Klasik Sosyoloji Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Klasik Sosyoloji Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2014 Salı

Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar: Emile DURKHEIM

FELSEFE Ders Notları 2
Klasik Sosyoloji Tarihi
Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar: Emile DURKHEIM

Durkheim çalışmalarında kendisinden önce gelen sosyologlardan daha fazla sosyolojinin bir bilim dalı olarak sınırlarının ne olduğu ve onun kapsamına giren olguların hangi yöntemle incelenmesi gerektiğine ağırlık vermiştir. Sosyolojinin en önemli kurucularından birisi olarak kabul edilen Durkheim işlevselci (fonksiyonalist) olarak adlandırılan bir toplum modeli benimsemiş ve bu açıdan modern sosyolojinin en önemli yaklaşımlarından yapısal işlevselciliğin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.

Durkheim toplumu bir bütünü oluşturmak amacıyla farklı işlevler üstlenmiş parçalardan oluşan biyolojik bir organizmaya benzetirken bu toplumun onu oluşturan bireylere indirgenemeyecek nitelikte bağımsız, bireylerin üzerinde (yani bireylerden daha önemli) bir gerçekliği olduğunu düşünür ve savunur. Bu toplumun bireyler üzerinde kolektif nitelikteki toplumsal olgular (gerçeklikler) aracılığıyla yaptırım gücüne sahip ve yine bireyleri üzerinde baskıcı ve sınırlandırıcı olduğunu vurgular ve bu nedenle toplumsal olguları sosyolojinin bir çalışma nesnesi olarak tanımlar.

Durkheim, biyolojik benzeşmeye dayalı olarak parçaları arasında işlevsel karşılıklılık temelinde işbirliğinin ver olduğu uyumcu bir toplum modeli ve buna uygun pozitif yöntem benimser.

Durkheim’e göre sosyolojinin çalışma konusu toplumsal olgulardır. Toplumsal olgular bireyin bilinçleri dışında var olan, kendine özgü bağımsız bir gerçekliğe sahip ve kendilerini bireye zorla kabul ettiren olgulardır. Örneğin ahlaki kurallar bize dışsal ve bizi kısıtlayan bir toplumsal olgudur ancak birey onu içselleştirdiği ölçüde davranışına yön verir. 

Maddi toplumsal olgular, toplum, toplumun yapısal bileşenleri (kilise, devlet) ve toplumun morfolojik (nüfus, dağılımı, yerleşim düzeni) bileşenlerdir.

Maddi olmayan toplumsal olgular, ahlak, kolektif bilinç, kolektif temsiller ev kolektif eğilimleri içer­mektedir.

Bir toplumsal olgunun nedenleri yine başka toplumsal olgularda aranmalı ve nedensel olarak açıklanmalıdır. Toplumsal olgular toplumun ihtiyaçlarının karşılanması açısından sahip oldukları işlevler açısından da araştırılmalıdır. 

Toplumsal olgular toplumun sürekliliğinin sağlanması açısından sahip oldukları işlevlere göre nor­mal ve patolojik olgular olarak ikiye ayrılır.  

Durkheim’e göre, bir toplumsal olgu ele alınırken peşin hükümlerden kopmalı ve olgu mutlaka tanımlanmalıdır. 

Anomi: Durkheim sosyolojisinde toplumsal hayatı mümkün kılan ve bireylere rehberlik eden kolektif ni­telikteki merkezi değerler sisteminde özellikle ani toplumsal değişmelere bağlı olarak ortaya çıkan belirsizlik ya da kuralsızlık durumunun genel olarak tanımlamada kullanılan bir kavramdır.

Durkheim toplumların evrimini, birey toplum ilişkisini ve toplumdaki düşünce birliğini (konsensüs) olgusu temelinde açıklamaktadır.

İş bölümü, farklı ama bir bütün içindeki faaliyetleri yerine getiren kişi ya da grupları koordine etmeyi sağlayan, istikrarlı bir düzenlemesi ifade eder. İşbölümünün gerçek işlevi, iki ya da daha çok insan arasındaki bir dayanışma duygusunu yaratmak­tadır.

Durkheim, toplumsal evrimi işbölümü olgusu temelinde açıklamaktadır. Toplumların evrimsel sü­reci içinde işbölümüne bağlı olarak gelişen ideal tipte iki tür toplumsal yapıdan söz etmektedir. Birincisi mekanik dayanışmacı, İkincisi ise organik dayanışmacı toplum tipidir. İşbölümünde meydana gelen değişimler toplumsal yapıda oldukça kapsamlı değişikliklere ve sonuçlara neden olmaktadır. Ortaya çıkan bu sonuçlar, aslında mekanik ve organik dayanışma arasındaki farklılıkları ifade etmektedir.

Mekanik Dayanışma: Benzeşmeye dayalı basit işbölümünün olduğu geleneksel toplumlarda görülen toplumsal düzen ve dayanışma tipini tanımlamada kullanılan kavramdır.

Organik Dayanışma: Farklılaşmaya dayalı karmaşık bir işbölümü ve uzmanlaşmanın olduğu modern toplumlarda görülen toplumsal düzen ve dayanışma tipini tanımlanmada kullanılan kavramdır.

Kollektif Bilinç: Bir toplumda oluşan ortak inanç ve duygulardır. Mekanik dayanışmaya dayalı toplumlarda güçlü olan kolektif (ortak) bilinç, organik dayanışmalı top­lumlarda daha az önemlidir,

Organik dayanışmalı toplumlarda uygulanan hukuk onarıcı veya iade edici hukuktur.

Mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişi sağlayan nedensel etken maddi bir toplumsal olgu olan dinamik yoğunluktur.

Dinamik Yoğunluk: Bir toplumdaki insan sayısının ve insanlar arası etkileşim miktarını ifade etmekte­dir. Durkheim’in kavramsal çerçevesi içinde özellikle kolektif bilinç, kolektif temsiller ve toplumsal eği­limler gibi maddi nitelikte olmayan toplumsal olgular, intihar üzerinde önemli bir etkiye sahiptirler. Kolektif bilincin bir toplumun ortalama üyelerinin ortak inanç ve duyguları olduğunu hatırlayalım.

Kolektif Temsiller: Kolektif bilincin özel durumlarını ifade etmektedir. Modern toplumda kolektif temsiller olarak aile, mes­lek, eğitim, devlet ve din gibi kurumların norm ve değerlerini düşünebiliriz. Kolektif bilinç daha kapsamlı iken kolektif temsiller bunun bir alt tabakasıdır. Toplumsal eğilimler de birey üzerinde etkiye sahip olan toplumsal olgulardır.

Belirli bir formdan yoksun, net olmayan toplumsal eğilimlere “kalabalık içindeki tutku­lar, kızgınlıklar ve merhamet ile ilişkili hareketler” örnek olarak verilmektedir. Farklı ortaklıklar farklı kolektif bilince ve farklı kolektif temsillere sahiptirler. Bunlar intihar eğilimleri üzerinde farklılık yaratıcı toplumsal eğilimlere sahiptirler.

İntihar: Ölen kişi tarafından, ölümle sonuçlanacağı bilinerek yapılan olumlu ya da olumsuz bir hareke­tin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına denir. İntihar, Durkheim’a göre, toplumsal dayanışmanın çok yüksek veya düşük olduğu yerlerde bağımlılık ve özerklik ilişkilerindeki dengesizliğin bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.

Durkheim’a göre intihar tipleri, dört gruba ayrılır:
  1. Bencil intihar, bireyin toplumla bütünleşmediği gruplarda ve toplumlarda görülür.
  2. Anomik intihar, toplumun ahlaki yapısının birey üzerindeki gücünü kaybettiği durumlarda ortaya çıkar.
  3. Özgeci intihar, toplumsal bütünleşmenin fazla olduğu durumlarda görülür.
  4. Kaderci intihar, bireylerin grubun yoğun baskısı altında yaşadığı ve kader olarak algıladıkları bu du­rum karşısında kendilerini tamamen çaresiz hissettikleri durumlarda görülür.
Durkheim’a göre tüm dinlerin kaynağı toplumdur.

Her toplum bazı olguları kutsal, bazılarını ise kutsal olmayan olgular olarak tanımlayarak dini yara­tır. Durkheim’e göre, dinin gelişimi önce kutsalın belirlenmesini, sonra kutsal olanla ilgili inançların örgüt­lenmesini ve son olarak da, inançlara bağlı olarak ortaya çıkan ayin ve uygulamaları gerektirir.

Durkheim, din hakkındaki fikirlerini Avustralyalı Arunta kabilesindeki totemizm üzerine yaptığı incele­melere dayandırmaktadır. Totemizm özellikle hayvanların ve bitkilerin kutsal sayıldığı ve klanın amblemleri olarak alındığı bir din sistemidir. Yani totemizm çevredeki özel şeylere, hayvanlara, bitkilere, özel yerlere ve nesnelere - tapmayı ve bu şeylerin dinsel ayinlerde kullanılan temsillerini yapmayı gerektirir. Ona göre totemizm en ilkel ve en basit din biçimidir ve kaynağı bitki veya hayvanlar değildir. Bitki ve hayvanlar sade­ce bu kaynağı temsil etmektedirler.

Totemizm: Çevredeki özel şeylere (hayvanlara, bitkilere, özel yerlere, nesneler) tapmayı ve bu şeylerin dinsel ayinlerde kullanılan temsillerini yapmayı gerektirir. Totemizm kolektif bilincin / vicdanın sembolik bir temsildir ve bu kolektif bilincin kaynağı toplumdur.

29 Ağustos 2014 Cuma

Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar: Karl MARX

FELSEFE Ders Notları 2
Klasik Sosyoloji Tarihi
Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar: Karl MARX

Karl Marx (1818-1883) 
Sosyoloji tarihinde pozitivist ve evrimci bakış açısının dışında Karl Marx tarafından ortaya atılan ve tarihsel materyalizm olarak isimlendirilen teorinin önemli bir etkisi olmuştur. Marx, görüneni değil görünenin ardında yatan toplumsal dinamikleri açığa çıkarmayı amaçlayan eleştirel bilim yaklaşımına yakın bir bilim anlayışına sahiptir. Alman filozof Hegel’in bakış açısını örnek alarak onu materyalist bir öze kavuşturduğunu öne süre Marx’a ve onun tarihsel materyalist felsefesine göre insanların varlığını bilinçleri belirlemez aksine toplumsal varlıkları bilinçlerini belirler.

Modern Sosyolojiyi en çok etkileyen düşünürlerden biri olarak kabul edilen Karl Marx Almanya'da Trier'de doğdu. Bonn ve Berlin Üniversitelerinde hukuk ve felsefe çalıştı ve 1841'de doktora çalışmasını tamamladı. En ünlü eserleri arasında Alman İdeolojisi (1845), Komünist Manifestosu (1848), Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) ve en önemli eseri Kapital (1867-1894) yer almaktadır. 

Tarihsel Materyalizm: Marx’ın tarihsel, toplumsal ve ekonomik değişmeyi ele alan toplum teorisidir.

Diyalektik: Genel olarak çelişki ve yeniden çözüm (tez - antitez - sentez) şeklinde işleyen değişme sürecini tanımlamada kullanılan kavramdır.

Diyalektiğin birbiriyle ilişkili ve birbirinden ayrılmaz dört yasası bulunmaktadır: 
  1. Bütünlük Yasası
  2. Gelişme Yasası
  3. Hareket Yasası
  4. Nitel Değişme Yasası
Marx, kapitalizm öncesi toplumdan modern-endüstriyel kapitalist topluma dönüşümü kavramsal ve yöntemsel açıdan özgün bir toplum teorisi çerçevesinde analiz etmeye çalışır. Bu bakımdan da çalışmaları hem klasik hem de modern sosyolojinin gelişimi üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. 
 
Marx tarihsel materyalist teorinin kurucusu olarak bilinmektedir.  
 
Hegel’in idealist diyalektiği maddenin düşünceden doğduğu tezine dayanmaktadır. Marx tarafından diyalektiğin maddeci bir yaklaşımla ele alınmasının en önemli nedeni, hareketin ve gelişmenin ilk önce maddeden geçtiği düşüncesidir. Maddenin ve varlığın düşünceden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini savunan düşünür Karl Marx’tır. 
 
Altyapı: Üretim güçleri ve üretim güçlerinden oluşmaktadır.   
 
Üretim Güçleri: Toplumun üretim yeteneğidir.   
 
Üretim İlişkileri: Üretim güçlerinin mülkiyet ilişkileridir.   
 
Üst Yapı: Toplumun yasal ve siyasal kuramları, düşünce biçimi, ideolojisi ve felsefesinden oluşmaktadır.

Tarihsel materyalizme göre, doğadaki hareketin önce nicel, sonra nitel bir değişme yaratması gibi ta­rihsel olarak bir toplum içindeki sınıflar arası çelişkiler, o toplumun evrimini veya değişimini oluşturmaktadır.

Marx’a göre gerçekliği belirleyen bilinç değildir. İnsanların bilincini belirleyen toplumsal gerçekliktir. İnsanların düşünme biçimi içinde yer aldıkları toplumsal ilişkiler tarafından belirlenmektedir.
 
Yabancılaşma: İnsanların kendi yarattıkları güçlerin kendi karşılarına yabancı güçler olarak çıktığı, onların egemenliğinin altına girdikleri bir durumdur.   
 
İnsanın kendine türsel varlığına ve başkalarına yabancılaşması, kapitalist pazar ve kapitalist toplum­sal sistem tarafından bir yabancılaşmadır.   
 
Marx’a göre Din egemen sınıfın egemenliğini ve baskısını meşrulaştıran bir unsurdur.

Kapital, Marx’ın kapitalizmin analizini yaptığı eserinin adıdır. Özel meta üretim sistemi olarak kapitalizmin özünü artı - değer (kar) yaratma ve bu yaratılan artı - değeri sürekli çoğaltmak oluşturmaktadır.   
 
Meta: İnsan emeği tarafından üretilen, kullanım değerine ve değişim değerine sahip üründür.   Üretim araçlarının kapitalist mülkiyeti ve işgücünün metalaşması özel meta üretim sisteminin temel koşullarını oluşturmaktadır.

İşgücü ya da İş Yeteneği: Bir insanın bedeninde, kişiliğinde var olan ve üretim sürecinde harekete geçirdiği fiziksel ve ruhsal yeteneklerdir.

İşgücünün Metalaşması: Emeğinde bir meta gibi alıp satılır duruma gelmesidir. Kapitalist üretim sürecine hem kullanım değeri üretme süreci hem de artı - değer üretme süreci ol­mak üzere ikilik bir özelliği vardır.

İşgöçünün değeri, kendisinin ve ailesinin yeniden üretimi için gerekli olan geçimlik mal ve hizmetlerin değeriyle belirlenir.   
 
Artı - değer: İşçi tarafından artış - iş sürecinde (fazla çalışma) üretilen ve kapitalist tarafından el konu­lan değer miktarıdır.   
 
Marx, Kapital adlı eserinde sınıfları analiz ederken İngiliz kapitalizmini temel almıştır.
 
Kendi için Sınıf: İşçi sınıfının öznel olarak kendi çıkarlarının bilincine ulaşması ve kendi sınıfsal Örgüt­lenmesiyle bu çıkarlarının peşine düşmesini ifade eder. 
 
Toplumların Gelişimi: Marx insanlık tarihinin (toplumların) gelişimini (evreleri) üretim biçimine (ekonomik temel) göre ilkel komünal, asyatik, antik, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum olarak özgül tarihsel dönemlere ayrılarak sınıflandırmaktadır. Bu toplumların gelişiminde sınıf çatışması temel bir yer tutmaktadır.

İnsanlığın ilk döne­mini ilkel komünal toplumla başlatır ve bu toplumda özel mülkiyet ve sınıflara rastlanmaz. İnsanlar doğaya bağımlı olarak yaşamışlardır. 
 
Asyatik üretim biçimi Batı dışı uygarlıkların yaşadığı toplum modelidir. Marx’a göre bu toplum modelinde işçiler devlete bağımlı olarak yaşamaktadır. Asyatik toplumlar bu yönüyle, kö­lelerin, serflerin veya ücretlilerin üretim araçlarına sahip olan sınıfa bağlı olarak yaşadığı diğer toplumlardan farklılaşmaktadır.

Özel mülkiyetten sonra ortaya çıkan ilk toplumlar, antik toplumlardır. Bu toplumlar efendiler ve köleler olmak üzere iki sınıftan oluşmadadır. 
 
Feodal toplumlarda ise, efendilerin yerini toprak sahipleri, kölelerin yerini ise toprak sahiplerine bağlı ve onların topraklarında çalışmak zorunda olan köy­lüler almıştır. 
 
Feodal toplum sonrasına denk düşen kapitalist toplum üretim araçlarına sahip burjuvazi ve emek gücünü ücret karşılığı satmak zorunda kalan işçi sınıfından oluşmaktadır.
 
Marx, kapitalist toplumda yer alan bu iki temel sınıf arasındaki çatışmanın sonucunda sınıfsız bir toplumun oluşacağını (sosyalizm) öngörmüştür.

Din Teorisi: Marx’ın yabancılaşma kuramı aynı zamanda onun din üzerine olan görüşlerini de temellendirmiştir. Marx’a göre ilkel toplumda insanlar anlayamadıkları olaylar karşısında din ve benzeri gerçek bir temele dayalı olmayan mistik açıklamalar üretmişlerdir. Bu bakımdan din ve benzeri mistik açıklamalar, aslında insanın kendi hayal ürününden başka bir şey değildir.
 
Ancak insan kendi hayal ürünü olan dinsel ve benzeri mistik açıklamaların kaynağını kendi dışında başka yerlerde arar; böylece kendi ürettiği düşüncelerden kopmaya ve uzaklaşmaya başlar. Başka bir deyişle, din insanın kendi hayal ürünü olduğu halde, onun ka­derini belirleyen bağımsız, dışsal ve yabancı bir güçmüş gibi algılanır. Sonuç olarak insanın kendi ürettiği düşünceler, kendi kontrolünden çıkmaya ve hatta onu kontrol etmeye başlar.
 
Sınıf Teorisi: Marx’ın sınıf teorisi, genel olarak sınıfla sosyoloji teorilerinin ilki ve en önemlilerinden biri olarak kabul edilir. Marx sınıf teorisinde özellikle endüstriyel kapitalizmin sınıf yapısı ile ilgilenmiştir. Marx kapitalist top­lumda sınıfların oluşumunu analiz ederken başlangıç noktası olarak sınıfların üretim süreci içindeki nesnel konumlarına bakmaktadır.

Sınıflar üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiye bağlı olarak belirlenirler. Yani sınıflar üretim araçları karşısındaki konumlarına, daha açık olarak üretim araçlarına sahip olup olmadıklarına ba­kılarak analiz edilmektedir. Ona göre, emeğin mülksüzleşmesi ve bunun sonucunda ücret karşılığı çalışma durumu, sınıfların oluşum sürecinin analizinde önemli bir yer tutmaktadır.

Marx’a göre, kapitalist toplum temel olarak iki sınıftan oluşmaktadır. 
 
Birincisi, üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıf (burjuvazi) ve diğeri ise mülksüzleşen ve ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan işçi sınıfıdır (proletarya).

Marx’a göre, kapitalist toplumda işçi sınıfının sınıf çelişkilerini anlamasının ve sınıf bilincine ulaşması­nın önüne geçen birçok engel bulunmaktadır.
  • İşçi sınıfının toplumsal bir güç olarak bir araya gelmesini engelleyen sınıf içi bölünme ve çelişkilerdir. İşçi sınıfı içinde ayrıcalıklı konumda olanlar (örnek: İşçi aristokrasisi), yaş, cinsiyet, ırk temelinde sınıf içinde oluşan bölünmeler ve çelişkiler sınıfsal bütünleşme, dayanışma ve siyasal mücadeleyi olumsuz etkileyebil­mektedir.   
  • Serbest çalışan, küçük ölçekli kapitalistleri içine alan mülk sahibi “orta sınıf ile mülksüz orta sınıfların burjuvazinin egemenlik anlayışı ve siyasal ideolojisiyle bütünleşmesidir. Bu sınıflar kapitalist rekabetin etki­si altında sınıf atlama, mesleki rekabet doğrultusunda sınıfsal çıkarlardan uzaklaşabilmektedir.   
  • Burjuva ideolojisinin birleştirici rolü. Egemen sınıf, maddi üretim araçlarının yanı sıra aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurmaktadır. Bundan dolayı, egemen sınıf emekçilerin zihinleri, bilinç biçimleri ve ideolojik ya da kültürel değerleri üzerinde güçlü bir sosyal kontrol kurmaktadır.   
  • Kapitalist toplumda işçiler üretim sürecindeki üretici konumları ve üretici kimlikle­rinden uzaklaştırılmadadır. Kendi toplumsal emekleriyle ürettikleri metalara karşı tüketici kimlikleri ön plana çıkmaktadır. Bu durum onların sermayenin egemenliğine karşı mücadele etmekten uzaklaştırmaktadır.
Marx'a göre gerçekliği belirleyen bilinç değildir, insanların bilincini belirleyen toplumsal gerçekliktir.

26 Ağustos 2014 Salı

Bilim Olarak Sosyolojinin Doğuşu

FELSEFE Ders Notları 2
Klasik Sosyoloji Tarihi
Bilim Olarak Sosyolojinin Doğuşu

Toplumsal gerçekliğin incelenmesi ve toplumsal değişmenin neden ve sonuçlarının araştırılması konusunda tarihe "Ümran Bilimi" olarak adlandırdığı bir bilimin yardımcı olacağını belirten sosyolog İbn-i Haldun'dur.

İbn-i Haldun, insanların doğal eğilimlerinin ya da yaradılışlarının değil, alışık oldukları gelenek ve şeylerin ürünü olduğunu savunmuş, toplumların coğrafi ve ekonomik koşullarının, üretim biçimi ve üretim ilişkilerini farklı olması ile açıklanmıştır.

Sosyolojinin Doğuşunda etkili olan gelişmeler:

Bilimsel Devrim: Bilimsel devrim, Antik Yunan’dan Ortaçağ’a kadar kabul görmüş olan doktrinlerin reddedildiği ve fizik, biyoloji, kimya, anatomi, astronomi başta olmak üzere çeşitli bilim dallarında yapılan önemli çalışmalarla modern bilimin temellerinin atıldığı döneme (1500 -1700) verilen addır.

Aydınlanma Düşüncesi, Fransız Devrimi, Endüstri Devrimi,  Newton’cu Bilim Paradigması, Bilimsel Devrimin toplum açısından en önemli etkisidir.

Bilimsel devrim, birbirini bütünleyen ve feodal ekonomiyi kapitalist ekonomiye dönüştüren üç aşamadan oluşur. Bu aşamalar: Rönesans, Din Savaşları ve Restorasyon dönemleridir.

Rönesans döneminde yapılan çalışmaların modern bilimsel düşünce için gerekli zemini sağlaması, yine bu dönemde dine ve Kilise’ ye ilişkin düşüncelerin değişmeye başlaması, hümanizmin yükselişi ve Monarşizmin yükselişi ve Monarşilerin bilimsel çalışmalara verdikleri finansal destek, 17. Yüzyılda bilim alanında son derece önemli çalışmaların yapılabilmesine olanak sağlamıştır.

Aydınlanma: Batı toplumlarında düşünce tarzında büyük değişmelerin yaşandığı, geleneksel düşün­ce ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin sorgulandığı, insan, toplum ve doğa hakkında geleneksel dünya görüşüne karşı açılan, yeni düşünme ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin yarattığı döneme verilen addır.     

Aydınlanma düşüncesiyle birlikte bilginin kaynağının dinsel metinler değil, bilim olduğu görüşü benim­senmiş, herkesin kendi aklını kullanma kapasitesi olduğu için herkes eşit kabul edilmiş ve ruhban sınıfının ayrıcalıkları meşrutiyetini kaybetmiştir.

Bireycilik: Aydınlanma düşüncesinde “bütün bilgi ve eylemler için başlangıç noktasının birey olduğuna ve bireysel akim daha üstün bir otoriteye maruz bırakılmaması gerektiği” düşüncesidir.     

Aydınlanma Düşüncesinin Temel İlkeleri: Akıl, ampirizm, bilim, ilerleme, evrencilik, bireycilik, hoşgö­rü, özgürlük, insan doğasının birliği ve laikliktir.

Voltaire: Felsefe Mektupları adlı eser ile aklın ve bilginin kullanılması yoluyla değişimin sağlanabile­ceğini göstererek toplumda etkili olmuştur.    

Vico: Sosyoloji açısından önemi, toplumsal yaşamda genel nitelikteki olaylarla ilgilenmesi ve toplumsal yaşamın gelişimini insan düşüncesinin gelişimine bağlı olarak açıklamasıdır. Eserinin adı Yeni Bilimin İlkeleridir.    

Montesquieu: İklim, coğrafya, nüfus ve dinin toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini incelemiş, olması gerekenin değil, var olanın incelemiş, olması gerekenin değil, var olanın açıklanması gerektiğini savunan Aydınlanma düşünürüdür. Kanunların Ruhu: Montesquieu’nün eseridir. 

J.J. Rousseau’ya göre, gerçek toplum düzeni üyelerin karşılıklı yükümlülüklerinin olduğu bir toplum­sal sözleşme düzenidir.

Kant, Aydınlanma döneminin sloganının “Bilmeye cüret et” cümlesi olduğunu belirtir. Bu ifade, o döne­me kadar bilgiyi kendi otoritesi ve tekeli altında tutan ruhban sınıfına karşı, Aydınlanma hareketinin merke­zindeki laik düşünceyi özetlemektedir.    

Ahlak Bilimleri: Sosyoloji ve diğer sosyal bilimler için bir dönüm noktası olmuş ve 19. yüzyılın başlarında profesyonel disiplinler haline gelmeleri için gerekli temeli oluşturmuştur.    

Natüralizm: Toplumsal olguların ruhsal ya da metafizik dünyadaki değil, doğal dünyadaki neden sonuç ilişkileriyle açıklanabileceği düşüncesidir.

Aydınlanma Düşünceleri: Sosyal bilimlerde natüralizmin ve önyargıların kontrolünün gelişmesine katkı­da bulunmuşlardır. 1780’Ierden itibaren çoğu alt orta sınıftan gelen gazeteciler ve yazarlardan oluşan yeni bir toplumsal grup, Aydınlanma düşünürlerinin fikirlerini basitleştirilmiş ifadelerini yayınlayarak bu fikirlerin geleneksel toplum yapısının kendilerine fazla bir seçenek sunmadığı mülksüz alt orta sınıf mensuplarına yayılmasını sağlamıştır.

Kültürel Görelilik: Diğer kültürleri yargılamayı sağlayacak mükemmellik standartlarına sahip herhangi bir kültürün var olmadığı düşüncesidir.

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişteki eşit olarak görülen Amerikan ve Fransız Devrimleri, feodalite ve mutlakiyetçiliğin sonunu ve kapitalist toplumda egemen sınıf olarak burjuvazinin doğuşunu sembolize eder.

Endüstri Devrimi: 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan e 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren eko­nomik, teknolojik ve toplumsal alanlarda yaşanan birbiriyle ilişkili geniş çaplı değişimlerin bütününe verilen addır.     

Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi, önceki toplumsal normların yıkılmasına ve modern endüstriyel toplumun doğuşuna bağlı olarak sosyolojinin gelişiminde büyük etkiye sahip olmuşlardır. Fransız Devrimi Fransa’nın toplumsal ve siyasal yapısını değiştirmiş, orta sınıfların güçlenmesine ve bireysellik, özgürlük ve eşitlik ilkelerine dayanan rasyonel ve laik bir devletin kurulmasına yol açmış, diğer ülkelerde de benzer devrimlerin yapılmasında etkili olmuştur.

Endüstri devriminin en belirgin özellikleri emek sürecinde kapitalist kontrolün ve işbölümünde uz­manlaşmanın artması, madencilik, üretim ve başta buhar gücü olmak üzere cansız enerji kaynaklarından ve yeni makineler ve teknolojide faydalanılmasıdır. 

Endüstri Devrimi, Aydınlanma düşünürlerinin teknolojiye verdiği önemi ve bilimin topluma faydalı olması gerektiği ve bilim ve akıl yoluyla toplumların gelişeceği şeklinde düşüncelerini yansıtmaktadır. 

Aydınlanma Düşüncesi, Topluma yeni bir bakış açısıyla akmış olsa da temel olarak değerlere bağlı bir düşünce olduğu için bilimsel bir sosyolojinin konusunun oluşturacak toplumu, bütün kuramlarıyla bir bütün olarak görememiştir.

Aydınlanmanın erken dönem düşünürlerinde Spinoza zıt dini fikirlere sahip olanlara hoşgörü gösterilmesi gerektiğini savunmuştur.

İskoç Aydınlanmasının önde gelen isimleri arasında Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke ve David Hume sayılabilir.

Fransız Aydınlanmasının öne çıkan isimleri Pierre Boyle, Voltaire, Montesquieu, Rousseau ve Diderot olarak sayılabilir.

Comte, ilk kez pozitivizmin sosyolojik bir versiyonunu geliştirmiş, toplumun incelenmesinde bilimsel yönetimin kullanılması ile sosyolojiye bilim statüsü kazandırmış, böylece sosyolojiyi ilim olarak kurmuştur.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Sosyolojide İlk Dönem Gelişmeler

FELSEFE Ders Notları 2
Klasik Sosyoloji Tarihi
Sosyolojide İlk Dönem Gelişmeler

Yapıcı bir reforma gidilerek bilme endüstriye dayanan bir toplum inşa edilmesi gerektiğini savunan sosyolog Saint Simon'dur.

Endüstri (sanayi) toplumu kavramını ilk defa kullanan düşünür Saint Simon’ dur.

Geleceğin toplumunun endüstri toplumu olacağını düşünen Saint Simon, endüstrileşme sürecini kontrol altına almak için bilimsel politikalar geliştirmeye çalışmış ve endüstri toplumunun toplumsal örgütlenmesi hakkında çeşitli çalışmalar yapmıştır.

Pozitivizm terimini ilk kez kullanan yazar Saint Simon'dur. Toplumsal olguların, doğa bilimlerinde kullanılan bilimsel yöntemle çalışmasına inandığı için pozitivisttir.

Saint Simon toplumdaki sınıfları çalışanlar ve çalışmayanlar ölçütüne göre birbirinden ayrılmıştır. Çalışanlara “bal arıları” çalışmayanlara ise “eşek arıları” ya da “aylaklar” adını verir.

Özel mülkiyet çoğunluğu faydasına olacak biçimde yeniden bölüştürülmesini ve yoksulların göz önüne alınarak toplumun yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunan Saint Simon'dur.

Saint Simon Ronald ve Masitre gibi toplumu organik bir bütün olarak tanımlamaktadır.

Saint Simon, devletin üretim araçları üzerinde otorite sahibi olası ve üretim araçları üzerinde otorite sahibi olması ve üretim araçlarına en verimli çalışanlara dağıtılması, gerektiği düşünceleri ile sosyalizmin kurucularından kabul edilir.

Saint Simon’a göre yeni toplumu ekonomik ve siyasi açıdan önde gelen sanayiciler, bankacılar, maliye uzmanları, inanç ve eğitim gibi açılardan da bilim ve sanat uzmanları yönetecektir. Bu grupları sosyologlar eğitmelidir.

Sosyal Fizik: Saint Simon’un toplumların yeniden düzenlenmesinde bir rekabet görevini üstlendiğini düşündüğü, bilimsel düşünceye dayanan pozitif toplum bilimi için kullandığı addır.

Saint Simon, 18. yüzyılın eleştirel ve devrimci felsefesine karşılık 19. yüzyılın felsefesinin yaratıcı ve yapıcı olacağına inanmış, toplumsal düzenin yeniden sağlanabilmesi için toplumsal yasaları ortaya koyabi­lecek bir bilime ihtiyaç duyulduğunu savunmuştur.

Durkheim’e göre Saint Simon yeni bir yönetim, pozitif felsefeyi, sosyalizmi, hepsini endüstriyalizm kav­ramında birleştirilmiş ve hem sosyolojinin hem de sosyalizmin kurucusu olmuştur.

Comte, sosyoloji terimini ilk kullanan düşünürdür. Endüstri toplumunun oluşumunu açıklarken, zenginliği ve bireyciliği geliştirme de işbölümünün etkilerinin analiz edilmesinde ve en önemlisi toplumsal olguların incelenmesinde metafiziği reddetmiş­tir.

Comte olgular ve teorilerin birbirine bağlı olduğunu savunan ilk sosyologdur.

Comte’a göre sosyolojinin görevi toplumsal sorunları bilimsel yollarla önceden tahmin etmek, böylece bu sorunlardan kaçınılmasını mümkün kılmak bu yolla toplumun yeniden örgütlenmesini sağlamak ve düzeni sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.

Pozitivizm: Gerçek bilginin metafizik spekülasyonlara değil, duyular aracılığı elde edilen deneyimlere dayandığı, bilimsel incelemelerin konusunun ancak gözlemlenebilen olgular ardında var olan ilişkiler oldu­ğu, gözlemlenemeyen nedenlerin aranmaması, gerektiği görüşüdür.

Adolphe Quetelet: Sosyalist konuları istatistiksel olarak inceleyen ilk kişidir.

Üç Hal Yapısı: Comte’un insan düşüncesinin, bilimlerin ve toplumların teolojik ve metafizik aşamalardan geçerek pozitif aşamaya ulaşacaklar biçimindeki düşüncesine verilen addır. 

Comte’un bilimsel hiyerarşisine göre, bir bilim karmaşıklaştıkça ve bilgilerini kullandığı kendinden önceki bilim sayısı arttıkça hiyerarşik sıralamada yükselir ve pozitif aşamaya daha geç ulaşır.

Toplumun kendini oluşturan parçalara indirgenemeyeceğini ve bu parçalar hakkında bilgi edinmek için bütünün incelenmesi gerektiğini ileri süren Comte, bu açıdan Aydınlanma düşünürlerinden farklıdır.

Toplumsal Statik: Toplumsal düzenin yasalarının incelenmesidir.

Toplumsal Dinamik: Toplumsal değişmenin ve ilerlemenin yasalarının incelenmesidir. 

İnsanlık Dini: Comte’a göre, yöneten sınıfla yönetilenler arasında arabuluculuk yapma ve toplumsal düzenin kurulabilmesi için gerekli olan ahlaki uzlaşmaya sağlama işlevi bulunan yeni bir dindir.

Comte’un sosyolojiye en önemli katkıları sosyolojinin yönetim olarak pozitivizmi benimsemesi, saf haliyle ampirizmi, yani sadece toplumsal gerçekliklere ilişkin veri toplanması ve ölçüm yapılması fikrini reddetmesi, gerçeklerle teorilerin ilişki içinde olduğunu savunması, bütün toplumsal olguların değişmez kanunlarla bağlı olduğunu ve sosyal bilimlerin görevinin bu konuların gerçekliğini ortaya koymak olduğunu belirtmiş olması olarak görülür.

R Le Play: Toplumsal düzenin uygun biçimde sürdürülmesi için dinin kesinlikle gerekli olduğunu ve ailede, endüstriyel örgütlerde (fabrikalarda) ve devlette otoritenin bu çerçevede yeniden kurulması gerek­tiğinin savunan düşünürdür.

J.S.Mill: Sosyolojiye daha çok yöntemle ilgili çalışmaları ile katkıda bulunmuş, diğer taraftan ekono­mi ile ilgili bulunmuş, diğer taraftan ekonomi ile ilgili çalışmaları ile modern ekonomi biliminin temellerini atmıştır. MiII’in çalışmaları genel olarak liberalizm ve faydacılık ile ilgilidir.

Etoloji: Başlangıçta hayvan ve insan davranışlarını karşılaştırma yöntemine dayalı bir karşılaştırmalı davranış bilimi, iken, zaman içinde daha çok zoolojinin hayvan davranışlarını inceleyen alt dalına dönüş­müştür.

J.S.Mill yönetim olarak toplum bilimde doğa bilim yöntemlerinin kullanılması gerektiğini savunmuştur.

J.S.Mill psikolojiye önem verir ayrıca deney ve gözlem onun için çok önemlidir.

Herbert Spencer: Pozitivist Organizmacılık

Spencer, yazdığı Sentetik Felsefe Sistemi adlı eserinde, sentetik felsefenin evrim teorisinin çeşitli bilim dallarına nasıl uygulanacağına göstermektedir.

Spencer, biyolojik organizmalarla toplumun örgütlenme ilkeleri aynı olsa da uygulamada bazı farklılıklar olduğunu belirtir. Toplumsal organizmalarda parçalar biyolojik organizmaya oranla merkezden daha bağımsız ve dağınıktır. Biyolojik organizmaya oranla toplumun yaşamı çok daha uzundur, toplumsal organizmada tek tek üyeler ölse de bütün, yani toplumun kendisi varlığını sürdürür. Biyolojik organizmada yalnızca tek bir bilinç merkezi varken, toplumsal organizmada birey sayısı kadar bilinç merkezi vardır. Biyolojik organizmada parçalar bütünün yararına var olurken toplumsal organizmada bütün, parça­ların yararına var olur. Bunun nedeni, biyolojik organizmanın aksine toplumsal organizmanın unsurlarının, yani bireylerin bilinç sahibi olmasıdır. Spencer bu düşünceye dayanarak devlet yararına da olsa bireylerin haklarının çiğnenmeyeceğini savunmuştur.

Spencer’a göre toplumlar, yapısı son derece basit olan ve birbirine bağlamlı olmayan küçük parçalar halinde, farklılaşmış ve birbirlerine bağlamlı duruma gelmiş parçalardan oluşan karmaşık ve büyük bir ya­pıya dönüşmektedir.

Sosyal Darwinizm: H. Spencer’ın öncülerinden olduğu, toplumda en güçlü ve uygun olanakların hayatta kalması ve güçsüzlerin elenmesi ile toplumun ahlaki ve entelektüel açıdan mükemmelleşebileceği, bu nedenle zayıf olanların devlet tarafından korunmaması, doğal sürece karışmadan toplumun zayıf üye­lerinin elenmesine izin verilmesi gerektiği görüşüdür.

Spencer, Comte’tan farklı olarak endüstrileşmeyi merkeziyetçi değil, ademi merkeziyetçi bir toplum­sal örgütlenme biçimiyle özdeşleştirmiştir.

J.S.Mill, Comte’un bilimler hiyerarşisini de üç hal yasasında benimserken Spencer ikisini de reddeder.

Spencer ve Comte'un Ortak Özellikleri
  • Bütün bilimler ortak felsefik köklere sahiptir.
  • Doğla dünyayı yöneten yasalar gibi toplumsa dünyayı yöneten yasalarda vardır.
  • Toplumsal yasaların nasıl işlediği ortaya çıkarılırsa, toplumsal olguların tahmin edilebileceğine ve yönetilebileceğine inanılır.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü