29 Ekim 2014 Çarşamba

Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

Güvenilir ve kesin bilginin temelinde insan aklının yattığı veya gerçekliğin kavranmasının ancak akıl yoluyla olabileceği tezini ileri süren akıma usçuluk denir.

Deneyimciliğin karşıtı olan usçuluğa göre bilgimizin tek kaynağı duyu verileri veya algılar değildir. Felsefi bir görüş olan usçuluk insan aklının kendisinin bilginin temel bir kaynağı olduğunu veya bilginin ortaya çıkmasında insan aklının yapısının özsel ve şekillendirici rol oynadığını savunur.

"Akılcı" Deyimi günlük dilde sıkça dile getirilir ve "mantıklı" ,"zeka belirtisi taşıyan" ,"akla uygun yöntemler izleyen" gibi anlamlara gelir.

Usçuluk akımına göre, insan aklının kendisi bilginin temel kaynağıdır.

Nous, çağdaş dillere çevrilmesi oldukça zor bir deyimdir. "zihin", "kavrama", "sezgi" ve "akıl" olarak çevrilmiştir. Bu çevirilere bakınca "nous"un oldukça öznel bir yön içerdiği sanılabilir. 2500 yıl önce yaşamış olan Anaxsagoras, nous'un evrenin başlangıcındaki kaos'u düzenleyen ve evrenin düzen içinde bir başlangıç yapmasını sağlayan bir tür güç olduğunu düşünmüştür. 

Eski Yunan'da "nous" kavramının kullanımları:
  • Ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı
  • Tanrısallığa yakın olan işlev
  • Algılanamayan maddesel güç
  • Akıl
Anaxsagoras'ın Nous'u: Ruhsal veya zihinsel olmaktan ziyade, algılanamayan maddesel bir güç veya ilke olarak tasarlanmıştı. Ona göre, görülebilen nesnelerden daha "ince" bir yapıda olan nous, başlangıçtaki işlevine ek olarak, nesnelere girerek onların devinimini veya gelişimini düzenlemekteydi. Anaxsagoras'ın temel felsefi amacının, evrenin "akılsal" yönünü açıkca ifade etmek ve evrendeki değişimlerin olanaklılığını açıklamak olduğunu söyleyebiliriz.

Platon, nous'u ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı olaran tanımlamıştır.

Platon'u izleyen Aristoteles, hem sonlu hemde ölümsüz yönleri olduğuna inandığı nous'u bizim anladığımız "akıl" kavramına yakın bir şekilde ele alır ve bu kavramı "algı"dan ayırır. Aristoteles'e göre, insanlardan bulunan nous'un ölümden sonrada varlığını sürdürebilen kısmı , anlama ve bilme işlevlerini olanaklı kılar ve bizi diğer canlılardan farklı bir konuma getirir.

Modern felsefenin kurucusu olan Descartes, önde gelen usçulardandır. Pek çok usçu gibi Descartes'da insan zihninin doğum anında belli "içeriğe" sahip olduğunu düşünür. İdealarımızın bazıları algısal yollardan oluşur ancak Descartes'a göre, çok önemli bazı idea türleri deneyim yoluyla edinilemez. Tanrı ideası veya mükemmel bir daire  ideası bu türden bir bilişsel durumdur.

Descartes'a göre, algı ve matematik de dahil olmak üzere, bize en güvenilir görünen bilgi türlerinin doğruluğundan bile şüphelenme olasılığı bulunmaktadır.

Düşünme işlevi düşünen bir şeyin olmasını gerektirir. Ve bu şekilde Descartes o bilinen sloganına ulaşır: "Düşünüyorum, o halde varım." (Cogito ergo sum.). Descates'e göre insan bilgisinin en önemli unsuru budur.

David Hume'a göre, biz temel olarak iki tür  bilgi sahibi olabiliriz. Duyu verilerine dayanan deneyimsel bilgi ve mantıksal bilgi. Eğer bu doğruysa metafiziğin veya genel olarak felsefenin herhangi bir bilgi verme olasılığınınolmadığı ortaya çıkar. Bunun nedeni, felsefe yaparken kullanılan önermelerin ne dünyada gözlemlenebilen olgulara ne de mantıksal bağıntılara karşılık gelmesidir. Kant, deneyimciliğin bu yönüne karşı çıkar ve felsefenin veya metafiziğin olanaklı olduğunu savlar.

Kant'ın önerisi, daha önce denenmemiş bir "düşünsel deney" yapmaktır. Bu deney aynı Kopernik'in dünya merkezli astronomik sistem yerine güneş merkezli sistemi önermesi gibi, nesnel merkezli metafizik projeler yerine öznenin bilişsel rolünü merkeze alan bir kuramı öne sürmektir. Kant'ın devrimsel görüşüne göre bilen özge edilgen değil etkendir. Başka bir deyişle, "öznenin zihinselliği" bizim neyi nesne olarak aldığımız ve bildiğimiz konusunda belirleyici rol oynar. Bu anlamda, geleneksel epistemolojik görüşler önemli bir hata yapmaktadırlar.

David Hume'un ve diğer deneyimcilerin haklı olduğu bir nokta, "bilginin malzemesinin" algı verileri yoluyla geldiğidir.

Kant, her varlık türüne göre görünen dünyanın, o varlık türünün zihinsel özellikleri tarafından belirlendiğini savlar. Kant, öncelikle analitik ve sentetik cümleler arasında bir ayrım olduğunu söyler. Analitik cümlelerde cümlenin yüklemi öznede zaten var olan bilgilere yeni bilgi katmaz. "Siyah kediler siyahtır." ve "Bekarlar evli olmayan insanlardır." analitik cümlelerdir çünkü bu cümlelerin özneleri yüklem bölümünde  içerilen tüm bilgileri zaten içerirler.

Analitik ve Sentetik ayrımı: Cümle yapısı ile ilgilidir. Analitik cümleler dünyaya ilişkin yeni gözlemsel bilgiler içermezken sentetik cümleler yüklemleri öznede içerilen bilgilerin ötesine geçen cümlelerdir.

Sentetik cümleler bizim dünyaya ilişkin bilgimizi genişletirler. Analitik cümleler ise ya içeriksel olarak boşturlar ya da kavramsal arası ilişkileri ortaya koyarlar. Yani deneyimsel olarak yeni bir bilgi taşımazlar.

Epistemolojik açıdan önemli bir başka ayrımda "a priori" ve "a posteriori" ayrımıdır. Analitik ve Sentetik çifti cümlelerin yapısını ilgilendirir. A priori ve a posteriori ayrımı ise bilginin edinilme tarzının ayrımıdır.

A priori: bilgi evrensel olarak doğrudur. Ancak tek tek deneyimler yoluyla kazanılamaz.

Aposteriori: Bilginin kazanılması için somut deneyim parçaları gerekir. Gözlemsel bilgilerimizin tümü a posterioridir.

Bu iki deyim latincede olup, a priori deneyimi önceleyen, a posteriori deneyimle gelen anlamlarında kullanılır.

Sentetik a priori, diğer olası bileşimler arasında en ilginç ve felsefi açıdan en önemi olandır.

25 Ekim 2014 Cumartesi

SQL'de VIEW Oluşturma ve Kullanımı

Temel amacı tabloların içerisinden veri kümesi getirip ortaya çıkan sonucu sanal tabloymuş gibi yeniden sorgulayabilmemizi sağlamaktır. Kısaca SQL'de verilerimizin isteğe bağlı alanlara ve tablolara göre ekranımızda görünteleme işlemi yapmamızı sağlar. Kullanıcının istediği verilere göre gösterim yapmak veya raporlamak SQL VIEW sayesinde kolaylıkla halledilmektedir.

Veritabanı VIEW ile oluşan datayı saklamaz. Bir VIEW geçen SQL deyimi her çalıştırıldığında ilgili VIEW sanal tabloyu yeniden oluşturur. VIEW üzerinde yapılan değişikler kendilerini oluşturan kaynak tabloları da etkiler ve aynı değişiklikler kaynak tablolara da yansır. VIEW kullanmanın önemli nedenlerinden bir tanesi sağladığı güvenliktir. Örneğin tablolarınızın tamanının görünmesini istemediğiniz zamanlarda sanal tablo kullanıp tablolarınızın tamamının görünmesini engelleyebilirsiniz. Karmaşık sorguları basitleştirmek, sorgu süresini kısaltmak ve ağ üzerindeki trafiği düşürmek, erişim izinlerini düzenlemek ve farklı sunuculardaki benzer verileri karşılaştırmak içinde kullanılır.
Oluşturulan VIEW'ler Object Explorer kısmında database/Views altında toplanır.

VIEW Oluşturma: VIEW oluşturmak için CREATE VIEW ifadesi kullanılır.

Genel Yapısı:
CREATE VIEW view_adı 
AS 
SELECT * FROM tablo_adi

Örnek1:
CREATE VIEW deneme_view 
SELECT EmployeeID, FirstName, LastName
FROM Employees

Örneğimizde Northwind veritabanında Employees tablosundan sadece "EmployeeID, FirstName, LastName" kullanarak yeni bir view oluşturalım ve "select * from deneme_view" ile sorgumuzu çalıştıralım.

Örnek2:
CREATE VIEW deneme2_view
AS
SELECT FirstName,LastName
FROM Employees
WHERE FirstName LIKE 'a%'
WITH CHECK OPTION
Bu örneğimizde diğerinden farklı olarak bir şart belirttik ve WITH CHECK OPTION ifadesini kullandık.
WITH CHECK OPTION: SQL Server'da VIEW tanımlarken örneğimizdeki gibi WHERE anahtar sözcüğüyle bir şart belirtmiş olabiliriz. Böyle bir VIEW nesnesini kullanırken de VIEW üzerinden tablolarımıza "INSERT, UPDATE, DELETE" işlemleri gerçekleştirebiliriz. 

Şimdi diyelimki oluşturduğumuz VIEW'e bir INSERT yapmamız gerekti;
insert into deneme2_view values('Bayraktar','İbrahim')
eklenme yapılmak istendiğinde "The attempted insert or update failed because the target view either specifies WITH CHECK OPTION or spans a view that specifies WITH CHECK OPTION and one or more rows resulting from the operation did not qualify under the CHECK OPTION constraint. The statement has been terminated." hatasıyla karşılaşırız (VIEW oluştururken kullandığımız WITH CHECK OPTION ifadesinden dolayı 'a' ile başlamayan bir ekleme yapılamaz)

VIEW Silme: VIEW'leri silmek için DROP ifadesi kullanılır.

Genel Yapısı:
DROP VIEW view_adı
Örnek3:
DROP VIEW deneme2_view

VIEW Değişiklik Yapma: VIEW'ler üzerinde değişiklik yapmak için ALTER ifadesi kullanılır.

Genel Yapısı:
ALTER VIEW view_adı 
WITH seçenekler 
AS SELECT ifadesi

with schemabinding ifadesi ile kilitleme:
with schemabinding ifadesi VIEW'in bağlı olduğu tablodaki kolonları kilitleyip o kolonların silinmesini ve değişiklik yapılmasını engeller.

Genel Yapısı:
ALTER VIEW view_adı 
WITH schemabinding 
AS 
SELECT ifadesi

Örnek3:
CREATE VIEW deneme3_view
WITH SCHEMABINDING --sütunla ilgili bir değişiklik yapılması engellenir
AS
SELECT FirstName,LastName,City
FROM dbo.EMPLOYEES


with encryption ifadesi ile gizleme: 
VIEW'leri şifreleyip sorguların görünür olmasını engeller. Kaynakların  gizliliğini sağlayan koddur, Kullanıcı sadece oluşturulan VIEW ile ilgili verilere erişebiliR kaynak tablolarla ilgili hiç bir bilgiye ulaşamaz.

Genel Yapısı:
ALTER VIEW view_adı 
WITH encryption 
AS 
SELECT ifadesi

Örnek4:
CREATE VIEW deneme4_view
WITH ENCRYPTION --kaynak gizleme ve pasif design
AS
SELECT * FROM PRODUCTS

with encryption ifadesi kullanıldığında Object Explorer'da VIEW üzerinde kilit işareti belirir ve sağ click yapıldığından Design seçeneğinin pasifleştiğini görebiliriz.

SQL'de sp_helptext System Prosedürünün Kullanımı

sp_helptext prosedürü bizim tanımladığımız ya da sistemde bulunan objelerin tanımlamalarını text formatında gösterir. Böylece istediğimiz objenin tüm içeriğini nerede olduğunu aramadan direk  text içeriği ekrana döndürebiliriz.

Genel Yapısı:
exec sp_helptext '@objname'

Şimdi bir örnek ile olayı daha iyi kavrayalım. SP_ORNEK_1 sp'sinin içeriğini görüntülemek için;
use Northwind
exec sp_helptext 'SP_ORNEK_1'
yazmamış yeterli olacak. Bu komutun sonucunda ilgili Prosedürün text içeriği ekrana dökülür. SQL Server'da bir nesnenin SQL kodunu merak ediyorsanız sp_helptext bizim için en iyi araç. Tabi bu sp ile SQL Server'ın system sp, view ve diğer bileşenlerinin kodunu da görüntüleyebilirsiniz. Böylelikle merak ettiğiniz herhangi bir nesnenin nasıl kodlandığı incelenebilir.

use Northwind
exec sp_helptext 'Sales by Year'
Northwind veritabanı ile birlikte gelen "Sales by Year" isimli Prosedürün text içeriğini alalım.

SQL'de sp_help System Prosedürünün Kullanımı

sp_help System Prosedürü SQL'de  veritabanı ve sistem üzerindeki tüm tablolar, view ler, stored procedure ler gibi nesne tipleri hakkında ayrıntılı bilgi almamızı sağlar.

Genel Yapısı:
exec sp_help '@objname'

sp_help ile Nesneler hakkında bilgi almak için:  
use Northwind
exec sp_help
Örneklerde sıklıkla kullandığım Northwind veritabanındaki herbir objenin bilgilerini listeleyelim.

sp_help ile istenilen Obje hakkında bilgi almak için: 
use Northwind
exec sp_help 'Customers'
Northwind veritabanındaki Customers tablosu ile ilgili bilgileri listeleyelim.

SQL'de sp_rename System Prosedürü ile Nesne ismi Değiştirmek

sp_rename System Prosedürünü SQL'de  nesnelerimizin adlarını değiştirmek amacıyla kullanırız.

NOT: Oluşturulan her bir nesne nin bir id si vardır ve SQL Server'da nesneler id leri ile saklanırlar.

Genel Yapısı
exec sp_rename @object_name, @new_object_name, @object_type

sp_rename ile Tablo adının değiştirilmesi :   
use KITAPLAR
SELECT * FROM Fantastikkurgu

SELECT object_id('Fantastikkurgu')
exec sp_rename  'Fantastikkurgu','Bilimkurgu' 

--Fantastikkurgu tablomuz Bilimkurgu olarak değişecektir
işlem sonrasında SELECT * FROM Fantastikkurgu sorgusunu çalıştırdığımızda Invalid Object Name 'Fantastikkurgu' hatası döndürecektir.  Sorgumuzu SELECT * FROM Bilimkurgu olarak çalıştırdığımızda ise Fantastikkurgu tablosunda mevcut olan kolonları göreceksiniz. Benzer şekilde Object Explorer üzerinden tables'a refresh yaparsanız yine tablo adının değiştiğini görebilirsiniz.

object_id system function'ını kullanarak objenin id'sini öğrenebiliriz
object_id (objectname) null döndürüyorsa o isimde nesne ilgili database de yok demektir.
 
sp_rename ile Kolon adının değiştirilmesi :  
Yukarıdaki örnekte adını değiştirdiğimiz tablonun "Yazar" kolonunu "müellif" olarak değiştirelim. sp_rename prosedürünün default'u "object" olan bir parametresi daha var. Kolonlar, sysobjects de yer almazlar ve birer database objesi değillerdir ve tablo ismi olmadan da birşey ifade etmezler. x tablonun y kolonu diye saklanırlar ve çağırılırlar. Bu nedenle adını değiştirdiğimiz nesnenin kolon tipinde olduğunu ve hangi tabloya ait olduğunu da belirtmemiz gereklidir.

exec sp_rename 'Bilimkurgu.Yazar','müellif','COLUMN'
Bilimkurgu tablomuza ait olan Yazar isimli kolonu müellif olarak değiştirdik. SELECT * FROM Bilimkurgu  sorgusu ile kolon adının değiştiğini görebiliriz. 

sp_rename ile Veritabanı adının değiştirilmesi:
Veri tabanının adını değiştirmek için sp_renamedb prosedürü kullanılır.

sp_renamedb 'KITAPLAR', 'ESERLER' veya sp_renamedb KITAPLAR , ESERLER
“KITAPLAR” ismindeki veri tabanımızın yeni adı “ESERLER” olacaktır.

sp_rename ile Constraint (Kısıtlama) adının değiştirilmesi:
Constraint adı değiştirme tablo adı değiştirme ile aynıdır. Bir veri tabanında aynı isimde birden fazla tablo olamayacağı için aynı isimde birden fazla Constraint olamaz. Bu nedenle Constraint adını değiştirince hangi tabloya aittir diye bakmıyoruz.

CREATE TABLE [EPOSTA] 
( 
[ADI SOYADI] VARCHAR(50),
 EPOSTA VARCHAR(200) 
 CONSTRAINT EPOSTA_KONTROL CHECK(EPOSTA LIKE '%@%.edu.tr') 
)
Örnek EPOSTA tablomuzda EPOSTA_KONTROL adında bir constraint (kısıtlama) mevcut. Bu constraint eposta içinde "@" işareti var mı ve eposta adresi ".edu.tr" ile bitiyor mu diye kontrol ediyor. Bu constraint in adını değiştirmek için sp_rename kullanalım.

exec sp_rename EPOSTA_KONTROL, MAIL_KONTROL
"EPOSTA_KONTROL" olan constraint adı "MAIL_KONTROL" olarak değişecektir.

24 Ekim 2014 Cuma

SQL Server'da Stored Procedure Temel Örnekler

okul adında bir veritabanı oluşturalım ve aktif çalışılacak şekilde belirleyelim.
CREATE DATABASE okul
USE okul

Oluşturduğumuz veritabanı içerinde ogrenci adında bir tablo yaratalım ve tabloya ait veri tiplerini belirleyelim.
CREATE TABLE ogrenci 
(
adi nvarchar(20),
soyadi nvarchar(25), 
ogr_no numeric(10),
bolum nchar(5),sehir nvarchar(30)
)

Oluşturduğumuz ogrenci tablomuzu kontrol amaçlı "liste" adında bir prosedür yazalım ve çalıştıralım.
CREATE PROCEDURE liste
AS
SELECT * FROM ogrenci

EXEC liste

Oluşturduğumuz ogrenci tablomuza  veri ekleme amaçlı "ekle" adında bir prosedür yazalım ve çalıştıralım.
CREATE PROCEDURE ekle
@isim nvarchar(20),
@sisim nvarchar(25),
@num numeric(10),
@bol nchar(5),
@il nvarchar(30)
AS
INSERT INTO ogrenci (adi,soyadi,ogr_no,bolum,sehir)
values(@isim,@sisim,@num,@bol,@il)


EXEC ekle 'İbrahim','BAYRAKTAR',3005,'BLG','YOZGAT'

Benzer şekilde eklediğimiz kayıtları silebilmek için bir "sil" prosedürü yazalım ve çalıştıralım.
CREATE PROCEDURE sil
@id numeric(10)
AS
DELETE FROM ogrenci WHERE ogr_no=@id

EXEC sil 3005

Eklemiş olduğumuz veriler üzerinde id belirterek kolaylıkla şehir kaydını değiştirebileceğimiz "guncelle" adında prosedürü yazalım ve çalıştıralım.
CREATE PROCEDURE guncelle
@il nvarchar(30),
@id numeric(10)
AS
UPDATE ogrenci SET sehir=@il
WHERE ogr_no=@id

EXEC guncelle 'ANKARA',3005

tablomuzda arama yapmak amacıyla kullanılacak basit bir arama prosedürü yazalım ve çalıştıralım.
CREATE PROCEDURE ara
@isim nvarchar(20)
AS
SELECT * FROM ogrenci  WHERE adi LIKE '%'+@isim+'%'

EXEC ara 'ib'

16 Ekim 2014 Perşembe

Java Sınıf ve Metot kullanılarak Faktoriyel Hesaplama Örnek

Ana Sınıf: anaprogram.java
Faktoriyel Sınıfı: faktoriyel.java

anaprogram.java
import java.util.Scanner;

public class ANAPROGRAM {

 public static void main(String[] args) {

  Scanner oku= new Scanner(System.in);
        System.out.print("Faktoriyeli alınacak sayıyı giriniz: ");
        int fsayi=oku.nextInt();
        FAKTORIYEL fakt=new FAKTORIYEL();
        int fsonuc=fakt.fak(fsayi);
        System.out.print(fsayi+"!="+fsonuc);
 }

}

faktoriyel.java
public class FAKTORIYEL {
 
 public int s;
 public static int fak(int sayi)
  {
      int sonuc=1;
      for(int i=1; i<=sayi; i++)
      {
          sonuc*=i;
      }
      return sonuc;
    
 }
 }

12 Ekim 2014 Pazar

Eskiçağda Etik

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Eskiçağda Etik

Eskiçağ, uygarlık tarihi bakımından insanlığın geniş ve kapsamlı bir dönemini ifade eder. 
İlk akla gelen örnekler  Eski Mısır, Çin ve Hint  uygarlıklarıdır.

Eskiçağda etik görüşleri 4 başlık altında ele alınır.
  1. Sokrates ve Sokratesçi Okulların görüşleri
  2. Platon’un görüşü
  3. Aristoteles’in görüşü
  4. Stoa Okulunun ve Epikouros Okulunun görüşleri
Sokrates ve Sokratesçi Okulların Görüşleri
  • Sokrates, iyi ve mutlu yaşam erdemin bilgisine bağlı,
  • Sokrates erdemin ne olduğunu araştırmıştır,
  • Erdemin bilgi olup olmadığını araştırmış,
  • Erdem Bilgiyse öğretilir değilse öğretilemez
Sokratesçi Okullar

Sokrates'in kendisi bir okul kurmamıştır. Öğrencileri tarafından 4 tane okul kurulmuştur:
Megara Okulu, Elis-Eretria Okulu, Kyrene Okulu ve Kynik Okulu.
  • Kynik Okulu, yaşamda aranan ve istenen iyinin erdem olduğu,
  • Erdemin iyi ve mutlu yaşamın koşulu olduğu,
  • Hazzın sanıldığı gibi iyi olmadığı ve haz karşısında bağımsızlaşmak gerektiğini savunmuştur.
  • Kyrene Okulunda (Hazcı Okul) ise hazzın biricik iyi olduğu, iyi ve mutlu yaşam için olabildiğince haz elde ederek yaşamanın doğru olduğu ileri sürülmüştür.
Platon'un Görüşü
  • Platon da erdemi, iyi ve mutlu yaşamın koşulu olarak görmüştür.
  • Bunun için ilkin erdemin bilgisine varmak istemiş, bunu da ana erdemlerin hepsini kapsar nitelikteki adaletin ne olduğunu araştırarak belirlemeye çalışmıştır.
  • Adalet, her şeyden önce, bilgelik, cesaret ve ölçülülük üç ana erdemle birlikte sitenin erdemini tamamlayan erdemdir.
  • Adalet, "herkesin kendi işiyle uğraşması", kendi işini yapmasıdır.
  • Sitede, ölçülülüğü, yürekliliği ve bilgeliği arayıp bulduktan sonra, adalet bütün bu erdemlerin sitede doğmasına ve devamlılığına imkan verir.
Platon adı, Platon'un takma adıdır.
Platon Sokrates'in öğrencisidir ve Akademia’yı kurmuştur.
Kharmides adlı diyaloğun yazarı Platon’dur.
Platon etik sorulara çok önem vermiştir.
Platon’a göre "idea"nın bilgisine ulaşma konusunda herkes aynı yatkınlıkta değildir.
Platon insan ruhunu üç kısma ayırmıştır.
Platon, Devlet'te ve Yasalar'da erdemin öğretilebilir olduğunu düşünmüştür.

Platon'a Göre Ana Erdemler

Bilgelik: Sitenin/Yönetimin ilk erdemidir. Doğru, uygun ve isabetli kararlar alabilmek için gereken bilgiyi ifade eder.

Adalet: Bir yönetimi yada siteyi iyi kılma konusunda önemli bir işleve sahiptir. Sitede Adalet, yönetimi erdemli kılma konusunda bilgelik, ölçülülük ve yüreklilikle baş baş gider.

Logistikon: Ruhun düşünen yanıdır. Alogon, ruhun düşünmeyen yalnızca arzulayan yanıdır. Bunlar, insan eylemlerine ve tutumlarına  baktığımızda bir bakıma hemen belirlenen kısımlardır. Kısacası ruhun kısımlarından biri akıl diğeri ise arzular ve iştahlardır.

Aristoteles'in Görüşü (Ontoloji ve Etiğin Kurucusu)
  • Aristoteles, yalnız kendisi için amaç olması, en iyi, en istenir şey olması nedeniyle mutluluğun ne olduğu sorusunu sorar. Mutluluk, nedir peki? Mutluluk ruhun erdeme uygun etkinlikte bulunmasıdır. Aristoteles iyi ve mutlu yaşama önem vermiştir. Aristoteles "iyi"yi, "her şeyin arzulandığı şey" diye ifade etmiştir.
Aristoteles'in mutlulukla ilgili fikirleri:
  • Mutluluk ruhun erdeme uygun etkinliğidir.
  • Mutluluk en iyi, en güzel, en hoş şeydir.
  • Mutluluk kendisi için istenen bir şeydir.
  • Erdeme uygun işler yapmak insan mutluluk verir.
Aristoteles erdemlerin 2 türünü belirler:
  • Düşünme yetisinin (dianoia) erdemleri: Teknik Bilgi, Felsefi bilgi ve bilim, Pratik Bilgi, Akıl, Felsefi Bilgelik
  • Karakterin (ethos) erdemleri ya da etik erdemler: Cesaret, Cömertlik, Yüce Gönüllük, Adalet
Erdem, yalnızca doğru akla uygun bir huy değil, aynı zamanda doğru akılla giden bir huydur.

Aristoteles insanın bilme etkinliklerini üçe ayırır:
  • Teorik Etkinlikler: Fizik, Matematik ve ilk Felsefe
  • Pratik Etkinlikler: Etik ve Politika
  • Poietik Etkinlikler: Ürün ya da eser ortaya koyan etkinlikler
Stoa Okulunun ve Epikouros Okulunun Görüşleri:
  • Stoa Okulu için de erdem iyidir ve iyi yaşam için yapılacak tek şey erdemli yaşamaktır.
  • Erdemli yaşamak ise doğaya ya da akla uygun yaşamaktır.
  • Doğaya aykırı yaşamak insanı mutsuz kılar.
  • Epikouros için de iyi ve mutlu yaşam için insanın doğayla bağı önemlidir.
  • Doğayı ve onun atomlardan oluşan yapısını tanımak insanı yersiz korku ve kuruntulardan kurtarır.
  • Episkouros acısızlık durumu olarak anladığı hazzın önemini belirtir ve yaşamda bu anlamda hazzı amaç olarak benimser.
Etik görüşler ve etik anlayışlar

Eskiçağda etik soruları ele alan filozoflar: Sokrates, Platon ve Aristoteles'in yönelimi ile Sokratesçi Okulların, Stoa Okulunun ve Epikouros Okullarının yönelimleri farklı özelliktedir. Sokrates, Platon ve Aristoteles’in sordukları sorular ilkin etiğin iyi, erdem, mutluluk, adalet, eylemler gibi ana kavramlarının bilgisini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Stoa Okulunun ve Epikouros Okulları ise, etiğin nesne alanının ana kavramları olan bu kavramları değil, iyi ve mutlu yaşamın koşullarının neler olabileceğini soru konusu yapmışlardır. Bu okulların etik tarihine katkısı iyi ve mutlu bir yaşam için en doğru görünen ilkeleri getirmek olmuştur.

Örneğin, Stoa Okulunun akla ya da doğaya uygun yaşama ilkesi, Epikouros'un doğanın yapısını bilerek yaşama ve ölüm korkusu karşısında takınılacak doğru tavrın ne olduğuyla ilkesi bu türden ilkelerdir. 

Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar

Kant'ın etik görüşünün ana kavramları: Yasa, Ödev, Özgürlük, İyi İsteme

Etik ilişkilerde Marx Scheler ve Nicolai Hartman "değerler" kavramına, İonna Kuçuradi ise "değer" ve "değerler" kavramlarına dayalı bir etik görüş ortaya koymuşlardır.

Mutluluk sorununu ilk kez Demokritos ele almıştır. Demokritos varlığın yapısı konusunda "atom" düşüncesini ortaya atmış, olaylar durumlar karşısında diğer kişilerle ilişkilerimizde "doğru tavır ve duruşun" ne olması gerektiği konusunda düşünmüştür.

Demokritos öncelikle kişinin, yaşananlar ve olan bitenler karşısında içine düştüğü durumları ifade eden "duygulanımları" yenmeyi önerir.

Demokritos'a göre mutlu ve iyi yaşam hazza, hazzın gelişigüzel elde edilmesine ve ölçülülüğe bağlıdır. Mutlu ve iyi yaşam için olmazsa olmaz koşul ölçülülüktür.

Sofistler etik tarihi bakımından doğrudan ele alınacak görüşler ortaya koymamışlardır. Fakat koydukları bilgi görüşünün hem eski çağda ortaya çıkan hazcılığın hemde 18.yüzyılda geliştirilen faydacılığın doğup gelişmesinde etkili olduğu söylenebilir.

Sofistlerin bilginin göreceli olduğunu savunan görüşünü dile getiren Protogaras ve Gogias'dır.

"Her şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse senin için de öyle" deyişiyle her şeyin ölçüsünün insan olduğunu vurgulayan Sofist Protogoras'tır.

"Hiç bir şeyin var olmadığını, var olsa bile bilinemeyeceğini, bilinse bile  bu bilginin başkasına iletilemeyeceğini belirten Sofist Gorgias'dır.

İyi ve mutlu yaşam için hazzı temel alan yaklaşımın ilk örneği, Sokratesçi Okullar'dan Kyrene Okulu'dur. Aristippos bu okulun  kurucusudur. Hazcı okul ya da Hedonizm ismiyle de bilinen Kyrene Okulu'nun başlıca düşüncesi "Yaşamda haz, başlı başına kendisi için amaçtır. Dolayısıyla haz iyidir." İyi Nedir? sorusunun yanıtını "iyi hazdır" şeklinde ifade etmişlerdir. Kyrene Okuluna göre yaşamda en temel şey haz'dır ve canlı varlığın yaşamının ana amacıdır. 

Epikouros'a göre insan için iyi olan tek şey  sadece haz'ken; kötü olan tek şey acıdır. Epikouros maddi hazlara öncelik vermiştir. Epikouros hazzı yaşamda ana amaç olarak görür. İnsanı mutlu yapan şey erdmein kendisi değil, verdiği hazdır ancak.

Mutluluk ve hazzı temel alan anlayışın Eski Çağ'da sürekliliğini korumamasının nedeni: iyi yaşamı hazda görmenin doğurduğu bazı soruların filozofları hazza dayalı mutluluk anlayışı ve buna dayanan eylemler üzerinde düşünmeye yöneltmesidir. Hazza dayalı mutluluk anlayışını sıkı bir şekilde eleştiren filozoflar Sokrates ve Platon'dur.

Etik tarihinde hazzı ve buna bağlı mutluluğu temel alan anlayışın benimsenmediği dönem Orta Çağ'dır.

"Sokrates" etik tarihinde iyi ya da mutlu yaşamın ve doğru eylemin bilgi ile ilişkisini doğrudan ele alan ilk filozoftur.

Sokratesçi bir okul olan Kynik Okulu erdemi temel alan bir yalaşım benimsenmiştir. Kurucusu Antisthenes'dir. Antisthenes "iyi"  ve "mutlu"  yaşamın "doğru eylemin" yolunun haz karşısında bağımsızlaşmaktan geçtiğini düşünmüştür. Bu bağımsızlaşmayı gerçekleştirebilecek tek şey ise erdemdir.

Platon erdemi siyaset etkinliği bakımından yaşamın merkezine almıştır. Platon "Devlet - Politeia" adlı kitabında iyi ve mutlu yaşam için, doğru eylem için kilit noktası olarak insanın toplumda ve kamu işlerinde doğru eylemde bulunmasının, iyi ve mutlu yaşamasının olmazsa olmaz koşulu olarak gördüğü adalet üzerinde durur. Çünkü adaleti araştırmak iyi ve mutlu bir yaşam için gereken doğru eylemde bulunabilme konusunda gereken erdemin bilgisini ortaya koyabilmek için ilk ve temel çıkış noktasıdır.

Stoa Okulu: Aristoteles'ten sonra etiğin araştırma alanı olarak devam etmesinde etkili olan önemli bir felsefe okuludur. Kurucusu Kıbrıslı Zenon'dur. 

Stoa Okulunun Dönemleri: Eski Stoa Dönemi, Orta Stoa Dönemi, Roma ya da İmparatorluk Dönemi

Stoa Okulunun Temsilcileri: Kıbrıslı Zenon, Kleanthes, Kyryssipos, Panaitios, Poseidonios, Seneca, Epikletos, Marcus, Aurelius Antoninus'tur.

Aydınlanma yüzyılı veya felsefe yüzyılı  da kabul edilen 18.yüzyılda yeni arayışlar içine girilmesinin nedeni; insanın kendini doğru şekilde bilmesi, tanıması, anlaması ve anlamlandırmasını sağlamaktır.

Temellerini Eski Çağ'dan alan faydalı temel anlayış 18.yüzyılda başlayan yeni eğilimlerde kendini göstermiştir.

Faydacılık adıyla bilinen yaklaşımın temellerini Jeremy Bentham atmış ve daha sonra bu anlayış James Mill ve John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir. John Stuart Mill faydacılığı "her şeyi hazza, hem de kaba bir hazza indirgeyen " bir anlayış olarak görmenin doğru olmadığını vurgulamıştır.

Etiğin bir bilgi alanı olmadığını, olamayacağını dolayısıyla felsefe dılında tutulması gerektiğini savunan düşünürler: H.Reichenbach, A.J Ayer ve R.Carnap.

ETİK Nedir?

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Etik Nedir?

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm isimleriyle bilinen Viyana Çevresi'nin başlıca temsilcileri Moritz Schick, Rudolf Carnap, Hans Reichenbach ve Otto Neurath'dır.

Etik sözcüğü eski Yunanca "ethas" sözcüğünden gelir. "ethas" karakter ve huy anlamına gelen etik "kişiye bağlı, kişiyle ilgili bir durumu, ona özgü olan bir tarafı" ifade etmektedir.

Herakleitos'a göre "Huy insan için daimondur", Herakleitos, "Bir insanın ethos'u onun daimon'udur." demiştir.

Stoacılara göre davranışların kaynağı ethos'dur.

Moralis sözcüğünü ilk kullanan Cicero'dur.

Etiğin temellerini atan filozof olarak Sokrates kabul edilmektedir. Sokrates'e göre "Sorgulanmamış bir yaşam yaşamaya değmez".

Demokritos "doğru yaşamın koşulları"  üzerine düşünmüştür. Buna göre doğru yaşamdan anlaşılan şey dinginlik, esenlik ve huzur içinde bir yaşamdır.

Demokritos'a göre mutluluğu ifade eden ana kavramlar şunlardır:
  • Euthymia: İç dünyamızın iyi durumda olması
  • Ataraksia: İç dünyamızın sarsılmaz halde olması
  • Eudaimonia: İç dünyamızın iyi durumda ve sarsılmaz halde olmasının birlikteliğinden gelen mutluluk.
Etik terimi felsefenin ilk temel alanlarından biri olan bir bilgi alanını adlandırırken; ahlak terimi tarihsel ve toplumsal bir olguyu adlandırmaktadır.

Etiğin yöneldiği temel sorular şunlardır:
  • Adalet Nedir?
  • Erdem Nedir?
  • Doğruluk veya Adil olmak Nedir?
Ahlaklılık normları, ahlak normlarından farklıdır. Ahlaklılık normları ile ahlak normları arasındaki farklılık "Ahlaklılık normları yerel değil, genel normlardır."

"Dürüst olmak gerekir" yada "İnsanlara eşitsiz muamele etmemek gerekir." gibi her yerde söz konusu olabilecek davranış ilkelerine daha  çok meslek etiklerinde rastlanmaktadır. "Hastaya zarar vermeme", "gizlilik" gibi tıp etiğine ait ilkeler, "tarafsız olma", "doğru haber verme" gibi basın etiğine ait ilkeler bu normlara örnek olarak gösterilebilir.

Etiğin başlı başına bir alan olmasını sağlayan filozoflar: Sokrates, Platon, Aristoteles

18.yüzyılda etik alanında ortaya çıkan yeni kavramlardan başlıcaları şunlardır: "İyiyi isteme", "ödev", "sorumluluk", "yükümlülük", "gereklilik", "değerler", "anlamlar" ve "amaçlar".

Etiğin  psikolojiyle kesişen konuları şunlardır.
  • Kaygı, korku, acı çekme, kıskanma gibi duygu ve yaşantılar
  • Seçme veya karar verme gibi edimler
  • Kişiler, kişilik yapıları, kişi bütünlükleri ve kişiler arası ilişkiler
Etiğin en parlak dönemi Eski Çağ'dır.

Aristoteles'in ölümünden sonra felsefenin theoria yönünün zayıflaması, 525 yılında Doğu Roma İmpparatoru Justinianus'un Atina'daki Akademia'yı Hristiyanlığa aykırı olduğu gerekçesiyle kapatması insanın dünyayla ilişkisini köklü bir değişime uğratmıştır. 

Yeni Çağ'da etiğin tekrar önem kazanmasına  katkı sağlayan düşünürler: Francis Bacon, Rene Descartes, Baruch Spinoza

"İyi"yi bu dünyaya ilişkin bir kavram olarak incelemek ve etik araştırmalarda bilgiyi temel almak gerektiğini düşünen filozof Francis Bacon'dur.

Rene Descartes, Eski Çağ'da Stoa Okulu'nun düşüncelerini özellikle "duygulanımlar" konusu bakımından yeniden ele almış , erdemler konusuna eğilmiştir.
"Etica" adlı kitap Spinoza'ya aittir.

Etiğin yeniden önemli bir alan olarak tam anlamıyla ortaya çıkışı 18.yüzyılda olmuştur. Bu konuda önde gelen düşünürler; John Locke, Shaftesbury, Francis Hutcheson ve David Hume'dur.

Etiğin Eski Çağ'dan sonra yeniden doğuşu ve gelişimi konusunda asıl dönüm noktası Immanuel Kant'ın çalışmalarıyla gerçekleşmiştir.
Mutlu ve iyi yaşamın ne olduğunun araştırılması filozofları "erdem nedir?" sorusunu araştırmaya yönlendirmiştir. Bu nedenle filozoflar "erdemin bilgi olup olmadığı"; "bilgiyse nasıl bir bilgi olduğu" gibi sorularla ilgilenmişlerdir.

Aristoteles'e göre "Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler". Bilmek, insanın en temel gereksinimidir. Varlığını sürdürebilmek için insan, doğal olarak ilişkide olduğu var olanları bilmek zorundadır.

Aristoteles'e göre insanın bilgi ile bağı, kendini var etmek, kendine bir dünya kurabilmek içindir. Bundan dolayı kendine özgü doğal yetilerine bağlı bilgi edimleriyle çeşitli etkinlikler gerçekleştirir. Bilim, sanat ve felsefe bu etkinliklerin başta gelen örnekleridir.

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Viyana Çevresi Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm adıyla da  bilinmektedir.

İoanna Kuçuradi  ahlak  sözcüğünün bağlamlarından hareketle, ahlakın "kişiler arası ilişkilerde davranışlara ilişkin geçerli"  kılınmış "çeşitli değer yargıları sistemleri" olarak karşımıza çıkan bir olgu olduğunu belirtmektedir.

Annemarie Pieper, ahlakın "bağlayıcı olduğu kabul edileerek belirlenmiş olan norm'lardan, "buyruklar"dan, "yasaklar"dan oluştuğunu; "hep bir grubun, bir topluluğun ahlakı olarak karşımıza çıktığını" belirtmektedir.

SQL Server'da Stored Procedure

Genel Yapısı
CREATE PROCEDURE veya CREATE PROC prosedürAdı 
   [WITH Seçenekleri]
AS
   yazılacak procedure (SQL ifadeleri)
GO
CREATE PROCEDURE
veya
CREATE PROC
deyimi ile başlıyoruz ve prosedürümüzün ismini yazıyoruz.WITH seçeneği  stored procedure’un içinde bulunan kaynak kodlarını gizlemek için kullanılır. İsteğe bağlıdır. CREATE PROCEDURE ile AS deyimleri arasına parametreli stored prosedürler için değişken tanımlaması yapılır. Parametresiz prosedürler için herhangi bir tanımlama yapılmaz, AS yazılarak devam edilir. AS’den sonra prosedürün içine yazacağımız SQL ifadelerini yazarız ve GO deyimini de ekleyerek prosedürümüzü tamamlamış oluruz.  GO deyimi zorunlu değildir. Fakat genel kullanımda terchi edilmektedir.

Procedure yazıldıktan sonra çalıştırmak için "F5"
Stored Procedure'ümüzü tekrar çağırmak için:

EXEC prosedürAdı  

Stored Procedure'ler SQL Serverda resimdeki konumda bulunmaktadır.


NOT: CREATE PROCEDURE ifadesinin altında CREATE DEFAULT, CREATE RULE, CREATE TRIGGER, CREATE VIEW ve CREATE PROCEDURE ifadeleri kullanılamaz. Bir stored procedure oluşturulurken, bu procedure'ün içinde DEFAULT, RULE, TRIGGER, VIEW ve başka bir PROCEDURE oluşturulamaz. Bir stored procedure yaratılırken içinde bu belirtilenler dışındaki objeler yaratılabilir.

NOT:  
Stored Procedure oluşturabilmek için: 
System Administrator (sysadmin) 
Database Owner (db_owner)
Data Definiton Language Administrator (db_ddladmin) 
rollerine yada CREATE PROCEDURE  izni verilmiş bir role sahip olunmalıdır.

İlk Procedure'ümüzü Yazalım ve Çalıştıralım


Stored Procedure Nedir?

Prosedür, belli bir işlevi yerine getirmek için özellikle yapılandırılmış program parçacıklarıdır. 

Stored Procedure Database de tutulan ve ilk derlemeden sonra bir daha derlenmeye ihtiyaç duyulmayan SQL ifadeleridir. Kısaca SQL Server üzerinde barındırılan, T-SQL komutları ile hazırladığımız işlemler bütününün çalıştırılma anında derlenmesi ile bize bir sonuç üreten SQL Server bileşenidir. SP olarak anılırlar.
  • Bir prosedür, başka bir prosedür içerisinde çağrılabilir.
  • Bir programlama dilindeki fonksiyonlar gibi parametre alabilirler. 
  • Bu parametrelere göre bir sorgu çalıştırıp cevap gönderilirebilir.  
  • Stored Procedure'ler database server'ında saklanmasından dolayı daha hızlı çalışırlar. 
  • Bir stored procedure ilk çalıştırıldığı zaman derlenir. Bir daha çalıştırılınca derlenmeden çalışırlar. 
  • Bir SQL komutu çağrıldığında ayrıştırma , derleme ve çalıştırma aşamalarından geçmektedir.
  • Stored Procedure'ler önceden derlenmiş olduğu için , normal kullandığımız bir SQL sorgusunda olduğu gibi bu 3 aşamadan geçmez, bu özelliği sayesinde programımızın performansı artmaktadır ve ağ trafiğini de azaltmış oluruz, istemci tarafından bir çok satıra sahip SQL komutunun sunucuya gitmesindense, sadece saklı yordamın adının sunucuya gitmesi ağı daha az meşgul etmiş olur. 
  • Bir kez yazıp tekrar ve tekrar kullandığımız için modüler bir yapıda program geliştirilmesi sağlanır. 
  • Stored Procedure'lerin diğer bir özelliği ise programlama deyimleri içermesidir. if, next, set vs..  
  • Stored Procedure'ler sadece giriş ve çıkış parametreleri uygulama katmanında göründüğü için daha güvenilirdir. 

Stored Procedure Tipleri : 
  • Extended Stored Procedure: DLL'ler tarafından, SQL Server dışında kullanılan stored procedure'lerdir. xp ifadesi ile başlayan bu tür stored procedure'ler, bazı system stored procedure'leri tarafından da çağrılarak kullanılabilir.
  • CLR Stored Procedure: CLR ortamında herhangi bir dili kullanarak da Stored Procedure'ler geliştirilen bir tür Stored procedure çeşididir.
  • Sistem Stored Procedure : sp_ ön eki ile başlarlar ve master veri tabanında tutulur.  
  • Kullanıcı Tanımlı Stored Procedure : Programcının programladığı stored procedurlerdir. 

9 Ekim 2014 Perşembe

Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik


Bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir. "duyu verisi" ve "algı"  arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir.

İngilizcede günlük dilde kullanılan ve "empiricism"  ile aynı kökten gelen bir diğer kelime "empirical"dir. "Deneyimsel" gibi bir anlama gelebilecek bu kelime ingilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman "ayakları yere basan", "desteksiz iddialara kulak asmayan", "yalnızca gördüğüne inanan", "gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen" gibi anlamlara gelmektedir.

Deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın adıyla pozitivizm ile benzerlik taşıdığı görülür. Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir.

John Locke, David Hume ve George Berkeley bu üç felsefecinin ürettiği fikirler literatürde İngiliz Deneyimciliği olarak bilinen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Zihin, zihinden bağımsız varlık alanını (yani maddesel gerçekliği) bilmeyi nasıl başarabilir.? Descates'ın yanıtı şudur: Zihnin içindeki "idealar" gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur.
"idea" temel anlamı itibariyle, "içeriği genelde bir nesne veya özellik olan düşünsel yada zihinsel durum" olarak tanımlanabilir.

Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarakda bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur.

Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle, zihnin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.

Locke'a göre; algılar olmaksızın ideların oluşması olanaksızdır. İnsan zihni doğum anında "boş levha / tabula rasa" gibidir. Yaşadığımız deneyimler bu boş levhanın üzerine zaman içinde "yazarlar"  ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur. Dünya bilgimizin en temelinde duyu algılarından gelen idealar olsa da, insanlar basit ideaları birleştirerek soyutluk derecesi çok yüksek olan idealar edinme kapasitesine de sahiptir.

Locke hem ahlaki boyutta hemde kuramsal düzeyde doğuştan ideaların olamayacağını savlar. O halde, bilgi tümüyle deneyim alanına aittir.

Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke'ın görüşünün genel olarak Aristoteles'in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Locke'un Ontolojisi
Temel olarak 2 tip nitelik olduğunu savunur. 

Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizdede temsil edilebilen  özelliklerdir. Örneğin bir nesnenin kapladığı uzam nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi nesnenin kendisinde olan ve bizimde algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir.

İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir. Biz dünyayı nitelikler yoluyla biliriz. Ancak doğal olarak niteliklerin hiçbir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke'a göre tikel bir nesne niteliklerden  ve nitelikleri kendinde toplayan bir Tözsel zeminden oluşur. Örneğin bir gül çok sayıda niteliğin bir araya gelmesiyle oluşur. Şekil , büyüklük , ağırlık  renk v.s. ancak nitelikler veya özellikler bir şeyin nitelikleri veya özellikleridir. Locke nitelikleri barındıran zemine Tözsel taban (substratum) adını verir. İnsanlar epistemolojik açıdan  yanlızca nitelikleri bilebilir. Tözsel taban ise bilgi nesnesi olabilecek bişey değildir.

Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayıflaması, genel olarak deneyimcilikle ortaya çıkmış bir durumdur.

Felsefe tarihinde insan bilgisinin "nesnel" temellerine duyulan sağlam inanç konusunda en keskin eleştirel görüşü geliştiren ve sonuçta  da en büyük epistemolojik yıkıma neden olan düşünür David Hume olmuştur.

Hume'un sorduğu soru şudur: Nesnelerin zihinden bağımsız ve sürekli olarak var olduklarına ilişkin inanç veya idea nereden kaynaklanmaktadır.?

Hume'a göre, zihnimizde "nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma ideasını oluşturan yetimiz imgelemdir.(hayal gücü)

Hume bizim evrensel nedensellik düşüncesine sahip olmamızın arkasında "düzenli tekrarlar"ın yattığını düşünür.
Hume, Locke'dan farklı olarak "birincil niteliklerin varlığı" veya "substratum" konusunda bir iddiada bulunamayacağımızı savlar.

Hume'a göre yalnızca iki bilgi olanaklıdır; Olgusal bilgi ve biçimsel bilgi.

Maddecilik ve İdeacılık, metafizik (ontolojik) görüşlerdir. Deneyimcilik ise epistemolojik bir görüş ve akımdır.

İdeacılık var olanların temelde düşünsel veya zihinsel olduğunu savlayan metafizik görüştür.

George Berkeley ise  ontolojik anlamda ideacılığı ve epistemolojik açıdan  da deneyimciliği savunmuştur.

Berkeyley'e göre, maddesel tözün veya zihinden tamamen bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanan düşünürler, farkında olmadan son derece çelişik bir görüşü ileri sürmektedirler. Ona göre bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea, zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez.

Bizim nesne olarak tanımladığımız ve kavradığımız bir şeyin, hiç kimse onu algılamasa da "algılandığı haliyle var olacağını" düşünmek gerekçelendirilmesi olanaksız bir fikirdir. Berkeley'in meşhur ifadesi ile söylersek "var olmaki algılanmaktır". (esse est percipi).

Berkeley'e göre, Tanrı her an her nesneyi algılayabildiği için, Tanrı'nın algısının ontolojik güvencesinde, nesnelerin kesintisiz var olduğunu söyleyebiliriz.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

Bilginin gerçekte var olduğuna, bilgiye ulaşabiliyor olduğumuza veya bilginin gerçekleştiğinin farkına varabileceğimize yönelik şüpheler felsefe tarihinde ilk başlardan bu yana kayda değer bir yer tutmuştur. Sokrates alçak gönüllü bir tavırla ve bilgi konusunda iddialı ve kibirli bir tavır sergileyen şehrin ileri gelenlerinden farklı olarak bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Bilgi sahibi olmadığını bilme dışında bir bilgi iddiasında bulunmayan Sokrates'in felsefesinin şüpheciliğin ana fikrini içinde barındırdığı düşünülür.

Şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyebileceğini en iyi gösteren felsefecinin Rene Descartes olduğu kabul edilir. Descartes'ı da kapsayan tarihsel dönem, Orta çağ'dan çıkışı ve klise örgütlenmesinin düşünce üzerine koyduğu kısıtlamaların çözülmeye başlamasını temlsil eden Modern Dönem'dir.

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi Dogmatizim'dir.

Descartes'a göre, algı yanılabilir olduğundan bilgisel kesinliği başka bir yerde aramak gerekir. 
Descartes'ın "kötü niyetli ve üstün güçleri olan varlık" örneği bilgiye dair şüphelerin ne düzeye ulaşabileceğini gösterir. Descartes'in şüphesi "yöntemsel şüphe" olarak bilinir. Başka bir deyişle, Descartes kendi felsefi kuramını savlayabilmek için şüpheyi bir yöntem olarak kullanmakta ve böylece şüphelenilmeyecek sağlamlıkta bazı fikirlere ulaşmaya çalışmaktadır.

Descartes, matematik ve bilim alanlarının nesnel bilginin en önemli kaynağı olduğunu düşünüyor olsada, şüpheci sorgulamayı ciddiyetle ve sonuna kadar devam ettirmektedir. Bu bağlamda bir çelişkii yoktur, çünkü Descartes sorgulamasına algısal, matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlamıştır. Bu yaklaşım ciddi bir felsefi yöntemin uygulanmasını beraberinde getirmektedir.
Sokrates, tek bileceğimizin "bilgi sahibi olmadığımız" olduğunu savlar.

Şüphecilere göre pratik yaşamda işlerin yolunda gidiyor gibi görünmesi ile insanın varlık alanının kendisine dair bilgi sahibi olması birbirinden ayrılması gereken durumlardır.

Descartes şüpheci akıl yürütmenin en güzel örneklerini sergilemiş olsada kendisi şüpheci fikirlere sahip bir düşünür değildir. Descartes'tan sonra gelen felsefeciler arasında şüpheci eğilimleri en belirgin olanı, İskoç düşünür David Hume dir.

David Hume, şüphecilik bağlamında felsefe tarihinde izler bırakmış bir düşünürdür.

Hume'a göre doğada karşılaştığımız olgusal düzenliliklere ilişkin yaptığımız varsayımlar konusunda dikkatli olmamız gerekmektedir. İnsanlar genelde doğada düzenli olarak tekrarlanan olguların belli bir zorunluluk içerdiğine inanırlar. Örneğin her sabah güneşin doğmasına tanık oluruz ve bunun rast gele bir olay olmadığını işin içinde bir düzen bir zorunluluk olduğunu düşünürüz.

Ancak Hume'a göre bu durumda elimizdeki  veri yanlızca geçmişte gözlemlediğimiz durumlardır. Bu gözlemlerdeki düzenlilik, bize doğada bir zorunluluk olduğunu düşündürür. Yani gözlemlerimize dayanan olaylardan yapılan genellemelerin her biri tümevarımsal niteliktedir ve kesinlikten uzaktır.

Bir olgunun yada durumun fiziksel olarak olanaksız olması, o olgunun bizim içinde yaşadığımız ve anladığımız fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesi anlamına gelir.

Örneğin bir insanın pencereden atladığında düşmeyip uçmak gibi fiziksel anlamda olanaksız olan durumların gerçekleştiğini ben kafamda canlandırabilirim. Bu fiziksel olanaksızlık kavramına örnektir. 

Mantıksal olanaksızlık kavramı ise içinde yaşadığımız evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. Bizim evrenimizde bir üçgenin 4 kenarlı olması olanaksızdır. Bu olanaksızlık, fiziksel olanaksızlıktan çok daha büyük olanaksızlık türüdür. Çünkü fiziksel olanaksızlıklardan farklı olarak, mantıksal açıdan olanaksız bir durumu kafamızda bile canlandıramayız.

Hume'a göre eldeki kısıtlı tümevarımsal zeminin ötesine geçerek yarın güneşin doğacağını biliyorum iddiasında bulunmamızın çok sağlam bir gerekçesi olabileceğini söylemek zordur. Özetle aslında hiç birimiz yarın güneşin doğup doğmayacağını bilmiyoruz.

Şüpheciliğin sonuçları pek çok düşünüre oldukça rahatsız edici geldiğinden dolayı felsefe tarihinin önde gelen isimlerinden bazıları bu konuyla derinlemesine ilgilenmiş ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu çabalar içinde en bilinenlerden biri, İngiliz düşünür G.E Moore'un sağ duyusal argümanıdır.

Sağduyusal Tavır, genelde günlük yaşamın durumları karşısında pratik, ayakları yere basan ve işe yarar sonuçlara verebilen kararlar alma ya da yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilendirilir.

Moore'un konuyu irdelerken yaptığı ilk şey, kesinlikle bildiğine inandığı bazı önermeleri sıralamaktır.

Moore'a göre nesnelerin "var olmaları"  onların zihnin dışında, zaman ve mekan içinde var olmaları anlamına gelir. Moore'un sözünü ettiği nesne ise sağ duyumuza da uygun bir şekilde, fiziksel özelliklere sahip ve zihinden bağımsız niteliğinde bulunmaktadır. 

Çıkarım bir fikri veya tezi başarıyla savunacaksa:
  • Öncüller iyi bilinen önermeler olmalı
  • Sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalı
  • Öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir.
Moore'a itiraz etmek isteyen bir felsefeci sonucun öncüllerden çok farklı bir hamle gerçekleştirdiğini ve bu yüzden, öncüllerden sonucu türeten çıkarımsal bağın güçlü olmadığını söyleyebilir.

Sağduyu kavramına ilişkin notlar: 
Günlük yaşamnda genel olarak sağduyunun yolunu izlediğimiz söylenebilir. Ancak felsefe ve bilimin genelde sağ duyuyla somutlukla veya pratiklikle tam örtüşmeyen alanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır. 

Felsefi tartışmanlar ve argümanlar söz konusu olduğunda bunların karşısına hemen sağ duyuyu çıkararak bir (sağlamlık testi) yapma eğiliminde olmanın sakıncalı yönleri olabilir. 

Örneğin şüpheciliği değerlendirirken ve eleştirirken şüpheci yaklaşımları (sağ duyuya aykırı olduğu düşüncesini) dile getirmek her zaman yardımcı olmayabilir.  Birincisi sağ duyu kavramının her durumda ve her bağlamda aynı sonucu vermesi beklenemez başka bir deyişle sağ duyu denilen yeti bir makine gibi işleyen yani mekanik ve evrensel bir tarzda çalışıp belirlenmiş sonuçlar ortaya koyan bir kapasite olmayabilir. İkincisi sağ duyunun genelde kabul gören sonuçları bazan son derece yanıltıcı olup bu sonuçları düzeltmek için bilim ve felsefe gibi alanların işlevlerine ihtiyaç olabilir. Örneğin yalın sağ duyu bize üzerinde  bulunduğumuz dünyanın düz olduğunu söyler bu yanlışlığın düzeltilmesi sıradan olağan algısallığın düzleminde olanaklı bilime gereksinim vardır.

O halde sağ duyunun en üst epistemolojik mercii veya kapasite olarak yüceltilmesinin çokta haklı olmadığı belirtilebilir. Aklın kritik yani eleştirel kullanımının ne kadar önemli ve değerli olduğunu bu bağlamdada gözlemleyebiliriz.

Şüpheci tavrın felsefi değeri:
Şüphecilik felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır.ancak şüphecilik görüşünün tezlerini benimsemeyen kendilerini şüpheci olarak tanımlayacak pek çok felsefeci için bile şüpheci tavır belli bir değer ifade eder. 

Şüpheci tavır olarak betimlediğimiz tavrın yaklaşımı ve içeriği nedir? Ve bu tavrı felsefi anlamda özel kılan şey nedir? Bunun yanıtını şüpheciliğin tersi olan kavramların içinde ve o kavramların barındığı sakıncalarda aramak gerekir. 

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi dogmatizim'dir.  

Dogma deyiminin anlamı belirli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç yada inanç kümesi şeklinde verilebilir. 

Bu noktada kritik olan saptama şüpheci tavrın veya dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir dereceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. Kesintisiz şüphe halinde olmak ve sürekli olarak sağlam düşünsel zeminlerini kaybetmek, insanların kolayca yapabileceği eylemler değillerdir. Dahası aşırı şüpheci bir tavrın insana yaşamı içinde çok fazla yararının olmayacağıda bellidir. Öte yandan dogmatik olmaktan ziyade zaman zamanda olsa sahip olduğu fikirlere ve inançlara eleştirel bir tavırla yaklaşan insanların hem bireysel gelişimlerinin daha güçlü olacağı hemde inanç sistemlerinin genelde yanlışlamaya açık olmasından dolayı bizi saran dünyanın olgularını bilebilme anlamındada daha avantajlı bir duruma geleceği söylenebilir.

Bilginin Metafizik Temelleri

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Metafizik Temelleri

Eski Yunan'da "varlık" ve "değişim" sorunları birbirine paralel olarak ortaya çıkmıştır. 

Batı Felsefesi'nin başlangıç noktasında sorulan temel soru, doğadaki değişimlerin ardında yatan ve değişimlere temel teşkil eden "değişmeyen unsurların" veya "açıklayıcı ilkelerin" ne olduğuyla ilgilidir.

Epistemoloji felsefenin insan bilgisi üzerine odaklı olsa da bilgi felsefenin en  kritik soru ve sorunlarından bazıları tartışmayı daha geniş ve kapsamlı bir zeminden yürütmeyi gerekli kılar. Tarihsel bir gözle bakıldığında, metafizik irdelemeler felsefenin doğum noktasında özsel bir yer tutar.

"Sokrates öncesi" olarakta bilinen dönemde, Yunan felsefesinin ilk düşünsel tohumları atılmıştır. Hem eski Yunan'daki atomculuğun hemde modern atomcu kuramların bize söylediği, fiziksel bir nesnenin asıl yapısının insanlara göründüğü gibi olmadığı ve nesnelerin esas olarak boşlukta hareket eden küçük parçacıklardan ibaret olduğudur. Bu bilimsel veya felsefi düşüncenin temelinde Eski Yunan'ın "değişen-değişmeyen sorunsalı" yatmaktadır. Doğadaki nesneler oluşur ve yok olurlar. Nesnelerin temel elementleri veya varlıksal ilkeleri ise kalıcı niteliktedir.

Eski Yunan'ın felsefi noktada "en tepe noktasını" oluşturan Platon ve Aristoteles'in kuramlarıdır.

Platon'un temel amacı yalnızca düşünsel sorgulamayı sürdürmek ve kavramlar konusunda insanların cahilliklerini sergilemek değil, onun da ötesinde büyük çapta bir felsefi kuram veya model sunmaktır.  Atinalılarında son derece haksız bir yargılama sonucu hocasını ölüme mahkum etmelerinden etkilenen Platon, bu gibi olayların yaşanmaması için devleti yönetenlerin "evrensel ilkelerin bilgisine" yönelmiş kişiler yani "filosofia" olması gerektiğini savlamıştır. Bu amaca yönelik olarak Platon'un savunduğu kuram "tümeller kuramı" olarak bilinir.

Platoncu bir gözle bakarsak, çevremizde algılamakta olduğumuz nesneleri belli kategoriler altında toplayabilmemiz, oldukça ilginç ve açıklamayı gerektiren bir yön içermektedir. Çevremizdeki fiziksel nesnelerin  her biri kendi başlarına var olan ayrı nesneler olsalarda, onların ne oldukları sorusu gündeme geldiğinde tek tek nesnelerin kendilerinin ötesinde bazı unsurlara bakmamız gerektiği açıktır.

"TİKEL" deyimi tek tek nesneler için kullanılır. "TÜMEL", genel kavramlar için kullanılır. (Tikel ve tümel öz Türkçe  deyimlerdir. Anadolu’nun belli bölgelerinde de Tike deyimi tek bir parça anlamında kullanılır. Tümel ise tüm kökünden gelir.)

İnsan, ağaç, mavi, gezegen tümelken,  Ahmet, bahçemdeki çam ağacı, vazodaki kırmızı gül,  venüs gezegeni tikel birer nesnedirler.

Tümeller bilgiyi de olanaklı kılan şeylerdir, çünkü insanlar tikel nesneleri tümeller olmaksızın bilemezler. Tümeller hem nesnelerin kimliğini hem de insan bilgisinin olanaklı olmasını sağlar.

Platon'a göre insan aklının bilgi ve kavrama adına gerçekleştirebileceği esas başarı, dünyadaki tek tek nesnelerin hangi durumda ve ne özelliklerde olduğunu gözlemlemek değil, tümellerin veya kavramların bilgisine ulaşmaktır. Bilgisine ulaşılacak tümellerin gözlemlenen dünyanın içinde olamayacağı açıktır. Bu değişmezler için Platon İdea ve Form (Biçim), deyimlerini kullanmıştır.  

Örneğin dünyamızda insanların atların ve erdemin örnekleri bulunabilir. Ancak İnsan İdeası, At İdeası, İyilik İdeası, değişmeyen şeyler olarak doğanın dışında olmalıdır.

Doğadaki bir domates, domates olarak varlık alanında belirebiliyorsa, bunun nedeni değişmeyen ve yok olmayan domates ideası yüzündendir. Bu işin ontolojik yanı varlıksal tarafıdır. Biz doğadaki bir nesneyi domates olarak niteliyorsak ve ona dair bilgilenme çabasına girebiliyorsak, bunun nedeni domates ideasının var olması ve bizim bilgisel olarak ona yönelmemizdir. Bu da Epistemolojik (bilgisel) boyutudur.

Platon varlık hiyerarşisinde en alta kelimenin tam anlamıyla kopyaları  (yani sudaki yansımaları, fiziksel nesneleri tasvir eden sanatsal çalışmaları vb.) koymuştur.  

Varlıksal değer sıralamasında bunların bir üstünde, fiziksel dünyanın Algılar aracılığıyla kavranan Nesneleri, (yani doğadaki nesneler) gelir. En Tepede ise akıl yoluyla kavranılabilecek İdeal ve Değişmeyen Varlıklar, yani Matematiksel Nesneler ve İdealar bulunur. Bir insan fiziksel (yani değişken) bir nesneyi algıladığında belli bir bilgilenme durumu içindedir, ancak bilginin nihai hedefi kopya değil, asıl olan varlıktır.

Platon, episteme (bilgi) ile doksa (kanı) kavramlarını ayırır. Platon, bizim gündelik kullanımımızdan farklı bir şekilde episteme sözcüğünü "ideaların bilgisi" olarak ayrı bir statüde tutmuş ve normal algısal yollardan edinilen bilgi için "kanı" (doksa)  deyimini kullanmıştır.

Platon'un varlıksal ve bilgisel kuramı, Thales gibi eski Yunan'ın ilk felsefecilerinin el yordamıyla başlattıkları felsefe serüveninin olgunlaştığı çok temel bir noktayı temsil eder.

Aristotele, Platon'dan farklı olarak kendi başına var olabilme olgusunu dünyanın içinde arar. Başka herhangi bir varlığa bağlı olmaksızın varolabilen şeylere "töz" veya "cevher"  isimlerini verir. Aristoteles her tözün iki temel özelliğinin olduğunu sözler. İlk olarak tözler bir "bu" olarak gösterilebilir. İkincisi tözler "ayrı durabilme" özelliğine sahiptirler. Belli bir ağaç veya belli bir kaplan, gösterilebilir bir "bu" dur. Ancak şekilsiz çamur veya bir avuç toprak bir "bu" değildir. (sınırları belirli bir nesne olma anlamında)

Örneğin bir insanın bedeni başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın evrende var olabilir ancak "tendeki yanık" kendi başına var olamaz ve ancak bir beden üzerinde bir varlık kazanabilir.

Aristoteles, töz kavramı ile Platon'un tümeller kuramını bir açıdan devam ettirmekle birlikte o kuramı önemli anlamlarda değiştirmeyede yönelir. Platonve Aristoteles'in ortak noktası farklılıklarından daha önemlidir. Her iki düşünür içinde bilginin olanaklılığı tümellerden ve genel karakterlerden geçmektedir.

Felsefecilerin uğraştığı metafizik, esas olarak gerçekliğin yapısının akılcı yöntemlerle ortaya konması, "varlık"  kavramının aydınlatılması ve varlık alanında egemen olan temel ilkelerin açığa çıkarılması gibi düşünsel işlevleri kapsar.

Kısacası fiziksel bilimlerden farklı olarak metafizik, varlığın kendisiyle ilgilenir. Metafizik ile ilgili bir diğer deyim ise ONTOLOJİ'dir. Ontoloji felsefede VARLIKBİLİM veya VARLIK KURAMI anlamında kullanılmaktadır. Genel kabul gören bir yorum, ontolojinin metafiziğin varlık kavramı ile doğrudan ilgilenen dalı olduğudur.

"Gerçeklik" kavramı ontolojik bağlamda karşımıza çıkar. Felsefede bu kavramın tersi Görünüş veya Görüntü' dür. "Hakikat" ise felsefede genel olarak anlam sorunsalı  gibi çerçevelerde kendini gösterir. Ancak gerçeklik bilgi ile de ilgilidir.

Epistemoloji Nedir?

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Epistemoloji Nedir?

Felsefenin "bilgi" kavramı ile uğraşan dalına epistemoloji adı verilir. Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak çevrilmektedir. Epistemoloji bilginin olanaklılığını, yapısını, kaynaklarını, kavramsal bileşenlerini ve sınırlarını irdeler. 

Yunanca episteme ve logos kelimelerinden oluşmuş "epistemoloji" deyiminde yer alan logos "açıklama", "gerekçe", "mantık", "söz" ve "bilim" gibi anlamlara gelmektedir. Genel olarak "bilgi" olarak çevrilir.

Logos: Akıl, mantık, söz, bilim anlamlarına gelir "logos olan kuramsal düşünebilir." Loji logostan gelir.

Felsefe açısından "kuramsal ilgi" yada "kuramsal araştırma" felsefenin olanaklı olmasının en temel koşuludur. Kuramsal düşünmenin veya logos'un üst düzey uygulanmasının felsefede karşımıza çıkan çarpıcı bir örneği tanımsal işlevlerdir.

Epistemoloji alanında üretilen irdelemeleri kavramış olan insanların sıradan bilgilendirme süreçlerine bakışlarıda niteliksel olarak değişir. Kuramsal irdelemelere yatkın insanların düşünsel veya bilgisel tuzaklara kolayca düşmeden anlama ve yorum yapabilme yetenekleri vardır.

Epistemolojinin Sorunları ve Temel Konuları
  • İnsan bilgisinin kaynakları 
  • Bilginin olanaklılığı 
  • Bilginin tanımı ve kavramsal unsurları
  • Bilginin toplumsal boyutu ve epistemolojinin yeni kimliği
"Kaynak" kavramı, dar bir şekilde anlaşıldığında, toplumsal yaşantımız içinde yer alan "enformasyon kanalları" şeklinde anlaşılabilir.

Bilgi kavramını açık hale getirme çabası farklı yönler içeren zengin bir literatürün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

"Kesinlikten uzaklık" ve "her an yolda olma durumu" felsefenin özgürlük alanını genişleten ve diğer alıştırma alanlarından ayıran özelliklerdir. Descartes'in  felsefi sorgulamalarına "hiç bir şeyi peşinen bilgi olarak kabul etmeden" başlayamaya karar vermesi bunun en çarpıcı örneğidir.

Epistemolojik Çözümlemenin Anahtar Kavramları

Norm ve Normatiflik:  "Norm" en genel haliyle "düzenleyici ilke veya kural" kavramına işaret eder. Etik kurallar normatif önermelerin en bilinen örnekleridir. Bilginin betimleyici boyutunu da ele alınmakla birlikte, bu alanda çalışan felsefecilerin çoğu epistemolojik normatif bir çaba olduğunu düşünür. "Normatif" kavramının tersi, "Betimleyici" anlatıcı veya tasvir edici'dir. "Büyükşehirlerde hırzılık oldukça yaygındır." cümlesi ise betimleyici veya sergileyici bir yapıdadır. "Hırsızlık yapmak yanlıştır" cümlesi normatif ağırlığı olan bir ifadeye karşılık gelir.

Önermesel Bilgi: Felsefecileri en çok meşgul eden bilgi türüdür. Önerme kısaca "bir iddiada bulunan cümlelerin içeriğinde barınan düşünce veya fikir" olarak tanımlanır. "İzmir Türkiyenin başkentidir,", "Limon Sarıdır", "Geçen hafta çok yoruldum" cümleleri birer önermedir, çünkü doğru ya da yanlış olsun belli bir iddia içermektedir.

Önermesel Doğru: Epistemoloji’de doğru kavramı önemli bir yer tutar. Biz insanların iddiaları karşısında, "bu söylediğin yanlış" veya "bu doğru bir iddiadır" gibi ifadeler kullanırız. Bir önerme için doğru nitelemesini kullanmak, onun dünyada olan olgularla uyum içinde olduğunu belirtme anlamını taşır.

İnanç: "İnanç" ve "İnanmak" kavramları denildiğinde akla ilk gelen dinsel bağlamlardır. "İnanç sahibi olmak" deyiminin ilk çağrıştırdığı kavram "Tanrı"dır. Tanrı inancı düşüncesine ek olarak, inanç kavramı, "güven" ve "kararlılık" kavramları ile ilintili olarak sıkça kullanılır. Örneğin, "mücadelenin başarıya ulaşacağına duyduğu inancı kaybetmek" gibi bir deyimde yer alan "inanç" kavramı bu türden bir anlam taşır.

Kanıt: İşlevi önemlidir. Sıkça kullanılır. Örneğin "güneş dünyadan büyüktür" inancının oluşması bunu doğrudan algılamam değil, bu konudaki bilimsel çalışmaların kanıtlarına güvenmemdir. İnsan bilgisi farkında olalım ya da olmayalım, ağırlıklı olarak kanıt olgusu üzerine kuruludur.

Bilişsellik: Üst düzey zihinsel işlevler yelpazesi için kullanılır, bu yelpazenin kapsamındaki işlevlerin en önde gelenleri duyular aracılığıyla algılama, bellek işlevleri, akıl yürütme ve bilgilenmedir. Bilişsellik bilgi kavramınıda içine alan daha geniş bir kümedir. Bilişsel sıfatıda buna uygun olarak bilgisel sıfatına  göre daha geniş bir anlama gelir.

Epistemolojik Gerekçelendirme: Gerekçe kavramı aslında "logos"un esas anlamlarından biridir. Bizim sahip olduğumuz bilgilerin ezici bir çoğunluğu, bir gerekçelendirme süreci veya yapısı sayesinde yaşam bulur. Tersinden düşünürsek hiçbir gerekçesi olmadan edindiğimiz inançların önemli bir kısmı epistemolojik açıdan ciddi sorunlar arz eder. İnsan için bilgi sahibi olmak büyük oranda bilgisel gerekçelendirme süreçlerinin içinde yer almaya yatkın olmak anlamına gelmektedir.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü