8 Haziran 2014 Pazar

Aydınlanma

FELSEFE Ders Notları
Aydınlanma - Kültür Tarihi

Descartes, Fransa’da rasyonalizmin babası olarak kabul edilir.

Ünlü kral Friedrich Wilhelm, tarım ve sanayi alanında gerçekleştirdiği yeniliklerle modern Almanya’nın temellerini atmıştır.

18. yy tarım ve sanayi girişimlerinin canlandığı bir dönemdir. Özellikle İngiltere bu konuda öncüdür.

18. yüzyılda kitaba olan ilgi artmaya başlamıştır. Kütüphaneler devletin sarayın himayesindedir ama halk kütüphaneleri de açılmıştır.

Ulusların zenginliği adlı eser İngiliz iktisatçı Adam Smith’e aittir.  

Newton yerçekimi yasası, deniz sularının aya doğru çekilişi, gezegenlerin güneşe doğru çekilişi, hareket yasaları, ışığın prizmadan geçirilmesi, matematikte türev ve integral, felsefe ve bilimin farklılığı gibi konular üzerinde çalışmalar yapmıştır.

John Locke, insanın sistemli düşünme sisteminin sezgisel olarak değil, dünyevi deneyimlere ve yaşantılara bağlı olarak oluştuğunu ve halk ile kral arasında karşılıklı güven duygusu olması gerektiğini vurgulayarak önce İngiltere sonra da Fransa devrimlerine yön vermiştir. Liberalizmin öncü filozoflarındandır.

François Quesnay, Ekonomik Tablo adlı eserin yazarıdır. François Quesnay, ekonomiyi makro düzeyde tanımlamaya çalışan ilk ekonomik bilimcidir.

Adam Smith’in Ulusların zenginliği adlı eseri ekonominin ve ekonomi politiğin bir disiplin olarak ortaya çıkmasını ve sistematikleşmesini sağlamıştır.

Adam Smith, devletçi yatırımlara son vererek bireysel yatırımlara öncelik verilmesini savunmuştur. Ona göre üretim gücünün artması işbölümünün gelişimine bağlıdır.

Adam Smith’e göre işbölümünü belirleyen pazardır ve pazarın büyüklüğü ve canlılığı paranın geniş çaplı kullanılmasıyla olasıdır. Üretim gücünün artması işbölümünün gelişmesine bağlıdır.

Fahrenheit, cıvalı termometreyi icat etmiştir. Franklin ise paratoneri icat etmiştir.

James Watt, 1776’da buhar makinelerini bulmuştur.

Filozof Giambattista Vico, Yeni Bilim adlı eserinde tarihin evrimini irdeleyen, insanoğlunun içine düştüğü hataları yöneten yasalar olduğunu ve bunların tarihsel evrimde önemli rol oynadığı üzerinde durmuştur.

Jean Baptiste Lamarck, evrim ve genetik konusunda yaptığı çalışmalarla ilk kez bitkileri sınıflandırmıştır.

Luigi Galvani, kimyasal yollarla elektrik elde edilebileceğini keşfetmiştir.

Sanayi devriminin ilk öğeleri 18. yy’da İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Bunu hazırlayan etmenlerin başında ticaretin büyümesi, deniz taşımacılığında gelişmeler, bilimsel buluşların getirdiği yeni teknikler gelir.

Kanunların Ruhu ve Acem Mektupları, Montesquieu’nun önemli eserleri arasında yer alır.

Jean-Jacques Rousseau, toplumu tüm üyelerinin birliğiyle kurulan siyasal bir yapı yani devlet olarak tanımlar. Siyasete olan ilgisi, onu bugün geçmişin siyasi baş yapıtlarından kabul edilen Toplumsal Sözleşme adlı eserini yazmaya sürüklemiştir.

Rousseau’nun Emile adlı eseri insan hayatında eğitimin yerini yetkin biçimde gören ilk kitaplardan kabul edilir. Emile’in dört eğitim devresi vardır.

Rousseau, “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” adlı kitabında, insanların toplumsallaşmasıyla eşitsizliğin doğduğunu, demirin kullanılması, tarımın gelişimi ve toprakların bölüşülmesiyle mülkiyetin ortaya çıkarak zengin fakir ayrımını getirdiğini ve köleliğin yaygınlaştığını vurgulamıştır. Rousseau, bir yanıyla akılcılığa, bir yanıyla da duyguculuğa açık bir düşünürdür.

Diderot, ansiklopedinin kurucusu ve gerçekleştiricisidir. Maddeci ve ateist olmasıyla ünlüdür.

’’Ormanda Uyuyan Güzel” ve “Kırmızı Şapkalı Kız” hikayelerinin yazarı Charles Perrault’dır.

Fransız devrimi yılında alınan önemli kararlar şunlardır:
  • Aristokrasinin imtiyazlarının kaldırılması
  • İnsan ve yurttaş haklan beyannamesinin imzalanması
  • Kilise ve ruhani kesimin mallarının devletleştirilmesi
  • Protestanların yurttaşlık haklarını kazanması
  • Fransa’nın departmanlara bölünmesi
  • Paris halkının ayaklanmaya katılması

Fransız devriminin insan haklan konusunda getirdiği yenilikler şunlardır:
  • İfade özgürlüğü evrensel bir değerdir.
  • İnsanların herhangi bir dine ait olma zorunluluğu yoktur.
  • Siyahların köleliği yasal olarak ortadan kaldırılmıştır.
  • Tek ve bölünmez ulusal birlik anlayışı doğmuştur.
  • Kültürel hayatta aydınlanma tüm sanat dallarını sarmıştır.

Peter Wagner, modernliğin 18. yy’da gerçekleşen demokratik ve endüstriyel devrimlerle yaygınlaştığını belirtmiştir.

Duygu ve Coşku adlı edebiyat hareketinin öncüleri Geothe ve SchiIIer’dir.

“Faust” ve “Werther’in Acıları” adlı eserler Wolfgang Von Goethe’e aittir. Werther, romantik edebiyatın çarpıcı eserlerindendir.

İdealist Alman felsefesinin babası, Emmanuel Kant’tır. Kant’a göre salt aklın sorgulaması, kanıt araması ve doğrulamasıdır.

Kant’a göre akıl insan olma yolunda ilerlemenin tek koşuludur. Kant kimsenin kimseye baskı yapmadığı, akılcılığın tek baskın güç olacağı bir düzen hayal eder.

Baumgarten estetiği, duyusal bilginin bilimi olarak tanımlamış ve felsefenin içinde ayrı bir disiplin olarak öngörmüştür. Ona göre estetik güzel hakkında düşünme bilimidir.

Barok anlatımda gerçekçi bir anlatımı benimseme söz konusu değildir. Duygular ön plandadır.

Barok müziğin doruk döneminde müziğe yön veren besteciler Bach, Vivaldi, Scarlatti, Haendel, Telemann’dir.

Mozart, Barok dönemden farklı olarak klasik dönemin ilk büyük bestecisidir.

Johann Sebastian Bach’ın çeşitli melodileri birbirine uydurma sanatı olan kontrpuan konusunda ve çok sesli müzikte üretici bir konunun birbirine benzer biçimde yenilenmesinden oluşan füg sanatının yapılanmasında çok önemli katkıları olmuştur. Batı müziğinin temel taşı kabul edilen büyük bestecilerden birisidir.

Mevsimler, ünlü besteci Antonio Vivaldi’nin eseridir. Doğa olaylarının müzik diline tercümesidir. İnsan düşüncesine ve estetik dünyasına seslenmiştir.

Giacomo Stradivari, yaylı çalgı yapımında gerek yapım tekniği gerekse boyama tekniğiyle erişilemeyen bir mükemmelliğin yaratıcısıdır. Bugün paha biçilemeyen kemanları ve viyolonselleriyle ünlüdür.

Wolfgang Amadeus Mozart, klasik dönemin ilk büyük bestecisidir. Operaları arasında komik opera türünde Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni, Cosi Fan Tutte, ciddi operaları arasında ünlü Sihirli Flüt yer alır.

Dünyanın yaratışını konu edinen Yaratılış Oratoryosu Franz Joseph Haydn’ın önemli eseridir. İlk bölümde cansız bir dünyanın güneş ve denizin kükreyişiyle canlanışı, sonra canlı yaratıkların ortaya çıkışını ve son bölümünde de Adem ile Havva’nın yeryüzüne gelişini ve tanrıya şükranı dile getirir.

Osmanlı Kültürü

FELSEFE Ders Notları
Osmanlı Kültürü - Kültür Tarihi

Osmanlılar, Selçuklu devletinin dağılmasıyla beraber 1299’da bağımsızlıklarını ilen etmişlerdir.

Osmanlı imparatorluğu, Türklerin yeni bir devlet kurmasıyla 1923’te son bulmuştur.

Osmanlı tarihi çok geniş bir coğrafi alana yayılmaktadır.

Osmanlı devletine ait farklı dönemler kendi koşulları içerisinde değerlendirilmelidir.

Osmanlı kültürel yapısının kimi özellikleri günümüz yaşamı içerisinde devam etmektedir.

Osmanlı devleti, toplumu ve yapısı 14.yy’dan 20.yy’ın ortasına kadar devam etmiş bir devlet olarak, değişik tarihi dönemler yaşamıştır.

Osmanlı devleti her ulus devlette farklı algılanmıştır. Bu algılamalar kimi koşullara göre zaman içerisinde farklılıklar gösterdiği için, ayrıntılı çalışmalar çok fazla bulunmamaktadır.

Osmanlı kültürel yapısının kimi özellikleri günümüz yaşamı içerisinde de devam etmektedir.

Osmanlı dünyası ile ilgili Türkiye'de ve dünyada yapılan çalışmalar giderek artmaktadır.

Osmanlı toplumu sınıflı bir toplumdur.

Osmanlı imparatorluğunda yaşayan gayrimüslimlerin kendi dini örgütleri çerçevesinde oluşan kültürel yapısı ve eğitiminin Osmanlı aydınları ile ilişkileri konusu incelenmesi gerekli bir konudur.

Osmanlı imparatorluğunun var olduğu dönemlerin çoğunluğu, endüstri öncesi döneme aittir.

Selçuklu devletinin uç beyliklerinin uymak zorunda olduğu kısıtlamalar arasında şunlar sayılabilir: 
  • İzinsiz büyük akınlarda bulunmamak
  • Bulundukları yerde fiziksel olarak yerleşememek
  • Sürekli olarak akınlara hazır bir durumda olmak
  • Merkezin kontrolü dışında hareket edememek
Osmanlılar 14. ve 15. yy’da Arapça ve Farsça tamlamalarla yoğrulmamış bir Türkçe kullanırken, Selçuklu sarayı farsça dilini tercih etmiştir.

Osmanlı yapısının içerisinde çok farklı kültürler vardır.

Osmanlı, İslam dininin kurumlarını benimsemiş bir topluluk olarak kendi özgün sosyal ve kültürel yapısını oluşturmuştur.

Osmanlılar ele geçirdikleri yerlerdeki nüfusun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması Osmanlı bölgelerindeki nüfusun artmasını sağlamıştır. Alınan kentleri Osmanlılaştırma önemli bir olgudur.

Sosyal yardım, sağlık ve tedavi hizmeti, din, felsefe, kuran eğitimi, ilkokul, din ve ticaret işlevlerini karşılayan Osmanlı kurumlarını içeren değişik çok işlevli yapılara külliye adı verilir.

Külliyelerin içerdiği din işlevi ile ilgili yapılar arasında yer alanlar:
  • Mescit
  • Cami
  • Türbe
  • Zaviye
  • Tekke
Külliyelerin içerdiği ticaret işlevi ile ilgili yapılar arasında yer alanlar:
  • Bedesten
  • Dükkan
  • Arasta
  • Şehir içi hanı
  • Kapalı çarşı
Medrese öğrencilerine ve yolculara bedava yemek dağıtılan yere imaret adı verilir.

Darüşşifa, Osmanlılarda hastane anlamında kullanılmıştır.

Sıbyan mektebi Osmanlılarda ilkokul anlamında kullanılmıştır.

Mukarnas, Selçuklu sanatının ana mimari süsleme öğesidir.

Külliyelerde eğitimin verildiği, darülkurra, darülhadis, sıbyen mektebi gibi eğitim tesisleri bulunmaktadır.

Erken Osmanlı döneminde beylerin yanında altıncı kol görevi yapmakta ve fethedilen yerlerin Müslümanlaşmasını ve Türkleşmesini sağlayanlar Ömer Lütfi Barkan’ın deyimiyle kolonizatör Türk dervişleridir.

Orta Asya Türklerinin İslamiyetten önceki inanç sistemi şamanizmdir.


Oğuz Türklerinden beri saz eşliğinde diyar diyar gezen şairlerin söylediği şiir türü, halk şiiridir. Anonim kahramanlık ve halk destanları halk şiirinin özünü oluşturur.

Döneminin (16.yy) siyasal ayaklanmalarını destekleyen ve buna alevi Bektaşi geleneğindeki şiirleriyle katılan fakat eski dostu Sivas valisi Hızır Paşa tarafından idam ettirilmesiyle siyasi edebiyatımızda sembol bir isim olan kişi Pir Sultan Abdal'dır.

Aşık edebiyatı içinde yer alan aşık, genelde bir mahlas kullanır. Mahlas takma isim demektir. Köroğlu mahlasa örnek verilebilir.

İskendername isimli eser şair Ahmet'e aittir.

14. yy’dan yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar sürdürülen, besteleri, bestecileriyle, sağ ayak yürüyüşüyle başlayan görkemli korosu ve topluluğuyla heyecan verici coşkulu bir üsluba sahip olan tür mehter müziğidir.

Askeri müzik türü içinde yer almasına rağmen, Avrupa müziğini etkileyerek’alla turca’stilinin doğmasına yol açan müzik türü mehter müziğidir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ile beraber Osmanlı devletinin beylik düzeyinden imparatorluk kurumsallaşmasına girdiği kabul edilmektedir.

Fatih döneminde oluşmaya başlayan saray atölyeleri ile gelişecek olan klasik dönem üslubunun destekleyicilerini ve tüketicilerini başta devşirme kökenli yöneticiler oluşturmuştur.

‘Hat’sözcüğü Arapçada çizgi demektir.

Güzel yazı yazma sanatına hat sanatı denir. Bu sanatı yapanlara ise hattat adı verilir.

Bir el yazmasında anlatılan bilgileri veya hikâyeleri betimleyen küçük boyuttaki resimlere minyatür adı verilir. Minyatürlerin konusu kitap içinde yazılanlardan kaynaklanır.

Minyatürler iki boyutlu resimlerdir. Üçüncü boyut ve hacim minyatürlerde gösterilmez.

Minyatürlerde önemli olan kurgunun resimdeki gerçekçiliği değil konunun ayrıntılı bir gözlemle aktarılmasıdır.

Matrakçı Nasuh, 16. yy nakkaşlarından biridir.

Farabi insan için en yüksek erdemin bilgi olduğunu düşünmüştür.

Günlük duygularla ve olaylarla nasıl baş edilmesi gerektiğini anlatan kişiler, stoiklerdir.

Ali Kuşçu, astronomi ve matematik bilginidir. Fatih medresesinin programlarını düzenlemiş ve dersler vermiştir.

Molla Cami, İranlı büyük bir şair ve mutasavvıftır.

Fatih Sultan Mehmet’in şiir yazarken kullandığı mahlas (takma isim) Avni’dir.

Padişahlar tarafından yaptırılan camilere selatin cami adı verilir.

Medreseler, Fatih Sultan Mehmet Külliyesindeki en önemli yapılardır.

Klasik dönem Osmanlı sanatının oluşumuna katkıda bulunan en önemli iki etken kurumlar ve banilerdir.

Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hassa Mimarbaşılığa getirilmiştir. Mimar Sinan, devletin politik gücünü ve imparatorluğun yüceliğini anıtsal yapılarda ve büyük külliyelerde somutlaştırmıştır.

16. Yüzyıldaki minyatürlü el yazmalarının ana konusunu padişahın yaptıkları ve savaşları oluşturmuştur.

Menazil-i Sefer-i Irakeyn adlı el yazması Matrakçı Nasuh tarafından resmedilmiştir. Bu eser Kanuni’nin Bağdat seferini ve oradan Tebriz üzerinden dönüşünü anlatır.

Divan edebiyatında padişahın çocuklarının doğumu, sünneti, kızlarının kız kardeşlerinin evlenmesi gibi nedenlerle düzenlenen halka açık eğlencelerin anlatıldığı manzum eserlere surname adı verilir.

III. Murat döneminde sumameyi Seyyid Lokman yazmıştır. Nakkaş Osman ve ekibi ise minyatürleri yapmışlardır.

Mimar Sinan yaratıcılık gücü ve geleneksel mimari birikimiyle imparatorluğun politik gücünü, yeni ve görkemli örneklerle eserlerine yansıtmıştır.

Şairlerin yaşadıkları kenti, iyi ve kötü taraflarıyla anlattıkları kitaplara şehrengiz edebiyatı adı verilir.

Evsaf-ı İstanbul kitabı Latifi'ye aittir. Bu kitap İstanbul’un mahallelerini, gezi yerlerini, günlük yaşamdan kesitleri, önemli yapıları anlatmıştır.

Divan edebiyatında kullanılan teşbih sanatı benzetme anlamına gelir.

Divan edebiyatında, bilindik bir olayı edebi ve estetik olarak açıklama ve anlam verme hüsn-i ta’lil sanatını ifade eder.

16. yüzyılda kahvehaneler ve meyhaneler IV. Murat tarafından yasaklanmıştır.

Cihannüma adlı eser Katip Çelebi ye aittir. Osmanlı dünyasının önemli bilginlerinden biridir.

Fransa Sefaretnamesi, Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’ye aittir. Bu eser elçinin Paris teki on yıllık görev süresiyle ilgili gözlemlerini anlatır.

‘Yine bir gülnihal’isimli eser Hammamizade İsmail Dede Efendi’ye aittir. Dede Efendi, Klasik Türk Müziğinin gelişimini yönlendiren isimlerden biridir.

Katip Çelebi, İbn-i Haldun’un devlet anlayışı görüşünü benimsemiştir.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme

FELSEFE Ders Notları
Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme - İnsan ve Toplum

Eski Yunan’da Vatandaşlık: Bir siyasi katılım biçimi olarak ilk uygulama imkanını Antik Yunan kent devletlerinde bulmuştur. Antik Yunan’da vatandaş olmak herkese açık bir hak değil, aksine bir tür imtiyaz sahibi olmak anlamına geliyordu.

Modern Ulus Devlet ve Vatandaşlık: Tüm özellikleriyle değerlendirdiğimizde vatandaşlığın kurucu unsurları, ulus devlet sınırları içerisinde geçerli olmak üzere haklar, katılım ve mensubiyettir. Feodal dönem ve Antik Yunandaki vatandaşlık anlayışından farklı olarak, ulus-devlete dayalı modern vatandaşlık, birey-devlet arasındaki ilişkileri soya veya kabileye dayalı olarak değil, birey temelinde kurgulamıştır.

T. H. Marshall, İngiltere örneğinden hareketle geliştirdiği yurttaşlık kuramında, yurttaşlığın sivil, siyasal ve sosyal boyutlardaki gelişimini ortaya koymaktadır.

Modern vatandaşlığın ortaya çıkışındaki esas itici güç Fransız Devrimi’dir. Modern vatandaşlık kavramı bir ulus-devlete üyeliği içerir.

Modern ulus-devlet ideal olarak toprak sınırları belli olan ve bu sınırlar dahilinde meşru yetkilerini kullanan bir oluşumdur. Ulus devlet, kökenleri 1648’de imzalanan Westfalya Anlaşması’na dayanır.

Genel bir kural olarak vatandaşlık bir statü olarak sürekli, ayrıcalıklı ve doğrudan/dolaysız bir durumdur. Devlet doğumla kazanılan vatandaşlığı geri alamamaktadır (süreklilik); yine kural olarak vatandaşlık çoğu durumda sadece bir devlet için söz konusu olmaktadır (ayrıcalıklık); ve başka hiçbir siyasal kurum, yönetici veya grubun vatandaş-devlet ilişkilerinde araya girmesi söz konusu olamaz (doğrudanlık veya dolaysızlık).

Modern Vatandaşlık: Rasyonel ve özerk olduğu, siyasi katılım ve denetim yetenekleri olduğu varsayılan özgür bireyler ve onların yarattığı siyasi kurumlar üzerinde temellenmiştir.

Ulusallık: Bir siyasal topluluğun aynı zamanda kültür, dil, adetler ve karakter bakımından türdeş özellikler göstermesi gerekliliğine işaret etmektedir.

Ulus-devlet içindeki vatandaşlık: Ulusal bir topluluğun üyesi kimliğiyle kimin içeride kimin dışarıda olduğunu belirler. Vatandaşlık hem evrensel hem de ayrımcı prensipleri içinde barındıran tuhaf bir dâhil etme şeklîdir. Ulus-devlet içinde herkese üyelik sağlamayı öngördüğü için evrenselcidir ancak bunu sadece belli bir toprak sınırları içinde belli etnik ve kültürel grubu tanımlayarak yaptığı için de ayrımcı, seçici ve eleyicidir.

Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık: Fransa’da uygulanma olanağı bulan doğum yeri esasına göre veya Almanya’da ortaya çıkan kan bağına dayalı olarak kazanılabilir.Fransa’da ulus, devletin kurumsal ve teritoryal çerçevesiyle ilişkili olarak kavranmış; ortak kültürün değil, siyasal birliğin vatandaşlığı oluşturduğu düşünülmüştür. Fransız vatandaşlık anlayışı evrenselci, akılcı ve devlet merkezci olmuştur.

Alman Vatandaşlık Anlayışı: Tikelci, organik, farklılaşmacı ve etnik merkezlidir.  Fransız tarzı vatandaşlıkta, Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı olduğunu bildirmek, vatandaşlığın ve daha sonraki biçimsel koşulların gerçekleştirilmesinin önkoşuluydu.  Alman ulus-devletine üye olmanın tek koşulu etnik olarak Alman ırkına ait olmaktan geçiyordu.

Ulus Devlette İki Siyasal Gelenek: Liberal Ve Cumhuriyetçi Vatandaşlık
  • Liberal vatandaşlık anlayışında bireyler kamusal düzeyde eşit haklarla donatılmıştır.  
  • Cumhuriyetçi vatandaşlıkta ise birey, ulusal siyasal topluluğun bir parçası olması nedeniyle parçalanamaz bir biçimde kamu düzenine aittir.  
Aralarındaki en temel fark, liberal vatandaşlık anlayışının “statü”, cumhuriyetçi vatandaşlık anlayışının ise “pratik” olarak vatandaşlık anlayışına dayanmasıdır. 

Göçmenlik, Vatandaşlık Ve Toplumsal Tabakalaşma  
Halfman göç olgusunun, modern ulus-devlette iki temel problemin kaynağı olduğuna işaret etmektedir: sosyal sistemlerdeki herhangi bir üyelik biçiminden dışlanma riski ve ulusal olarak tanımlanan vatandaşlar topluluğundan dışlanma riski.

Morris’e göre, hiyerarşiye yol açan tabakalı vatandaşlık sisteminde, bazı yurttaşlar verilmiş olan haklara ulaşma noktasında resmi olmayan engeller ve yoksunluklarla karşılaşmaktadır.

“Kurumsal ırkçılık” kavramı ABD’de 1964 sonrasında Sivil Haklar Yasası yürürlüğe girdikten sonra ortaya çıkmıştı.  Kurumsal ırkçılık fikri, ırkçılığın toplumun yapılarına sistematik olarak nüfuz ettiğini öne sürmektedir.

Kurumsal ayrımcılık, etnik ve dini azınlık ve göçmenlerin toplumun çoğunluğu için mevcut olan aynı haklara ve fırsatlara ulaşmalarını engelleyen, kurumlardaki rutin yaklaşım ve davranış kalıplarına işaret etmektedir.

Göçmenler açısından göç edilmiş olan ülkenin tabiiyetine geçmek, göçmen ve çocukların sosyal, siyasal ve sivil hakları kullanmasını engelleyebilecek olan ayrımcı uygulamalar ve şiddetten korunmayı otomatik olarak sağlayamamaktadır.  Sonuç olarak Jan Pakulski modern vatandaşlığın marjinalleştirmek, damgalamak ve asimile etmek gibi etkiler yarattığını belirtmiştir.

Ulus Devletin Göçmenlere Yönelik Politikaları 

Eritme Potası (Melting Pot): Azınlık kültürün hakim kültür egemenliğindeki çözülmesinden çok; hâkimiyeti oluşturan tüm kültürel yapıların evrim geçirerek, yeni bir kalıp içinde karışmasını ve yeniden oluşmasını ifade etmektedir.

Asimilasyon: Toplumdaki çeşitli azınlık grupların “devlet politikalarının zorlanması yoluyla” kültürel olarak çoğunluğa benzetilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır.

Somersan “doğal asimilasyon” yönünde yargıların bulunduğunu da naklederek ancak bunların yanıltıcı olduğunu; oysa kitlelerin asimilasyonu kanıksaması durumundan söz edilebileceğini ima ediyor. Somersan “zorunlu uyum” terimi üzerinde de durulması gerektiğini belirtmektedir: “Zorunlu” uyum kavramı önemli; çünkü çoğu siyasetçi ve sosyal bilimci, işin zorunluluk boyutuna değinmekte veya yeterince vurgulanmamaktadır. 

Bütünleşme veya Entegrasyon:,Göçmen veya yerli halkların kendi istekleri ile çoğunluk kültür ve topluma uyum göstermesi ve çoğunluk toplumun normlarını, değere düşünce kalıplarını benimsemesi olarak tanımlanır.

Çok kültürcülük Parekk’e göre ‘Çokkültürlü toplum’ terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, ‘çokkültürcü’ terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir”.

Çokkültürcülük, Kanada, Avustralya ve Amerika gibi ülkelerde kültürel çeşitliliğin olumlu karşılanmasını ve yüceltilmesini ifade etmektedir. Farklı grupların asimilasyonuna ve toplumun homojenleştirilmesine karşıdırlar.

Küreselleşmenin getirdiği toplumsal dönüşümler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çoğul kimlikler ve ulus ötesi kurumların artan rolü sonucu her geçen gün daha da artan farklılaşmış kimlikler yaşadığımız dünyanın bir gerçeği haline gelmiştir. İşte çokkültürcülük ve yeni vatandaşlık tartışmaları da bu zemin üzerinde yeşermeye başlamıştır. Bugün, çokkültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.

Çokkültürcülük kavramı ilk kez 1971 yılında Kanada Hükümeti tarafından ve bir siyaset biçimini ifade etmek üzere kullanılmıştır.   

Bugün, çok kültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.
  • Birinci ilke, “kültürel çeşitliliğin tanınmasıdır. Bu ilke, çokkültürcülüğün yetkin kuramcılarından biri olan Charles Taylor tarafından “Tanınma Politikası” olarak adlandırılmıştır. 
  • İkinci önemli ilke, “toplumsal eşitlik”tir.  
  • Üçüncü ve son ilke, “toplumsal bütünleşme’dir.
Küreselleşme Ve Yeni Vatandaşlık Teorileri

Ulus-Sonrası (Post-National) Vatandaşlık: Ulus-sonrası yurttaşlık anlayışı, hakların sosyal statü, etnik köken, renk, inanç, cinsiyet gibi özelliklere bakılmaksızın evrensel insan hakları çerçevesinde tüm insanlığa yaygınlaştırılması gereğinin kavramsal boyutunu teşkil eden insan hakları doktrininden yola çıkmaktadır.

Küresel Vatandaşlık: Falk'a göre ekonomik güçlerin küreselleşmesi beraberinde evrensel kimliğin oluşmasında rol oynar. Küresel vatandaşlığı, bölgesel siyasi birlikteliklerin oluşmasına bağlayabiliriz. Son olarak, küresel vatandaşlık 1980’lerde sosyal hareketlere yol açan uluslararası aktivizmle de ilişkilendirilebilir.   İşte küresel vatandaşlığın son zemini de küresel duyarlılıktır. Küresel vatandaşlık belirli bir bölgenin sorumluluğundan öte kürenin sorumluluğunu bireye yüklemektedir.

Ekolojik Vatandaşlık: Van Steenbergen'in ifadesiyle ekolojik vatandaşlığın kapsayıcı bir özelliğe sahip olması hem insan hem hayvan haklarını savunması ile açıklanabilir. Bazı ciddi ekolojik problemler küremizi tehdit edecek boyuta ulaştı. Bu da dünya vatandaşlarına sınırlar ötesi bir sorumluluk yükledi. Böylece vatandaşlığın ulusal sınırların dışında tanımlanması ihtiyacı doğmuş oldu.

Küresel ve ekolojik vatandaşlıkta görüldüğü gibi geleneksel vatandaşlık yeni gelişmeler veya sorunlar nedeniyle coğrafi / ulusal açıdan değişmeye başlamıştır. Çünkü vatandaşlığın ulusal ve coğrafi sınırların ötesinde tanımladığı bir döneminden geçiriyoruz.

Çokkültürlü Vatandaşlık: Hakların ve taleplerin ve taleplerin küresel çağda nasıl çeşitlendiğini ortaya koymaktadır. Azınlık haklarını bu bağlamda değerlendirebiliriz.    

Kymlicka’nın çokkültürlü toplum projesini dayandırdığı çokkültürlü yurttaşlık fikri şu haklardan oluşmaktadır:  Özyönetim hakları, Çoketniklilik hakları, Özel temsil hakları 

Avrupa Vatandaşlığı: Ulus-devletin dışında ve ötesinde bir vatandaşlık yaratılmasını amaçlayan ilk ve tek deneyimdir.

1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile yasallaşan Avrupa yurttaşlığı politikası, bir Avrupa kimliği yaratılması yolundaki en önemli adım olarak kabul edilmiştir. 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması ile tanınan haklardan en önemlisi, AB kurumlarına herhangi bir resmİ Avrupa dili ile yapılan başvuruda aynı dilde cevap almaktır.  

Avrupa vatandaşlığı klasik anlayışın coğrafi ve hukuki boyutlarıyla nasıl değiştiğini göstermektedir. Çünkü bu vatandaşlık kipi ulus ötesi bir zemin önermekle coğrafi, değişik yerlerde yaşayan farklı kültür ve kökenlere bağlı insanlara aynı statüyü tanıdığı için hukuksal (statü) bir açılım sağlamaktadır.

“Akademik hareketlilik” kişilerin sosyalleşme yoluyla kendilerini Avrupalı olarak hissetmeleri için tasarlanmıştır.  Lizbon Anlaşmasında, AB üyelerinin vatandaşlarının “aynı zamanda” AB vatandaşı da oldukları ileri sürülmektedir. Böylece “Avrupa yurttaşlığı ulusal yurttaşlıkların bir tarafa bırakılması anlamına gelmemektedir” düşüncesi geçerliliğini korumaktadır.

Martiniello’ya göre, Avrupa yurttaşlığı ilkesi ile amaçlanan, Avrupa'nın siyasi ve sosyal bütünleşmesini değil, iç pazarın sorunsuz işleyişini sağlamaktır. Avrupa bütünleşmesi projesinin babası Jean Monnet’dir.

Sağlık, Hastalık ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Sağlık, Hastalık ve Toplum - İnsan ve Toplum

Sağlık veya hastalık, insanların aklına öncelikle, sosyal bilimler ya da sosyoloji değil de doktorlar, hastaneler ve ilaçlar gelir. Ancak sağlık, sosyolojinin konuları arasındadır.

Hatta sağlık sosyolojisi, günümüzde özellikle Batı ülkelerinde sosyolojinin en geniş alt dallarından biri haline gelmiştir. 

Klasik sosyoloji kuramları içinde Engels’in, “İngiltere’de işçi Sınıfının Durumu” adlı çalışması ve Durkheim’ın intihar çalışması, öne çıkan çalışmalardır.  Modern sosyoloji içinde de sağlıkla ilgili sayılabilecek en ünlü çalışma, Parsons’ın “Sosyal Sistem” adlı eseridir. 

Sağlık (ve hastalık) sosyolojisi, sağlığın ve hastalığın, toplumda nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını, bu süreçlerin toplumsal yapılarla olan ilişkilerini inceler.

Sağlık sosyolojisi terimi ilk olarak, 1894' te Charles McIntyre tarafından kullanılmıştır.  

Sağlık sosyolojisinin gelişimi, üç dönemde incelenebilir:
  1. Tıpta Sosyoloji (sociology in medicine) : 1960’lara kadar olan kısmını kapsar. Bu dönemde, tıbbın kendi paradigması ve ‘sağlığın ve hastalığın biyomedikal modeli’ baskındır. Sosyoloji, tıp yanlısıdır.
  2. Tıp sosyolojisi (sociology of medicine / medical sociology): Bu dönemde yapılan çalışmalarda tıp eleştirilmeye başlanmış; modern tıbbın meşruiyeti, tıp mesleğinin sınırları ve tıbbi örgütlerin işlev ve işleyişleri sosyolojik olarak sorgulanmıştır. 1960 ve 1970'ler süresince yapılan çalışmaları içine alan dönemdir.
  3. Sağlık ve hastalık sosyolojisi (sociology of health and illness): Bu dönemde yapılan çalışmalar eğitim, din, siyaset gibi diğer toplumsal kurumlara ve sağlıkla bu kurumların ilişkilerine odaklanarak önceki dönemin sınırlılıklarını aşmıştır.1970'li yılların sonundan itibaren başlamıştır.
Sağlık Nedir?

“Fiziksel, zihinsel ve sosyal açılardan tam bir iyilik hali”dir sağlık kavramını 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) açıklamıştır.

Sağlığın ve Hastalığın Biyomedikal ve Sosyal Modelleri 
İnsanların en önemli ölüm nedenlerinin enfeksiyonlar ve akut hastalıklardan kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalıklara doğru dönüşmesi epidemiyolojik dönüşüm ya da epidemiyolojik eşik olarak bilinmektedir.

Biyomedikal Model: Hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik, politik, psikolojik faktörleri görmezden gelen indirgemeci bir yaklaşımdır. Hastalığın sosyal belirleyicileri içinde bireysel düzeyde sigara içmek, stres ve egzersiz; yapısal düzeyde işsizlik ve yoksulluk sayılmaya başlanmıştır. 

Sağlık ve hastalık sosyolojisi, hastalığın ve sağlığın toplumsal olarak modellendiğini, tekrar tekrar belirtmiştir.  Sağlık durumu, biyoloji dışındaki faktörlerin sonu¬cudur, ve tesadüfi olarak oluşmadığı kanıtlanmıştır.

Ölüm ve hastalık oranları ya da insanların yaşamlarındaki değişimler, toplumsal yapılarla ilişkilidir ve cinsiyete, sınıfa, ırka ve yaşa göre değişiklik gösterirler.  Bu anlamda biyomedikal model, sağlıktaki toplumsal eşitsizlikleri hesaba katma konusunda başarısız olmuştur.  Bu çerçevede, biyomedikal modelin eleştirisinden doğan sağ¬lığın ve hastalığın sosyal modeli, biyomedikal modelin antitezidir.

Sosyal modelin özellikleri, kısaca şu şekilde özetlenebilir:
  1. Tıpta, içsel olan zihin-beden ikiliğine karşı çıkar. 
  2. Fiziksel beden, bireyin bütününden bağımsız bir şekilde “onarılabilecek” bir makine değildir. 
  3. Sağlık ve hastalık, sadece biyolojik değişimlerle ilişkili değildir.  
  4. Son olarak, tıbbi bilgi, hiçbir şekilde objektif olamaz; bilimsel bilgi de dahil olmak üzere, bütün bilgiler, içinde üretildikleri bağlama bağlıdır.  
Eleştiri önemlidir ve sağlık sosyolojisinin kuruluşu, tıbbi bilginin ayrıcalıklı kabul edilmemesiyle birlikte başlamaktadır. Bu açıdan, sağlık sosyolojisi bilgi sosyolojisinden doğmuştur denebilir.

Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri 
Sağlığı etkileyen çok sayıda faktör söz konusudur. Bu faktörler bireylerin, grupların ve toplumların sağlık düzeylerinin birbirinden farklılaşmasına neden olmaktadır. Sağlık düzeyleri, çok çeşitli değişkenlerle ölçülebilirse de bu konuda en sıklıkla başvurulan ölçütler, doğumda beklenen ortalama yaşam süresi, ölüm oranı (mortalite) ve hastalanma oranıdır (morbidite). 

Bireylerin sağlıkları, önemli ölçüde, içinde bulundukları toplumsal koşullar tarafından biçimlendirilmektedir. Toplumda, sağlık statüsünde, sağlığa ilişkin risklerin dağılımında ve sağlık hizmetlerine erişimde çeşitli eşitsizlikler söz konusudur ve bu eşitsizlikler, bireyler ya da gruplar arasında ölüm ve hastalık oranlarında, ortalama yaşam sürelerinde ve algılanan sağlık statülerindeki farklılıklarda görünür hale gelmektedir 

Bu etkenler: 
  • Genelden özele doğru genel sosyal 
  • Ekonomik 
  • Kültürel ve çevresel koşullar 
  • Beslenme 
  • Eğitim
  • Çevre kirliliği 
  • Gelir düzeyi 
  • Yaşama ve çalışma koşulları
  • Barış ve insan hakları güvencesi 
  • Devlet tarafından iyi bir şekilde yönetilme 
  • Temiz su ve hijyenik kanalizasyona erişim 
  • Etkili sağlık hizmetlerine erişim 
  • İyi barınma koşulları
Sosyal ve topluluksal ağlar: Bireysel yaşam tarzı faktörleri, Yaş, Cinsiyet, Kalıtımsal faktörler

Demografi ve Nüfus

FELSEFE Ders Notları
Demografi ve Nüfus - İnsan ve Toplum

Demografi: Göç, doğum ve ölüm süreçlerini ele alarak insan nufusu çalışan bir bilim dalıdır.
Nufus yapısını oluşturan temel özellikler , cinsiyet ve yaş gibi biyolojik özelliklerle, gelir, eğitim durumu, medeni durum, ırk özellikleri gibi sosyo-ekonomik  ve kültürel özelliklerden oluşur.

Doğum, yeni doğan kişinin bakışından, dünyaya geldiği zaman ve yeri tanımlar.

Doğurganlık, ebeveynlik statüsünü açıklayan bir kavramdır.

Doğum süreçlerinde kullanılan ölçümler şunlardır:
  1. Kaba Doğum Hızı: Bir yıl içinde tüm yaş grubundan annelerin yaptıkları doğum sayısının, genel nüfusa oranlamasıdır.
  2. Genel Doğurganlık Hızı: Genel Doğurganlık Hızı, doğurganlık yaşına bağlı bîr ölçümdür. Bir yıl içinde meydana gelen doğum sayısının, yıl ortasında doğurganlık yaşında olan kadınların sayısına oranlamasıyla oluşur.
  3. Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı (YGGDH): Yaş gruplarına göre doğurganlık hızı, bir yıl boyunca, bir yaş grubunda yer alan kadınlara düşen doğum sayısıdır. Yıl ortasındaki sayı dikkate alınır. Her 1000 kadına düşen doğum sayısı olarak hesaplanır.
  4. Toplam Doğurganlık Hızı: Toplam Doğurganlık Hızı, Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı dikkate alınarak hesaplanır. Tüm yaş gruplarındaki doğurganlık hızının ağırlıklı toplamı alınarak, yaş grubunun sınıf aralığını oluşturan beş ile çarpılır. 
Nufus Kuramları: 
(Nufus artışını etkileyen faktörleri açıklamak için)

Malthus: Nufusun kontrol edilmediğinde  geometrik oranla artarken; yiyecek üretiminin  aritmetik oranla arttığını savunur.

Malthus'a göre insan toplumunda nufusun artışını kontrol etmek için şu mekanizmalar bulunur:
  • Ölüm hızını artıran pozitif kontrol mekanizması
  • Doğum hızını düşüren önleyici kontrol mekanizması
Brettano: Artan zenginlikle, zevke düşkün insanoğlunun daha farklı eğlencelere yönelmesinin doğurganlığı düşürdüğünü savunur.

Sadler: Doğurganlığın nufus yoğunluğuyla ters orantılı olduğunu savunur.

Sadler'in nufus kanunundaki ilkeleri şunlardır:
  • Doğurganlık, nufus yoğunluğu ile ters orantılıdır.
  • Doğurganlık ölüm hızı ile doğrudan değişir.
Doubleday: Bitkiler ve hayvanların üremesi üzerinde beslenmenin yarattığı etkileri inceleyerek, elde edilen sonuçların insan doğurganlığı için de geçerli olduğunu savunur.

Ungem-Sternberg: Kapitalist mentaliteden etkilenen kadınlara eşitlik ve bağımsızlık arayışlarında erkekleşmeye başlamalarının doğurganlıkta düşüşe yol açtığını savunur.

Nitti: Bireyselliğin güçlü bir biçimde geliştiği, toplumsallaşmanın bireysel aktiviteyi ortadan kaldırmadığı, zenginliğin bölündüğü, eşitsizliğin sosyal nedeninin işbirliğinin daha üst bir formuyla ortadan kaldırıldığı toplumlarda doğum hızı, yiyecek hızına eşitlenir.

Dumont:  Yoksulluğun ve cehaletin yüksek doğurganlık nedeni olmadığını, tam tersine yüksek doğurganlığın, yoksulluk ve cehalet nedeni olduğunu iddia eder.

Fetter: Gönüllülük Yaklaşımı - Hiç bir nufus ilkesi tek başına doğurganlık kalıplarındaki değişimi açıklamak için yeterli değildir.

Sosyal Damarlar: Bir toplum üyesinin o toplumun değerlerine göre saygınlık kazanabilmek için ortaya çıkan bireysel dürtülerinin doğurganlık üzerindeki etkisini inceleyen yaklaşımdır.

Sosyal Damarlar ilkesini Dumont önermiştir.

Sosyal Damarlar kavramı, zevk, zerafet, lüks, gerçeğe ve adalete duyulan sevgi, hatta genelin iyiliği adına kendini feda edebilmek olan ideallerdir.

Morbidite: Sonu ölümle bitecek hastalıkları ve salgınları  açıklamakta kullanılan kavramdır.

Ölüm: Demografik açıdan nufusun azalmasını anlatan süreçtir.

Ölüm İstatistikleri üç ana hesaplamaya dayanır:

Kaba Ölüm Hızı: Bir yıllık bir süre içinde bir nufusta meydana gelen ölüm sayısının, her 1000 yaşayan kişiye düşen oranıdır.

Yaşa Bağlı Ölüm Hızı: Bir yıl içinde belirli bir yaş aralığında meydana gelen ölüm sayılarının aynı yaş grubunda yer alan toplam nufusa oranıdır.

Çocuk ölümlerinin incelenmesinde, yaşa bağlı ölüm hızları hesaplanmaktadır.

Çocuk ölümleri için üç temel kategori kullanılır:
  • Yeni doğan: Yaşamın ilk gününden yirmi sekizinci gününe kadar.
  • Bebek: Yaşamın ilk yılını,
  • Çocuk: Yaşamın ilk yılından beşinci yılına kadar.
Yeni Doğan Ölüm Hızı: Bir yıl içinde yaşamının birinci ve yirmi sekizinci günleri arasında ölenlerin sayısının, o yıl içinde meydana gelen doğum sayısına oranıdır.

Nedene Bağlı Ölüm Hızı: Morbidite hızında vaka ölçümü, Nedene Bağlı Ölüm Hızı’nın hesaplanmasında kullanılır. Çünkü hangi grupların ölmekte olduğunu, hangi grupların riskinin en az olduğunu bilmek istenir.

Göç: Nüfus hareketlerini etkileyen diğer bir süreç, göçtür.

Başlıca göç sınıflandırılmaları: 
İç göç: Bir nüfus ipinde, alt grupların hareketliliğidir. 
Örneğin, Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere göç edilmesine iç göç denir.  

Dış göç: Bir nüfusun, bir ülkeden başka bir ülkeye hareketini anlatır.  
Örneğin, 1960’Iı yıllardan itibaren ekonomik nedenlerden dolayı, Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru büyük bir hareketlilik yaşanmıştır. 

Zorunlu Göç: Savaş, doğal afet ya da baskı nedeniyle, nüfusun, kendi istekleri dışında, ülkelerinden başka bir ülkeye hareketliliğidir.

Göç Ölçümleri şu şekilde sınıflandırılır:
  • Gelen göç: Bir grup insanın, bir nüfusun ya da alt nüfusun yerleştiği bölgeye, yerleşmek amacıyla gelmesidir.
  • Giden göç: Bir grup insanın, başka bir yere yerleşmek için, belirli bir bölgeden gitmesidir.
  • Net göç: Belli bir zaman diliminde, bir coğrafi bölge için, gelen ve giden göç arasındaki farkı verir.
  • Katkılı (gross) göç: Belli bir zaman aralığında, gelen ve giden göçün toplamıdır.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü