Epistemoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Epistemoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2014 Çarşamba

Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Usçuluk

Güvenilir ve kesin bilginin temelinde insan aklının yattığı veya gerçekliğin kavranmasının ancak akıl yoluyla olabileceği tezini ileri süren akıma usçuluk denir.

Deneyimciliğin karşıtı olan usçuluğa göre bilgimizin tek kaynağı duyu verileri veya algılar değildir. Felsefi bir görüş olan usçuluk insan aklının kendisinin bilginin temel bir kaynağı olduğunu veya bilginin ortaya çıkmasında insan aklının yapısının özsel ve şekillendirici rol oynadığını savunur.

"Akılcı" Deyimi günlük dilde sıkça dile getirilir ve "mantıklı" ,"zeka belirtisi taşıyan" ,"akla uygun yöntemler izleyen" gibi anlamlara gelir.

Usçuluk akımına göre, insan aklının kendisi bilginin temel kaynağıdır.

Nous, çağdaş dillere çevrilmesi oldukça zor bir deyimdir. "zihin", "kavrama", "sezgi" ve "akıl" olarak çevrilmiştir. Bu çevirilere bakınca "nous"un oldukça öznel bir yön içerdiği sanılabilir. 2500 yıl önce yaşamış olan Anaxsagoras, nous'un evrenin başlangıcındaki kaos'u düzenleyen ve evrenin düzen içinde bir başlangıç yapmasını sağlayan bir tür güç olduğunu düşünmüştür. 

Eski Yunan'da "nous" kavramının kullanımları:
  • Ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı
  • Tanrısallığa yakın olan işlev
  • Algılanamayan maddesel güç
  • Akıl
Anaxsagoras'ın Nous'u: Ruhsal veya zihinsel olmaktan ziyade, algılanamayan maddesel bir güç veya ilke olarak tasarlanmıştı. Ona göre, görülebilen nesnelerden daha "ince" bir yapıda olan nous, başlangıçtaki işlevine ek olarak, nesnelere girerek onların devinimini veya gelişimini düzenlemekteydi. Anaxsagoras'ın temel felsefi amacının, evrenin "akılsal" yönünü açıkca ifade etmek ve evrendeki değişimlerin olanaklılığını açıklamak olduğunu söyleyebiliriz.

Platon, nous'u ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı olaran tanımlamıştır.

Platon'u izleyen Aristoteles, hem sonlu hemde ölümsüz yönleri olduğuna inandığı nous'u bizim anladığımız "akıl" kavramına yakın bir şekilde ele alır ve bu kavramı "algı"dan ayırır. Aristoteles'e göre, insanlardan bulunan nous'un ölümden sonrada varlığını sürdürebilen kısmı , anlama ve bilme işlevlerini olanaklı kılar ve bizi diğer canlılardan farklı bir konuma getirir.

Modern felsefenin kurucusu olan Descartes, önde gelen usçulardandır. Pek çok usçu gibi Descartes'da insan zihninin doğum anında belli "içeriğe" sahip olduğunu düşünür. İdealarımızın bazıları algısal yollardan oluşur ancak Descartes'a göre, çok önemli bazı idea türleri deneyim yoluyla edinilemez. Tanrı ideası veya mükemmel bir daire  ideası bu türden bir bilişsel durumdur.

Descartes'a göre, algı ve matematik de dahil olmak üzere, bize en güvenilir görünen bilgi türlerinin doğruluğundan bile şüphelenme olasılığı bulunmaktadır.

Düşünme işlevi düşünen bir şeyin olmasını gerektirir. Ve bu şekilde Descartes o bilinen sloganına ulaşır: "Düşünüyorum, o halde varım." (Cogito ergo sum.). Descates'e göre insan bilgisinin en önemli unsuru budur.

David Hume'a göre, biz temel olarak iki tür  bilgi sahibi olabiliriz. Duyu verilerine dayanan deneyimsel bilgi ve mantıksal bilgi. Eğer bu doğruysa metafiziğin veya genel olarak felsefenin herhangi bir bilgi verme olasılığınınolmadığı ortaya çıkar. Bunun nedeni, felsefe yaparken kullanılan önermelerin ne dünyada gözlemlenebilen olgulara ne de mantıksal bağıntılara karşılık gelmesidir. Kant, deneyimciliğin bu yönüne karşı çıkar ve felsefenin veya metafiziğin olanaklı olduğunu savlar.

Kant'ın önerisi, daha önce denenmemiş bir "düşünsel deney" yapmaktır. Bu deney aynı Kopernik'in dünya merkezli astronomik sistem yerine güneş merkezli sistemi önermesi gibi, nesnel merkezli metafizik projeler yerine öznenin bilişsel rolünü merkeze alan bir kuramı öne sürmektir. Kant'ın devrimsel görüşüne göre bilen özge edilgen değil etkendir. Başka bir deyişle, "öznenin zihinselliği" bizim neyi nesne olarak aldığımız ve bildiğimiz konusunda belirleyici rol oynar. Bu anlamda, geleneksel epistemolojik görüşler önemli bir hata yapmaktadırlar.

David Hume'un ve diğer deneyimcilerin haklı olduğu bir nokta, "bilginin malzemesinin" algı verileri yoluyla geldiğidir.

Kant, her varlık türüne göre görünen dünyanın, o varlık türünün zihinsel özellikleri tarafından belirlendiğini savlar. Kant, öncelikle analitik ve sentetik cümleler arasında bir ayrım olduğunu söyler. Analitik cümlelerde cümlenin yüklemi öznede zaten var olan bilgilere yeni bilgi katmaz. "Siyah kediler siyahtır." ve "Bekarlar evli olmayan insanlardır." analitik cümlelerdir çünkü bu cümlelerin özneleri yüklem bölümünde  içerilen tüm bilgileri zaten içerirler.

Analitik ve Sentetik ayrımı: Cümle yapısı ile ilgilidir. Analitik cümleler dünyaya ilişkin yeni gözlemsel bilgiler içermezken sentetik cümleler yüklemleri öznede içerilen bilgilerin ötesine geçen cümlelerdir.

Sentetik cümleler bizim dünyaya ilişkin bilgimizi genişletirler. Analitik cümleler ise ya içeriksel olarak boşturlar ya da kavramsal arası ilişkileri ortaya koyarlar. Yani deneyimsel olarak yeni bir bilgi taşımazlar.

Epistemolojik açıdan önemli bir başka ayrımda "a priori" ve "a posteriori" ayrımıdır. Analitik ve Sentetik çifti cümlelerin yapısını ilgilendirir. A priori ve a posteriori ayrımı ise bilginin edinilme tarzının ayrımıdır.

A priori: bilgi evrensel olarak doğrudur. Ancak tek tek deneyimler yoluyla kazanılamaz.

Aposteriori: Bilginin kazanılması için somut deneyim parçaları gerekir. Gözlemsel bilgilerimizin tümü a posterioridir.

Bu iki deyim latincede olup, a priori deneyimi önceleyen, a posteriori deneyimle gelen anlamlarında kullanılır.

Sentetik a priori, diğer olası bileşimler arasında en ilginç ve felsefi açıdan en önemi olandır.

9 Ekim 2014 Perşembe

Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik


Bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir. "duyu verisi" ve "algı"  arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir.

İngilizcede günlük dilde kullanılan ve "empiricism"  ile aynı kökten gelen bir diğer kelime "empirical"dir. "Deneyimsel" gibi bir anlama gelebilecek bu kelime ingilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman "ayakları yere basan", "desteksiz iddialara kulak asmayan", "yalnızca gördüğüne inanan", "gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen" gibi anlamlara gelmektedir.

Deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın adıyla pozitivizm ile benzerlik taşıdığı görülür. Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir.

John Locke, David Hume ve George Berkeley bu üç felsefecinin ürettiği fikirler literatürde İngiliz Deneyimciliği olarak bilinen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Zihin, zihinden bağımsız varlık alanını (yani maddesel gerçekliği) bilmeyi nasıl başarabilir.? Descates'ın yanıtı şudur: Zihnin içindeki "idealar" gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur.
"idea" temel anlamı itibariyle, "içeriği genelde bir nesne veya özellik olan düşünsel yada zihinsel durum" olarak tanımlanabilir.

Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarakda bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur.

Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle, zihnin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.

Locke'a göre; algılar olmaksızın ideların oluşması olanaksızdır. İnsan zihni doğum anında "boş levha / tabula rasa" gibidir. Yaşadığımız deneyimler bu boş levhanın üzerine zaman içinde "yazarlar"  ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur. Dünya bilgimizin en temelinde duyu algılarından gelen idealar olsa da, insanlar basit ideaları birleştirerek soyutluk derecesi çok yüksek olan idealar edinme kapasitesine de sahiptir.

Locke hem ahlaki boyutta hemde kuramsal düzeyde doğuştan ideaların olamayacağını savlar. O halde, bilgi tümüyle deneyim alanına aittir.

Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke'ın görüşünün genel olarak Aristoteles'in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Locke'un Ontolojisi
Temel olarak 2 tip nitelik olduğunu savunur. 

Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizdede temsil edilebilen  özelliklerdir. Örneğin bir nesnenin kapladığı uzam nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi nesnenin kendisinde olan ve bizimde algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir.

İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir. Biz dünyayı nitelikler yoluyla biliriz. Ancak doğal olarak niteliklerin hiçbir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke'a göre tikel bir nesne niteliklerden  ve nitelikleri kendinde toplayan bir Tözsel zeminden oluşur. Örneğin bir gül çok sayıda niteliğin bir araya gelmesiyle oluşur. Şekil , büyüklük , ağırlık  renk v.s. ancak nitelikler veya özellikler bir şeyin nitelikleri veya özellikleridir. Locke nitelikleri barındıran zemine Tözsel taban (substratum) adını verir. İnsanlar epistemolojik açıdan  yanlızca nitelikleri bilebilir. Tözsel taban ise bilgi nesnesi olabilecek bişey değildir.

Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayıflaması, genel olarak deneyimcilikle ortaya çıkmış bir durumdur.

Felsefe tarihinde insan bilgisinin "nesnel" temellerine duyulan sağlam inanç konusunda en keskin eleştirel görüşü geliştiren ve sonuçta  da en büyük epistemolojik yıkıma neden olan düşünür David Hume olmuştur.

Hume'un sorduğu soru şudur: Nesnelerin zihinden bağımsız ve sürekli olarak var olduklarına ilişkin inanç veya idea nereden kaynaklanmaktadır.?

Hume'a göre, zihnimizde "nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma ideasını oluşturan yetimiz imgelemdir.(hayal gücü)

Hume bizim evrensel nedensellik düşüncesine sahip olmamızın arkasında "düzenli tekrarlar"ın yattığını düşünür.
Hume, Locke'dan farklı olarak "birincil niteliklerin varlığı" veya "substratum" konusunda bir iddiada bulunamayacağımızı savlar.

Hume'a göre yalnızca iki bilgi olanaklıdır; Olgusal bilgi ve biçimsel bilgi.

Maddecilik ve İdeacılık, metafizik (ontolojik) görüşlerdir. Deneyimcilik ise epistemolojik bir görüş ve akımdır.

İdeacılık var olanların temelde düşünsel veya zihinsel olduğunu savlayan metafizik görüştür.

George Berkeley ise  ontolojik anlamda ideacılığı ve epistemolojik açıdan  da deneyimciliği savunmuştur.

Berkeyley'e göre, maddesel tözün veya zihinden tamamen bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanan düşünürler, farkında olmadan son derece çelişik bir görüşü ileri sürmektedirler. Ona göre bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea, zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez.

Bizim nesne olarak tanımladığımız ve kavradığımız bir şeyin, hiç kimse onu algılamasa da "algılandığı haliyle var olacağını" düşünmek gerekçelendirilmesi olanaksız bir fikirdir. Berkeley'in meşhur ifadesi ile söylersek "var olmaki algılanmaktır". (esse est percipi).

Berkeley'e göre, Tanrı her an her nesneyi algılayabildiği için, Tanrı'nın algısının ontolojik güvencesinde, nesnelerin kesintisiz var olduğunu söyleyebiliriz.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

Bilginin gerçekte var olduğuna, bilgiye ulaşabiliyor olduğumuza veya bilginin gerçekleştiğinin farkına varabileceğimize yönelik şüpheler felsefe tarihinde ilk başlardan bu yana kayda değer bir yer tutmuştur. Sokrates alçak gönüllü bir tavırla ve bilgi konusunda iddialı ve kibirli bir tavır sergileyen şehrin ileri gelenlerinden farklı olarak bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Bilgi sahibi olmadığını bilme dışında bir bilgi iddiasında bulunmayan Sokrates'in felsefesinin şüpheciliğin ana fikrini içinde barındırdığı düşünülür.

Şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyebileceğini en iyi gösteren felsefecinin Rene Descartes olduğu kabul edilir. Descartes'ı da kapsayan tarihsel dönem, Orta çağ'dan çıkışı ve klise örgütlenmesinin düşünce üzerine koyduğu kısıtlamaların çözülmeye başlamasını temlsil eden Modern Dönem'dir.

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi Dogmatizim'dir.

Descartes'a göre, algı yanılabilir olduğundan bilgisel kesinliği başka bir yerde aramak gerekir. 
Descartes'ın "kötü niyetli ve üstün güçleri olan varlık" örneği bilgiye dair şüphelerin ne düzeye ulaşabileceğini gösterir. Descartes'in şüphesi "yöntemsel şüphe" olarak bilinir. Başka bir deyişle, Descartes kendi felsefi kuramını savlayabilmek için şüpheyi bir yöntem olarak kullanmakta ve böylece şüphelenilmeyecek sağlamlıkta bazı fikirlere ulaşmaya çalışmaktadır.

Descartes, matematik ve bilim alanlarının nesnel bilginin en önemli kaynağı olduğunu düşünüyor olsada, şüpheci sorgulamayı ciddiyetle ve sonuna kadar devam ettirmektedir. Bu bağlamda bir çelişkii yoktur, çünkü Descartes sorgulamasına algısal, matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlamıştır. Bu yaklaşım ciddi bir felsefi yöntemin uygulanmasını beraberinde getirmektedir.
Sokrates, tek bileceğimizin "bilgi sahibi olmadığımız" olduğunu savlar.

Şüphecilere göre pratik yaşamda işlerin yolunda gidiyor gibi görünmesi ile insanın varlık alanının kendisine dair bilgi sahibi olması birbirinden ayrılması gereken durumlardır.

Descartes şüpheci akıl yürütmenin en güzel örneklerini sergilemiş olsada kendisi şüpheci fikirlere sahip bir düşünür değildir. Descartes'tan sonra gelen felsefeciler arasında şüpheci eğilimleri en belirgin olanı, İskoç düşünür David Hume dir.

David Hume, şüphecilik bağlamında felsefe tarihinde izler bırakmış bir düşünürdür.

Hume'a göre doğada karşılaştığımız olgusal düzenliliklere ilişkin yaptığımız varsayımlar konusunda dikkatli olmamız gerekmektedir. İnsanlar genelde doğada düzenli olarak tekrarlanan olguların belli bir zorunluluk içerdiğine inanırlar. Örneğin her sabah güneşin doğmasına tanık oluruz ve bunun rast gele bir olay olmadığını işin içinde bir düzen bir zorunluluk olduğunu düşünürüz.

Ancak Hume'a göre bu durumda elimizdeki  veri yanlızca geçmişte gözlemlediğimiz durumlardır. Bu gözlemlerdeki düzenlilik, bize doğada bir zorunluluk olduğunu düşündürür. Yani gözlemlerimize dayanan olaylardan yapılan genellemelerin her biri tümevarımsal niteliktedir ve kesinlikten uzaktır.

Bir olgunun yada durumun fiziksel olarak olanaksız olması, o olgunun bizim içinde yaşadığımız ve anladığımız fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesi anlamına gelir.

Örneğin bir insanın pencereden atladığında düşmeyip uçmak gibi fiziksel anlamda olanaksız olan durumların gerçekleştiğini ben kafamda canlandırabilirim. Bu fiziksel olanaksızlık kavramına örnektir. 

Mantıksal olanaksızlık kavramı ise içinde yaşadığımız evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. Bizim evrenimizde bir üçgenin 4 kenarlı olması olanaksızdır. Bu olanaksızlık, fiziksel olanaksızlıktan çok daha büyük olanaksızlık türüdür. Çünkü fiziksel olanaksızlıklardan farklı olarak, mantıksal açıdan olanaksız bir durumu kafamızda bile canlandıramayız.

Hume'a göre eldeki kısıtlı tümevarımsal zeminin ötesine geçerek yarın güneşin doğacağını biliyorum iddiasında bulunmamızın çok sağlam bir gerekçesi olabileceğini söylemek zordur. Özetle aslında hiç birimiz yarın güneşin doğup doğmayacağını bilmiyoruz.

Şüpheciliğin sonuçları pek çok düşünüre oldukça rahatsız edici geldiğinden dolayı felsefe tarihinin önde gelen isimlerinden bazıları bu konuyla derinlemesine ilgilenmiş ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu çabalar içinde en bilinenlerden biri, İngiliz düşünür G.E Moore'un sağ duyusal argümanıdır.

Sağduyusal Tavır, genelde günlük yaşamın durumları karşısında pratik, ayakları yere basan ve işe yarar sonuçlara verebilen kararlar alma ya da yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilendirilir.

Moore'un konuyu irdelerken yaptığı ilk şey, kesinlikle bildiğine inandığı bazı önermeleri sıralamaktır.

Moore'a göre nesnelerin "var olmaları"  onların zihnin dışında, zaman ve mekan içinde var olmaları anlamına gelir. Moore'un sözünü ettiği nesne ise sağ duyumuza da uygun bir şekilde, fiziksel özelliklere sahip ve zihinden bağımsız niteliğinde bulunmaktadır. 

Çıkarım bir fikri veya tezi başarıyla savunacaksa:
  • Öncüller iyi bilinen önermeler olmalı
  • Sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalı
  • Öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir.
Moore'a itiraz etmek isteyen bir felsefeci sonucun öncüllerden çok farklı bir hamle gerçekleştirdiğini ve bu yüzden, öncüllerden sonucu türeten çıkarımsal bağın güçlü olmadığını söyleyebilir.

Sağduyu kavramına ilişkin notlar: 
Günlük yaşamnda genel olarak sağduyunun yolunu izlediğimiz söylenebilir. Ancak felsefe ve bilimin genelde sağ duyuyla somutlukla veya pratiklikle tam örtüşmeyen alanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır. 

Felsefi tartışmanlar ve argümanlar söz konusu olduğunda bunların karşısına hemen sağ duyuyu çıkararak bir (sağlamlık testi) yapma eğiliminde olmanın sakıncalı yönleri olabilir. 

Örneğin şüpheciliği değerlendirirken ve eleştirirken şüpheci yaklaşımları (sağ duyuya aykırı olduğu düşüncesini) dile getirmek her zaman yardımcı olmayabilir.  Birincisi sağ duyu kavramının her durumda ve her bağlamda aynı sonucu vermesi beklenemez başka bir deyişle sağ duyu denilen yeti bir makine gibi işleyen yani mekanik ve evrensel bir tarzda çalışıp belirlenmiş sonuçlar ortaya koyan bir kapasite olmayabilir. İkincisi sağ duyunun genelde kabul gören sonuçları bazan son derece yanıltıcı olup bu sonuçları düzeltmek için bilim ve felsefe gibi alanların işlevlerine ihtiyaç olabilir. Örneğin yalın sağ duyu bize üzerinde  bulunduğumuz dünyanın düz olduğunu söyler bu yanlışlığın düzeltilmesi sıradan olağan algısallığın düzleminde olanaklı bilime gereksinim vardır.

O halde sağ duyunun en üst epistemolojik mercii veya kapasite olarak yüceltilmesinin çokta haklı olmadığı belirtilebilir. Aklın kritik yani eleştirel kullanımının ne kadar önemli ve değerli olduğunu bu bağlamdada gözlemleyebiliriz.

Şüpheci tavrın felsefi değeri:
Şüphecilik felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır.ancak şüphecilik görüşünün tezlerini benimsemeyen kendilerini şüpheci olarak tanımlayacak pek çok felsefeci için bile şüpheci tavır belli bir değer ifade eder. 

Şüpheci tavır olarak betimlediğimiz tavrın yaklaşımı ve içeriği nedir? Ve bu tavrı felsefi anlamda özel kılan şey nedir? Bunun yanıtını şüpheciliğin tersi olan kavramların içinde ve o kavramların barındığı sakıncalarda aramak gerekir. 

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi dogmatizim'dir.  

Dogma deyiminin anlamı belirli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç yada inanç kümesi şeklinde verilebilir. 

Bu noktada kritik olan saptama şüpheci tavrın veya dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir dereceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. Kesintisiz şüphe halinde olmak ve sürekli olarak sağlam düşünsel zeminlerini kaybetmek, insanların kolayca yapabileceği eylemler değillerdir. Dahası aşırı şüpheci bir tavrın insana yaşamı içinde çok fazla yararının olmayacağıda bellidir. Öte yandan dogmatik olmaktan ziyade zaman zamanda olsa sahip olduğu fikirlere ve inançlara eleştirel bir tavırla yaklaşan insanların hem bireysel gelişimlerinin daha güçlü olacağı hemde inanç sistemlerinin genelde yanlışlamaya açık olmasından dolayı bizi saran dünyanın olgularını bilebilme anlamındada daha avantajlı bir duruma geleceği söylenebilir.

Bilginin Metafizik Temelleri

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Metafizik Temelleri

Eski Yunan'da "varlık" ve "değişim" sorunları birbirine paralel olarak ortaya çıkmıştır. 

Batı Felsefesi'nin başlangıç noktasında sorulan temel soru, doğadaki değişimlerin ardında yatan ve değişimlere temel teşkil eden "değişmeyen unsurların" veya "açıklayıcı ilkelerin" ne olduğuyla ilgilidir.

Epistemoloji felsefenin insan bilgisi üzerine odaklı olsa da bilgi felsefenin en  kritik soru ve sorunlarından bazıları tartışmayı daha geniş ve kapsamlı bir zeminden yürütmeyi gerekli kılar. Tarihsel bir gözle bakıldığında, metafizik irdelemeler felsefenin doğum noktasında özsel bir yer tutar.

"Sokrates öncesi" olarakta bilinen dönemde, Yunan felsefesinin ilk düşünsel tohumları atılmıştır. Hem eski Yunan'daki atomculuğun hemde modern atomcu kuramların bize söylediği, fiziksel bir nesnenin asıl yapısının insanlara göründüğü gibi olmadığı ve nesnelerin esas olarak boşlukta hareket eden küçük parçacıklardan ibaret olduğudur. Bu bilimsel veya felsefi düşüncenin temelinde Eski Yunan'ın "değişen-değişmeyen sorunsalı" yatmaktadır. Doğadaki nesneler oluşur ve yok olurlar. Nesnelerin temel elementleri veya varlıksal ilkeleri ise kalıcı niteliktedir.

Eski Yunan'ın felsefi noktada "en tepe noktasını" oluşturan Platon ve Aristoteles'in kuramlarıdır.

Platon'un temel amacı yalnızca düşünsel sorgulamayı sürdürmek ve kavramlar konusunda insanların cahilliklerini sergilemek değil, onun da ötesinde büyük çapta bir felsefi kuram veya model sunmaktır.  Atinalılarında son derece haksız bir yargılama sonucu hocasını ölüme mahkum etmelerinden etkilenen Platon, bu gibi olayların yaşanmaması için devleti yönetenlerin "evrensel ilkelerin bilgisine" yönelmiş kişiler yani "filosofia" olması gerektiğini savlamıştır. Bu amaca yönelik olarak Platon'un savunduğu kuram "tümeller kuramı" olarak bilinir.

Platoncu bir gözle bakarsak, çevremizde algılamakta olduğumuz nesneleri belli kategoriler altında toplayabilmemiz, oldukça ilginç ve açıklamayı gerektiren bir yön içermektedir. Çevremizdeki fiziksel nesnelerin  her biri kendi başlarına var olan ayrı nesneler olsalarda, onların ne oldukları sorusu gündeme geldiğinde tek tek nesnelerin kendilerinin ötesinde bazı unsurlara bakmamız gerektiği açıktır.

"TİKEL" deyimi tek tek nesneler için kullanılır. "TÜMEL", genel kavramlar için kullanılır. (Tikel ve tümel öz Türkçe  deyimlerdir. Anadolu’nun belli bölgelerinde de Tike deyimi tek bir parça anlamında kullanılır. Tümel ise tüm kökünden gelir.)

İnsan, ağaç, mavi, gezegen tümelken,  Ahmet, bahçemdeki çam ağacı, vazodaki kırmızı gül,  venüs gezegeni tikel birer nesnedirler.

Tümeller bilgiyi de olanaklı kılan şeylerdir, çünkü insanlar tikel nesneleri tümeller olmaksızın bilemezler. Tümeller hem nesnelerin kimliğini hem de insan bilgisinin olanaklı olmasını sağlar.

Platon'a göre insan aklının bilgi ve kavrama adına gerçekleştirebileceği esas başarı, dünyadaki tek tek nesnelerin hangi durumda ve ne özelliklerde olduğunu gözlemlemek değil, tümellerin veya kavramların bilgisine ulaşmaktır. Bilgisine ulaşılacak tümellerin gözlemlenen dünyanın içinde olamayacağı açıktır. Bu değişmezler için Platon İdea ve Form (Biçim), deyimlerini kullanmıştır.  

Örneğin dünyamızda insanların atların ve erdemin örnekleri bulunabilir. Ancak İnsan İdeası, At İdeası, İyilik İdeası, değişmeyen şeyler olarak doğanın dışında olmalıdır.

Doğadaki bir domates, domates olarak varlık alanında belirebiliyorsa, bunun nedeni değişmeyen ve yok olmayan domates ideası yüzündendir. Bu işin ontolojik yanı varlıksal tarafıdır. Biz doğadaki bir nesneyi domates olarak niteliyorsak ve ona dair bilgilenme çabasına girebiliyorsak, bunun nedeni domates ideasının var olması ve bizim bilgisel olarak ona yönelmemizdir. Bu da Epistemolojik (bilgisel) boyutudur.

Platon varlık hiyerarşisinde en alta kelimenin tam anlamıyla kopyaları  (yani sudaki yansımaları, fiziksel nesneleri tasvir eden sanatsal çalışmaları vb.) koymuştur.  

Varlıksal değer sıralamasında bunların bir üstünde, fiziksel dünyanın Algılar aracılığıyla kavranan Nesneleri, (yani doğadaki nesneler) gelir. En Tepede ise akıl yoluyla kavranılabilecek İdeal ve Değişmeyen Varlıklar, yani Matematiksel Nesneler ve İdealar bulunur. Bir insan fiziksel (yani değişken) bir nesneyi algıladığında belli bir bilgilenme durumu içindedir, ancak bilginin nihai hedefi kopya değil, asıl olan varlıktır.

Platon, episteme (bilgi) ile doksa (kanı) kavramlarını ayırır. Platon, bizim gündelik kullanımımızdan farklı bir şekilde episteme sözcüğünü "ideaların bilgisi" olarak ayrı bir statüde tutmuş ve normal algısal yollardan edinilen bilgi için "kanı" (doksa)  deyimini kullanmıştır.

Platon'un varlıksal ve bilgisel kuramı, Thales gibi eski Yunan'ın ilk felsefecilerinin el yordamıyla başlattıkları felsefe serüveninin olgunlaştığı çok temel bir noktayı temsil eder.

Aristotele, Platon'dan farklı olarak kendi başına var olabilme olgusunu dünyanın içinde arar. Başka herhangi bir varlığa bağlı olmaksızın varolabilen şeylere "töz" veya "cevher"  isimlerini verir. Aristoteles her tözün iki temel özelliğinin olduğunu sözler. İlk olarak tözler bir "bu" olarak gösterilebilir. İkincisi tözler "ayrı durabilme" özelliğine sahiptirler. Belli bir ağaç veya belli bir kaplan, gösterilebilir bir "bu" dur. Ancak şekilsiz çamur veya bir avuç toprak bir "bu" değildir. (sınırları belirli bir nesne olma anlamında)

Örneğin bir insanın bedeni başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın evrende var olabilir ancak "tendeki yanık" kendi başına var olamaz ve ancak bir beden üzerinde bir varlık kazanabilir.

Aristoteles, töz kavramı ile Platon'un tümeller kuramını bir açıdan devam ettirmekle birlikte o kuramı önemli anlamlarda değiştirmeyede yönelir. Platonve Aristoteles'in ortak noktası farklılıklarından daha önemlidir. Her iki düşünür içinde bilginin olanaklılığı tümellerden ve genel karakterlerden geçmektedir.

Felsefecilerin uğraştığı metafizik, esas olarak gerçekliğin yapısının akılcı yöntemlerle ortaya konması, "varlık"  kavramının aydınlatılması ve varlık alanında egemen olan temel ilkelerin açığa çıkarılması gibi düşünsel işlevleri kapsar.

Kısacası fiziksel bilimlerden farklı olarak metafizik, varlığın kendisiyle ilgilenir. Metafizik ile ilgili bir diğer deyim ise ONTOLOJİ'dir. Ontoloji felsefede VARLIKBİLİM veya VARLIK KURAMI anlamında kullanılmaktadır. Genel kabul gören bir yorum, ontolojinin metafiziğin varlık kavramı ile doğrudan ilgilenen dalı olduğudur.

"Gerçeklik" kavramı ontolojik bağlamda karşımıza çıkar. Felsefede bu kavramın tersi Görünüş veya Görüntü' dür. "Hakikat" ise felsefede genel olarak anlam sorunsalı  gibi çerçevelerde kendini gösterir. Ancak gerçeklik bilgi ile de ilgilidir.

Epistemoloji Nedir?

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Epistemoloji Nedir?

Felsefenin "bilgi" kavramı ile uğraşan dalına epistemoloji adı verilir. Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak çevrilmektedir. Epistemoloji bilginin olanaklılığını, yapısını, kaynaklarını, kavramsal bileşenlerini ve sınırlarını irdeler. 

Yunanca episteme ve logos kelimelerinden oluşmuş "epistemoloji" deyiminde yer alan logos "açıklama", "gerekçe", "mantık", "söz" ve "bilim" gibi anlamlara gelmektedir. Genel olarak "bilgi" olarak çevrilir.

Logos: Akıl, mantık, söz, bilim anlamlarına gelir "logos olan kuramsal düşünebilir." Loji logostan gelir.

Felsefe açısından "kuramsal ilgi" yada "kuramsal araştırma" felsefenin olanaklı olmasının en temel koşuludur. Kuramsal düşünmenin veya logos'un üst düzey uygulanmasının felsefede karşımıza çıkan çarpıcı bir örneği tanımsal işlevlerdir.

Epistemoloji alanında üretilen irdelemeleri kavramış olan insanların sıradan bilgilendirme süreçlerine bakışlarıda niteliksel olarak değişir. Kuramsal irdelemelere yatkın insanların düşünsel veya bilgisel tuzaklara kolayca düşmeden anlama ve yorum yapabilme yetenekleri vardır.

Epistemolojinin Sorunları ve Temel Konuları
  • İnsan bilgisinin kaynakları 
  • Bilginin olanaklılığı 
  • Bilginin tanımı ve kavramsal unsurları
  • Bilginin toplumsal boyutu ve epistemolojinin yeni kimliği
"Kaynak" kavramı, dar bir şekilde anlaşıldığında, toplumsal yaşantımız içinde yer alan "enformasyon kanalları" şeklinde anlaşılabilir.

Bilgi kavramını açık hale getirme çabası farklı yönler içeren zengin bir literatürün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

"Kesinlikten uzaklık" ve "her an yolda olma durumu" felsefenin özgürlük alanını genişleten ve diğer alıştırma alanlarından ayıran özelliklerdir. Descartes'in  felsefi sorgulamalarına "hiç bir şeyi peşinen bilgi olarak kabul etmeden" başlayamaya karar vermesi bunun en çarpıcı örneğidir.

Epistemolojik Çözümlemenin Anahtar Kavramları

Norm ve Normatiflik:  "Norm" en genel haliyle "düzenleyici ilke veya kural" kavramına işaret eder. Etik kurallar normatif önermelerin en bilinen örnekleridir. Bilginin betimleyici boyutunu da ele alınmakla birlikte, bu alanda çalışan felsefecilerin çoğu epistemolojik normatif bir çaba olduğunu düşünür. "Normatif" kavramının tersi, "Betimleyici" anlatıcı veya tasvir edici'dir. "Büyükşehirlerde hırzılık oldukça yaygındır." cümlesi ise betimleyici veya sergileyici bir yapıdadır. "Hırsızlık yapmak yanlıştır" cümlesi normatif ağırlığı olan bir ifadeye karşılık gelir.

Önermesel Bilgi: Felsefecileri en çok meşgul eden bilgi türüdür. Önerme kısaca "bir iddiada bulunan cümlelerin içeriğinde barınan düşünce veya fikir" olarak tanımlanır. "İzmir Türkiyenin başkentidir,", "Limon Sarıdır", "Geçen hafta çok yoruldum" cümleleri birer önermedir, çünkü doğru ya da yanlış olsun belli bir iddia içermektedir.

Önermesel Doğru: Epistemoloji’de doğru kavramı önemli bir yer tutar. Biz insanların iddiaları karşısında, "bu söylediğin yanlış" veya "bu doğru bir iddiadır" gibi ifadeler kullanırız. Bir önerme için doğru nitelemesini kullanmak, onun dünyada olan olgularla uyum içinde olduğunu belirtme anlamını taşır.

İnanç: "İnanç" ve "İnanmak" kavramları denildiğinde akla ilk gelen dinsel bağlamlardır. "İnanç sahibi olmak" deyiminin ilk çağrıştırdığı kavram "Tanrı"dır. Tanrı inancı düşüncesine ek olarak, inanç kavramı, "güven" ve "kararlılık" kavramları ile ilintili olarak sıkça kullanılır. Örneğin, "mücadelenin başarıya ulaşacağına duyduğu inancı kaybetmek" gibi bir deyimde yer alan "inanç" kavramı bu türden bir anlam taşır.

Kanıt: İşlevi önemlidir. Sıkça kullanılır. Örneğin "güneş dünyadan büyüktür" inancının oluşması bunu doğrudan algılamam değil, bu konudaki bilimsel çalışmaların kanıtlarına güvenmemdir. İnsan bilgisi farkında olalım ya da olmayalım, ağırlıklı olarak kanıt olgusu üzerine kuruludur.

Bilişsellik: Üst düzey zihinsel işlevler yelpazesi için kullanılır, bu yelpazenin kapsamındaki işlevlerin en önde gelenleri duyular aracılığıyla algılama, bellek işlevleri, akıl yürütme ve bilgilenmedir. Bilişsellik bilgi kavramınıda içine alan daha geniş bir kümedir. Bilişsel sıfatıda buna uygun olarak bilgisel sıfatına  göre daha geniş bir anlama gelir.

Epistemolojik Gerekçelendirme: Gerekçe kavramı aslında "logos"un esas anlamlarından biridir. Bizim sahip olduğumuz bilgilerin ezici bir çoğunluğu, bir gerekçelendirme süreci veya yapısı sayesinde yaşam bulur. Tersinden düşünürsek hiçbir gerekçesi olmadan edindiğimiz inançların önemli bir kısmı epistemolojik açıdan ciddi sorunlar arz eder. İnsan için bilgi sahibi olmak büyük oranda bilgisel gerekçelendirme süreçlerinin içinde yer almaya yatkın olmak anlamına gelmektedir.

4 Eylül 2014 Perşembe

Bilgi Üzerine İlk Düşünceler

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilgi Üzerine İlk Düşünceler
  • Felsefenin bilgi kavramı ile uğraşan dalına EPİSTEMOLOJİ denir.
  • Felsefenin en temel disiplinlerindendir.
  • Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak da çevrilmektedir.  
  • Yunanca episteme ve logos  kelimesinin birleşiminden oluşan epistemoloji deyiminde yer alan logos açıklama, gerekçe , mantık, söz ve bilim gibi anlamlara gelmektedir. 
  • Episteme genelde bilgi  olarak çevrilir.   
  • Deneyimsel, gözlemsel ve deneysel boyutta iş gören bilimlerden oldukça farklı yapıdadır.  
Epistemoloji ile meşgul olan ilk filozof Platon olmuştur. Sonra Antik Yunan'da başta Aristoteles ve Pyrrhon benzeri Yunan kuşkucularıyla, Orta Çağ'da Aziz Augustinus , Aqiuinalı Thomas ile İbn Sina ve Farabi gibi filozoflar bilgi konusunu enine boyuna ele almışlardır.

Yeni Çağ boyunca ve özellikle 17. ve 18. Yüzyıllarda  epistemoloji, felsefenin en dinamik ve zengin alanı haline gelmiş ve o dönemde bilgi sorunsalı üzerine önemli yaklaşımlar ve tezler sunulmuştur.

Epistemoloji asıl uğraş alanı felsefe olmayan insanları da ilgilendiren yönler barındırmaktadır. 

Bilgi, üzerinde konuşmaya değmeyecek kadar "açık" ve "yaşamın içinde barınan" bir unsur veya olgu olarak kendini gösterir.

Aristoteles (M.Ö. 384-322), bitkilerin, hayvanların ve insanların kendiliklerinden hareket veya değişim yaratabilme yetisine  sahipken, taşların ve kayalıkların kendiliklerinden devinim veya değişim yaratabilme kapasitesinden yoksun olduklarını gözlemlemişti.

Biz insanların dünyanın etkilerine bilinçli bir şekilde açık canlılar olmamızın sonuçlarından biri, bilgi edinebilen, bilgi yoluyla karmaşık işler başarabilen varlıklar olmamızdır. 

İnsan fiziksel bir bedene sahip olması itibariyle fiziksel dünyanın diğer nesneleri arasında bulunan, ancak diğer varlıkların yapamadığı bir takım özel işlevleri gerçekleştiren bir varlıktır. Bilmek, bilgi sahibi olmak, bilgiyi işleyerek yeni bilgiler ve dünyevi değişimler yaratmak insanın temel işlevleri arasındadır.

Üç çeşit "temel" ve "basit" farkındalık olduğu söylenebilir. İç Hallere yönelik farkındalıklar, çevreye yönelik içgüdüsel farkındalıklar ve deneyimleyerek bedenin pratik yapması sonucu ortaya çıkan farkındalıklar.

İnsanların sahip olduğu dünya bilgisi, hayvanlarınkinden farklı olarak dilsel ve kavramsaldır.

Yunanca bir deyim olan "logos" , biyo-loji, psiko-loji, epistemo-loji gibi disiplin adlarında son ek olarak da yer alır ve "açıklama", "gerekçe", "sebep", "matık", "bilim", "kelam" gibi değişik anlamlara gelir. Logos, en genel anlamıyla, "akla ve akılcılığa ait olan" ile ilintilendirilmiştir. 

İnsanın sahip olduğu bilginin en önemli niteliği logos içermesidir. Logos temel olarak mantık, akıl, gerekçe ve söz gibi kavramlarla ilişkili bir deyimdir. 
İnsan bilgisinin hayvansal farkındalıklardan farklı olarak logos barındırdığını düşünmek, insana özgü bilgilendirmenin temel olarak kavramsal, sözel ve gerekçelendirmeye açık bir yönünün olduğunu söylemeye karşılık gelir.

Enformasyon bilgi açısından hammadde olma anlamı taşır. Öznelerin zihinsel bir durumu olan bilgi  içeriği nedeniyle nesnel bir yön taşır. Bilginin üç farklı anlamda değeri olduğu söylenebilir. Bilginin yaşamsal veya türsel değeri, pratik ve araçsal değeri ve bilginin öz değeri.

Bilginin değeri konusunda en temel düzeyde belirtilebilecek husus: Dünyaya dair bilgimizin en kritik işlevlerinden biri, dış etkenlerle baş etme, doğadan gelecek tehditlere karşı bireyin yaşaması ve türün devamının sağlanması yönünde etkin rol oynamaktadır.

Bilgi yaşamsal ve türsel nedenlerden dolayı değerlidir.

Bilgi pratik veya ereksel nedenlerden dolayı değerlidir.

24 Ağustos 2014 Pazar

Epistemoloji

FELSEFE Ders Notları 2
FELSEFE
Epistemoloji
  • Felsefenin bilgi kavramı ile uğraşan dalına EPİSTEMOLOJİ denir.
  • Felsefenin en temel disiplinlerindendir.
  • Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak da çevrilmektedir.  
  • Yunanca episteme ve logos  kelimesinin birleşiminden oluşan epistemoloji deyiminde yer alan logos açıklama, gerekçe , mantık, söz ve bilim gibi anlamlara gelmektedir. 
  • Episteme genelde bilgi  olarak çevrilir.   
  • Deneyimsel, gözlemsel ve deneysel boyutta iş gören bilimlerden oldukça farklı yapıdadır.  
Epistemoloji ile meşgul olan ilk filozof Platon olmuştur. Sonra Antik Yunan'da başta Aristoteles ve Pyrrhon benzeri Yunan kuşkucularıyla, Orta Çağ'da Aziz Augustinus , Aqiuinalı Thomas ile İbn Sina ve Farabi gibi filozoflar bilgi konusunu enine boyuna ele almışlardır.

Epistemolojnin bir felsefe disiplini ve dalı olarak modern felsefede  ve bu arada yirminci yüzyılın analitik felsefesinde öne çıktığı söylenebilir. Bunun nedeni modern uygarlığı belirleyen en önemli şeyin bilim ve bilgi olmasıdır.

Epistemolojinin Tarihsel Kökleri

Platon ve Aristoteles 
  • Bir nesneye dair bilgi edindiğimizde bilginin asıl yöneldiği şey o tek nesneden ziyade genellenebilen unsurlardır. Bu fikrin anlaşılabilmesi için tikel ve tümel kavramların anlaşılması büyük önem taşır. 
  • Tikel deyimi bizim yaşamda kullanabileceğimiz sıradan, değişebilen ve sonlu olan nesneler için kullanılır. 
  • Tümel deyimi ise; tikellere kimlik kazandıran evrensellerdir.  
  • Bilginin nesnesinin ne olduğunu irdelerken tikeller değil TÜMELLER üzerinde yoğunlaşmışlardır. Tikel varlıkların barındırdığı tümelleri kavrayabilmemiz için duyularımızı değil AKLIMIZI kullanmamız gerekmektedir. 
Platon’a göre; 
  • Doksa gözlemler yoluyla ulaşılan, duyusal dünyanın, değişenlerin bilgisidir. 
  • Episteme akıl yoluyla ulaşılan tümellerin, değişmeyenlerin tanımsal bilgisidir. 
  • Bir insan deneyimsel bilgiye sahip olduğunda bildiği şey tam olarak nedir? Ben şu an kırmızı bir gül kokluyorum kırmızı gül’ün algısal bilgisine ulaşıyorum. Burda söz konusu olan tikel bir nesneldir. Ancak Platon ve Aristoteles’e göre benim bilmemi olanaklı kılan temel unsur o nesnede barındırılan kırmızı ve gül gibi tümellerdir. 
  • Dünyada karşımıza hep tikel nesneler çıkıyor olsa da onları tikellikleri içinde bilemeyiz. Tikelin kendine yönelik söyleyebilecek duran şey gibi bir ifade bize hiçbir ilginç bilgi vermez. Ancak o tikelin barındırdığı tümelleri belirtmeye başladığımızda bilgi ortaya çıkmaya başlar. 
  • Kısaca söylersek; Bilmek ancak genel kavramlar veya tümeller aracılığıyla olur. Bardak bardak olmasaydı varolan her bardağa özel bir isim koysaydık
Yeni Çağ Felsefesi ve Kavramlar
  • Deneyimcilere göre; bilginin kökeninde yalnızca duyulardan gelen veriler bulunur. 
  • Akılcılara göre; bilginin algı dışında da kaynakları bulunmaktadır. 
  • Özne ve nesne arasındaki bağın güvenilirliği üzerine kurulmuş temsil epistemolojisi, öznenin zihinsel yapısının nesneyi-dış dünyayı-doğru temsil edebilme gücünü merkeze alır. 
  • "İdea" deyimi Batı dillerinin bir kısmında günlük dilde halen yaygın olarak kullanılır ve genelde "fikir" anlamına gelir. "Bilişsel" deyimi “insan aklının çalışma mekanizmalarına, bilgilenme süreçlerine ve yapılarına ait olan” anlamına gelir ve özellikle psikoloji alanında yaygın olarak kullanılır. 
  • Descartes'e göre; zihnimizde bulunan ideaların pek çoğu deneyimsel olarak kazanılsa da bazı önemli ideaların veya bilişsel unsurların doğuştan geldiği şeklindedir. Örneğin Descartes Tanrı ideamızın deneyimden değil doğuştan geldiğini düşünmüştür.
Descartes / Şüpheci Yöntem / Töz
Rene Descartes(1596-1650): 
  • Şüpheci Yöntem, Bilginin Temellendirilmesi, Usculuk 
  • Bilginin kaynağı AKIL’dır.
  • Doğru bilgiye ulaşma yöntemi ŞÜPHE’dir. 
  • Maddenin ve insan zihninin varlığı birbirinden bağımsızdır. Bu metafizik (varlıkbilimsel) perspektifi sunarken Descartes Aristoteles’in kullandığı deyimlerden ve kavramlardan yararlanır. 
  • En önemlisi ‘töz’ dür.
"Töz" tanım gereği, varlığı için diğer bir şeye gereksinimi olmayandır. Örneğin Aristotelesçi örnek verirsek, her insan bir tözdür. Zihin ve maddeyi iki ayrı töz olarak alan Kartezyen (Descartesçi) felsefe kendine çözülmesi hiç de kolay olmayan bir sorun yaratmıştır. 

Algısal bilgi, Descartes’in anladığı anlamda, bilgi binamızın en güvenilir yapı taşı olamaz.

Kafamın içi her türlü yanlış bilgiyle doldurulabilir; ancak şüphelenme veya düşünme eylemini gerçekleştiren bir şeyin var olduğu kesindir. 

Cogito ergo sum (Düşünüyorum o halde varım.) Descartes’e göre, bir ideanın zihnime açık ve seçik bir şekilde verilmiş olması, bu ideanın herhangi bir araca gerek duymadan doğrudan doğruya verilmiş ve içeriğinin de başka şeylerle karışmamış olduğu anlamına gelir. Bu anlamda Tanrı ideası, hiçbir aracı ideaya gerek duymadan zihnimde canlandığı için açık ve bu ideanın içeriksel özellikleri diğer idealarla karışmadığı için de seçiktir.

İçselcilik ve Dışsalcılık: Gereçelendirme ve haklılandırmada sadece, öznenin söz gelimi içebakış ya da  düşünüm yoluyla kolaylıkla varabildiği şeyin bir rol oynayabileceğini ileri sürer. O, bir önermeye inanmada haklı olup olmadığımıza, sadece o önermeyi enine boyuna mütalaa etmekle, onan inanma gerekçelerimizin gücüyle karar verebileceğimizi savunur. Öznenin bir önermeye beslediği inancın haklılandırılması iki şekilde olur. Bu süreçte sadece bilen öznenin doğrudan idrak ettiği içsel faktörlerin etkili olduğunu ileri süren yaklaşıma içcelcilik, buna mukabili gerçeklendirme sürecinde önermenin kendisiyle ilgili, özneye dışsal faktörlerin belirleyici olduğunu savunan yaklaşıma dışsalcılık adı verilmektedir.

Doğruluk, varlığın ya da gerçekliğin değil de, bilgi yada önermenin bir özelliğidir. Doğru olan yalnızca kendisine inanılan önerme veya bilgidir. 

Descartes, bir düşünceyi onu başka bir düşünceyle karıştırmayacak şekilde bütün ayrımlarıyla tanımladığımız veya bir önermeyi başka bir önermeyle karıştırılamayacak şekilde belirlediğimiz zaman, onun açık oldukdan başka seçik  hale de geleceğini ifade eder.

Pragmatist Doğruluk: William James ve John Dewey tarafından geliştirilmiştir.  Doğruluğun; inanç ya da önermelerin eylem için iyi bir temel  ya da rehber olmaları özelliği üzerinde yoğunlaşmışlar ve bu özelliğin doğrunun özünü meydana getirdiğini savunmuşlardır.
John LOCKE ve David HUME / Deneyimci Görüş / Ampirizm
Deneyimci görüş veya ampirizm bilginin kaynağını açıklarken  akla değil de tecrübe veya deneyime başvurur. Bilginin mümkün tek kaynağının deneyim olduğunu, deneyimdne bağımsız bir bilginin söz konusu olamayacağını savunan ampirizm, insan zihninin doğuştan üzerinde kendi işaretlerini yazdığı boş bir levha (tabular asa) olduğunu öne sürer.

Ampirizm, John Locke, George Berkeley, David Hume, John Stuart Mill ve Russell gibi ünlü deneyimciler tarafından savunulur.

Deneyimciliğin ilk büyük temsilcisi: John LOCKE

Hegel kendi felsefesine model olarak fizikçinin ampirik analizini, tümevarımsal akıl yürütme tarzını aldı. Gerçek bilginin ölçütü olarakta  teori ya da fikirlerin gözlemlenebilir verilerle uyuşması ölçütünü benimsedi.

Sentezci Yaklaşım / Immanuel KANT / Aristoteles / Henri Bergson
  • Akıl ve deneyim ekseninde gelişen söz konusu bilgi tarzlarının yegane alternatifi, bilginin kaynağında sezginin olduğunu öne süren görüş olarak sezgiziliktir.
  • En önemli temsilcileri arasında Immanuel KANT / Aristoteles bulunur.
  • Sezgiciliğin ideal temsilcisi Fransız düşünürü Henri Bergson'dur.
  • Bergson; Kuru akılcılık ve bilimciliğe karşı çıkar. Bilimi reddetmez fakat kavramların dinamik olan gerçekliği statik hale getirdiğini ve çarpıttığını öne sürer. Bilimsel bilginin en önemli bilgi türü olarak görüşmesine karşı çıkar.
  • "Biricik" olan gerçeklikle ilgili hakikatlarin kavramsal yolla söze dökülemez, ifade edilemez doğrular olduğunu dile getirir.
Kuşkuculuk
Bilginin imkansız olduğunu, hiç bir şeyin bilinemeyeceğini, insan zihninin kesin hiçbir doğruya ulaşamayacağını öne süren görüştür. 

Bilginin analizinin ardından Epistemolojide "Nereye kadar bilebiliriz?" ve "Herhangi bir şeyle ilgili olarak gerçeklendirilmiş bir inanca sahip olabilirmiyiz?" soruları ortaya çıkar. Burada gündeme gelen problem bilginin imkanı veya kuşkuculuk problemidir.

Kuşkuculuk Türleri
  • Bilgi Septiği
  • İnanç Septiği
  • Radikal Kuşkuculuk
  • Lokal Kuşkuculuk
Kuşkucular kendileri gibi düşünmeyen filozoflara dogmatikler adını vermiştir.
Kuşkuculuğun karşısında duran yaklaşıma, yani bilginin mümkün olduğunu öne süren görüşe dogmatizm adı verilmiştir.

Descartes genel kuşkuculukda ziyade kısmi bir kuşkuculuk savunuculuğunu yapmıştır. Descartes'in kuşkuculuğu "metodolojik kuşkuculuk" olarak bilinir.

Kuşkuyu kesin bilgiye erişmek için bir araç olarak kullanan septik  Descartes'tir.

Sofistler
Milattan önce 5.Yüzyılda yaşamış gezgin felsefe öğretmenleri. Araların Protagoras, Gorgias ve Hippias gibi filozofların bulunduğu Sofistler, kuuşkuculuk ve görecelikleriyle tanınmışlardır.


Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü