahlaki yargılar oluştururken çevresini de dikkate alır. Özellikle bu evrede anne, baba, evlat,eş, akrabalar gibi yakın çevrenin beklentilerine karşılık verme, onlar tarafından onaylanma ihtiyacı ve çabası belirleyicidir.
4.Evre: Toplumsal Sistem ve Vicdan: Toplumsal sistemin korunması, topluma karşı sorumluluklar ahlaki  yargıları belirler. "doğru" davranış bir kişinin görevini yapması, otoriteye saygı göstermesi ve sosyal kuralları korumasI olarak tanımlanır. Birinci evreyle karşıaştrıldıgında  dördüncü evre yönelimi, oldukça gelişmiş ahlaki yargıları içerir.

Bu düzeyde birey, başkalarınıda  da dikkate alır, kabul edilmiş sosyal kurallar ve diğer insanların beklentilerini karşılama, eylemin var olan fiziksel sonuçlarına göre ön plandadır. Bu düzeyde çocuk diğer insanların beklentileri ile tutarlı biçimde davranmakla kalmaz, diğer insanların kuralları ile bütünleşir, kurallara sahiplenir

3.Gelenek Sonrası Düzey 
5.Evre: Toplumsal Sözleşme Yararlılık ve Bireysel Haklar:
6.Evre: Evrensel Ahlak ilkeleri:

Bu düzeyde ahlaki değerler ve ilkeler adil standartlar veya haklara dayalı olarak tanımlanır. Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Kuramının en üst aşaması olan bu düzeyde toplumsal olarak kabul edilmiş bir çok ölçütteki uyuşmazlık ve çelişki fark edilebilir ve Bu evrede ahlak ve ahlaki davranış otoritelerden, otoriteye boyun eğmekten veya yasalara uymaktan farklı bir biçimde ve çok daha karmaşık biçimde tanımlar
 
Temel Anahtar; adalet, insan hakları, yaşamın kutsallığı gibi evrensel ilkelerdir. Ahlak gelişiminin bu aşamasında bireyler, yasaların veya yakın çevrelerinin kendilerinden beklentileri yönünde değilde, kendi mantıkları ve vicdanları doğrultusunda hareket ederler.

Ahlak Eğitimi: Ahlak eğitimi gerek anne ve babalar, gerekse öğretmenlerin çocukluğun çok erken yıllarından itibaren verilmesine inandıkları bir seri öğretiyi içermektedir. Ahlak gelişiminde daha üst düzeye çıkma sürecini Piaget'in Bilişsel Gelişim Kuramındaki temel kavramlarla şöyle açıklamak olası; o güne kadar geliştirmiş olduğu değerler sistemi ile yetinen, görece bir "denge durumunda" olan çocuğa, yeni uyarıcılar verilerek "geçici bir dengesizlik" durumu yaratılmakta, çocuk bu ara evrede tekrar "dengeleme" yapma ihtiyacı duymaktadır Bu süreç de onu bir üst evreye götürecektir.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü