14 Nisan 2015 Salı

Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması

FELSEFE Ders Notları 2
Güzel Sanatlar
Sanat ve Sanatın Sınıflandırılması


Güzel Sanatlar kavramı Batı'da Aydınlanma hareketiyle birlikte 18.yüzyılda "icat" edilmiş bir kavramdır. Sanat tarihinde ilk kez 18.yüzyılda sanat ile zanaat arasında bir ayrım yapılmış ve sanatın tanımı, türleri, sınıflandırılması bu ayrıma dayanılarak temellendirilmiştir.

Zanaat: Zanaat insanın maddi gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, becelik ve ustalık gerektiren iş olarak da tanımlanabilir. Bu tanım gereğince, beceri ve ustalık gerektiren iş olarakta tanımlanabilir. Zanaat durağandır. Gelişime açık değildir, klişedir, kolay kolay değişmez çünkü usta değişmez. Esas ilkesi renkler ve zevkler tartışılmazdır. Eleştiri yoktur. 

Sanatı tanımlamak ise kolay değildir...Özel anlamda sanat yada modern sanat kavramı Aydınlanma sonrası sanayileşen kapitalizmle ve çağdaş demokrasinin güncel biçimlerini kazanmaya başladığı bir dönemde elde edilen bireysel hak  ve özgürlüklerle ortaya çıkmış bir kavramdır.

20.yüzyıl sanatının önde gelen isimlerinden birisi olan İspanyol ressam ve heykeltraş Pablo Picasso'ya "Sanat Nedir?" diye sorulduğunda, şu yanıtı verir: "Benden sanatın ne olduğunu söylememi bekliyorsunuz, bunu bilseydim kendime saklardım!" Her ne kadar Picasso ne olduğunu bilmediğini açıkca itiraf etse de sanatın, gerçeği anlamamızı saplayan yalan olduğunu söyler. Picasso ile aynı kanıda olan bir başka kişide  "Hakikat yüzünden ölmemek için elimizde sanat var, sanatın özü belli türden bir yalandır." diyen ve yaşamı katlanabilir kılan tek şeyin sanat olduğunu söyleyen ünlü Alman düşünür Nietzsche'dir. Hem bir sanatçı hem de bir filozof olan Jean Paul Sartre'a göre de sanat eseri gerçekdışı bir şeydir çünkü sanatın alanındaki güzel (estetik) kışkırtılmış bir hayaldir.

Yansıtma Kuramı: Sanat tarihinin bilinen en eski ve köklü sanat kuramıdır. "Sanat Nedir?" sorusuna verilen ilk yanıt, sanatı bir yansıtma, benzetme yada taklit (mimesis) olarak görme eğilimdedir. Yansıtılan, benzetilen, taklit edilen şey ise doğadır, hayattır, insandır; kısacası adına gerçeklik dediğimiz her şeydir. Kuramın özü sanatın gerçekliği yansıttığıdır fakat her sanatçının, düşünürün gerçeklik kavramından anladığı şey farklı olduğu içindir ki tek bir yansıtma kuramından değil, tarihin farklı dönemlerinde geliştirilip, yorumlanarak günümüze gelen farklı yansıtma kuramlarından söz edilebilir.

Platon'a göre sanat ve sanatçı, kopyanın kopyasını sunmaktadır. Bu nedenle de değersiz olarak nitelendirilip dışlanmaktadır.

Platon'a göre bir idea olan ve ahlakla ilişkisi nedeniyle büyük önem taşıyan "güzel-güzellik"  konusu sanatın, sanatçının eline bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur ve  felsefenin, dolayısıyla filozofun ilgi alanı içinde kalması gereklidir. Platon'un sanata ve sanatçıya ilişkin bu kuşkucu, olumsuz yaklaşımının yüzyıllar boyunca etkili olduğu için önemli olduğu söylenebilir.

Aristoteles iiçin sanat hayatın olduğu gibi kopya edilmesidir.

Aristoteles'e göre sanat, ideaların bilgisini sunabilecek yeterliliktedir; sanattan elde ettiğimiz bilgi geneli  ya da özü yansıtan kalıcı, değerli bilgilidir. Olanı olduğu gibi anlatmak tarihin işidir, oysa sanat yalnızca olanı değil olabilecek olanı da anlattığı için daha değerlidir.

Sanatı yansıtma kuramının 19. ve 20. yüzyıllardaki karşılığı olan gerçekcilik (realizm), ardından  da Marksist estetik oldu. 19.yüzyılın ortalarında romantizme bir tepki olarak doğan gerçekcilik de sanatın yansıtma olduğu ilkesiyle hareket ediyordu. Gerçekci sanatın edebiyattaki en önemli isimlerinden birisi olan Stendhal'e göre roman, yol  boyuncu gezdirilen bir aynadır. Bu aynaya yansıyan ise ideal insanın ideal dünyası değil, tüm çıplaklığıyla, olumlu- olumsuz tüm yönleriyle içinde yaşadığımız gerçek hayattır. Resim sanatında gerçekciliğin öncüsü ressam Gustave Courbert'in  "Ben hiç melek resmi yapmadım çünkü hiç melek görmedim." sözü de gerçekciliğin sanata nasıl baktığını özetler niteliktedir.

Sanatın yansıtma olduğunu kabul eden Marksist estetik iki dönem ayrılır. 1934'e kadar olan birinci dönem ve toplumcu gerçekcilik kuramının kabul edildiği ikinci dönem.

Marksist estetiğe göre, sanat, bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumdaki egemen sınıfın ideolojisini yansıtan bir olgudur. Sanat belli bir tarihsel dönemdeki toplumsal sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojidir.

1960'lı yıllardan itibaren yaygınlık kazanmaya başlayan anlayışla birliktte Marksist estetik te yeniden yorumlanmıştır. Bu yorumlar içerisinde, özellikle Louis Althusser ideoloji sorununa yaklaşımı önemlidir. Althusser'e göre, toplumsal gerçeklik yalnızca ekonomiye indirgenerek açıklanamaz.

Ekonominin yanı sıra, ideolojik ve politik düzlem de belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi ve politik düzlemde belirleyicidir ve bunların her birinin görece bir özerkliği vardır. Althusser, ideolojiyi sıyut birtakım fikirler olarak görmez,  tam tersine ideolojiye, somut maddi bir nitelik yükler. Klise, okul, aile, siyasi parti gibi kurumları "ideolojik aygıtlar" olarak adlandıran Althusser, ideolojik söylemlerin bu kurumlarda üretldiğini ve medya aracılığıyla topluma sunularak, bir yanılsama ağı örüldüğünü düşünür.

Sanatı bir ayna olarak gören yansıtma kuramı için önemli olan dış dünyanın, akıp giden hayatın, insanın ve toplumun yansıtılması iken, sanatçının iç duyguları ve iç dünyası önemsenmez.

Romantizm: Her şeyi akılcılığa indirgeyen dünya görüşüne karşı başkaldırının sanat alanındaki karşılığı olarak görülebilir. Romantizm ile birlikte sanat gerçeği yansıtan bir ayna olmaktan çıkar ve sanatçının iç dünyasına, ruhuna açılan bir pencereye dönüşür. "Sanat Nedir?" sorusunun yeni karşılığı, sanatçının duyguları ile bu duyguların anlatımı ya da kısaca anlatımcılık (expressionism) dir.   

Anlatım olarak sanat iki başlık altında incelenebilir. Bunlardan ilki yaratma olarak anlatımcılık, ikincisi ise aktarım olarak anlatımcılıktır.

Amerikalı ressam Albert Ryder "Eğer sanatçının kendi fırtınasını içermiyorsa, biçim ve renk bakımından aslına sadık bir fırtına bulutunun resmini yapmanın ne yararı var?" diye sorar ve onun bu sorusu aynı zamanda sanatın bir yansıtma değil anlatım olduğunu ifade eder.

Yaratma olarak anlatımcılık: Anlatım adlandırma değildir, sanatın özünü yaratıcılıkta, yaratma eyleminde bulur. Duyguyu adlandırmak yalnızca genellemeye yol açan bir sınıflandırmadır. Anlatımda ise bireyselleştirme sözkonusudur. 

Aktarım olarak anlatımcılık: Sanat eserinin alımlayıcısı (okur, izleyici, dinleyici vb.) ile sanatçı arasında bir ilişki kurmaya çalışır çünkü sanatçının duygularını ifade etmesi sanatın ne olduğunu açıklamak için yeterli değildir. 

Biçimci Kuram: Sanat eserinin dış dünyadan da, sanatçıdan da, sanatın alımlayıcısından da bağımsız, kendi başına yeterli bir yapı, dizge yada düzen olduğunu savunan anlayıştır.

Günümüzde yapılan Sanat Sınıflandırması:
  • Pratik Sanatlar (endüstriyel)
  • Güzel Sanatlar 
Geleneksel Sınıflandırmadan farklı olarak Çağdaş Sanat Sınıflandırması:
  • Yüzey Sanatları
  • Hacim Sanatları
  • Dil Sanatları 
  • Ses Sanatları
  • Hareket Sanatları
  • Dramatik Sanatlar
Toplumcu Gerçekcilik: Rusya'da ortaya çıkan toplumcu gerçekcilik sanatın ne olduğundan çok ne olması gerektiğine yanıt vermeye çalışır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat bir yansıtmadır ve yansıtılan gerçeklik, toplumun gerçekliğidir, toplumsaldır. Toplumcu gerçekciliğe göre sanat yalnızca toplumdaki çürümeyi, yozlaşmayı, çöküşü değil aynı zamanda yeni bir toplumu ve kültürü yaratabilecek sınıfın doğuşunu  da yansıtmaktadır. Önemli olan şu anki gerçekliği bilmek değil, bunun nereye doğru gittiğini bilmektir.

Farabi

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi II
Farabi


Türkistanın Farab şehri yakınlarındaki Vesiç'te 871 tarihinde doğan Farabi gerek babasının Vesiç kalesi kumandanı olması sebebiyle, gerekse Samaniler Devletinin hakimiyetinde önemli bir eğitim ve kültür merkezi konumunda bulunan Farab'da ilk eğitimini almıştır. 

Kindi'nin çalışmalarıyla başlayan felsefi düşünceyi problemleri, yöntemi ve terminolojisi ile bir sistem haline getiren ünlü Türk Filozofu Farabi'dir.

Müzik alanında Musika'l Kebir eseri önemlidir. Kendisine antik felsefenin en büyük otoritesi kabul edilen "birinci muallim" adıyla bilinen Aristotales'e ilaveten "ikinci muallim" denmiştir. Latin Ortaçağında Alfarabius ve Abunaser adıyla anılır.

Farabi Mutluluğun Kazanılması (Tahsilus Saade) adlı eserinde yetişkin bir filozofun niteliklerini dile getiren şu ifadelerle adeta kendini anlatır: "Öğrenim sırasında karşılaştığı güçlüklere katlanmalı, üstün bir zeka ve kavrayış sahibi, doğruluğu ve doğruları, adaleti ve adil olanları seven onurlu bir şahsiyet olmalı; altın, gümüş ve benzeri şeylere değer vermemeli, yeme içme konusunda aç gözlü ve nefsani arzularına düşkün olmamalı, doğruya ulaşmak için azim ve iradesi güçlü bulunmalıdır."

Farabi'ye göre Gerçeğe Ulaşabilmek için:
  • Her şeyden önce haz ve şehvet duygusunu yenerek ahlakını düzeltmek,
  • Sağlam bir iradeye sahip olabilmek için zihni melekelerini güçlendirmek ve geliştirmek,
  • Hırs derecesinde bir istekle sürekli çalışmak,
  • Başlıca meşkuliyet alanının ilim olması gerekir.
Zorunlu Varlık: Var olması ve varlığını devam ettirmesi için hiç bir sebebe muhtaç olmayandır.

Tanrı'dan başka bütün varlıklar zorunsuz varlıklar kategorisine girmektedir.

Ruhunu ve ahlakını arındırma kaygısını taşımayan sadece teorik yetkinliği önemseyenleri "sahte filozof" olarak nitelendiren Farabi'ye göre felsefe yapan kimsenin nihai amacı kendi ahlakını düzeltmek ve hatta bununlada yetinmeyip çevresi ve toplumunda ahlaken iyileşmesine katkıda bulunmak olmalıdır.

Farabi 43'ü günümüze ulaşan 100'e yakın eser bırakmıştır.

Farabiye göre varlık insan aklının ulaşabildiği en genel kavram olup tanımlanamaz. Çünkü tanım, cins ile fasıldan oluşur. Oysa varlığı kuşatan onun cinsi konumunda bulunan daha külli bir kavram bulunmamaktadır. Farabi varlığı en yetkin olandan yetkinliğin en alt düzeyinde bulunana doğru inen bir sıradüzeni içerisinde yorumlar. 

Buna göre en üstte en mükemmel olan "ilk sebep" Tanrı en altta ise "ilk madde" Heyula bulunmaktadır.

İlk sebebten sonra filozofun "ikinciler" (es sevani) ve "maddeden ayrık akıllar" (el ukulul mufarıka) adını verdiği ayrıca ruhaniler ve melekler mertebesinde gördüğü akıllar gelir ki sayıları dokuz gök küresinin sayısına denk düşer. Varlıklarını Tanrı'dan alan bu dokuz akıl hem gökkürelerinin hem de üçüncü varlık mertebesini oluşturan "faal akıl"ın varlık sebebi olmaktadır. Dördüncü varlık düzeyinde "nefis" bulunmakta olup gök cisimlerinde dairevi hareketi insani hayvan ve bitkilerde ise her türlü biyolojik, fizyolojik ve psikolojik aktiviteyi ifade eder. Beşinci düzeyde yer alan "suret" (form) ile altıncı düzeyde yer alan "madde" yalın basit birer varlık olmakla birlikte yetkinlikten uzak olup birbirlerinden ayrı olarak bulunamazlar. 

Aktif şekil verici olan suret ile pasif ve verilen şekli kabul edici konumdaki maddenin birleşmesiyle ay-altı alemde öncelikle herbiri ikişer nitelik taşıyan toprak, su, hava, ateşten ibaret dört unsur (element) oluşur. Dört unsurdan ikisinin karışımı sonucunda ise ilk somut madde yani cisim meydana gelir. Buna da ilk aşamadan cansız varlıkların oluşumu takip eder. Ay-altı alemi oluşturan cisimlerin ana maddesi dört unsur iken ay-üstü alemi oluşturan gök cisimlerinin ana maddesi havadan  da hafif olan "esir" dir.

Farabi İlimlerin Sayımı (ihsanul ilim) adlı eserinde kendi dönemindeki ilimleri sınıflandırmıştır.

Farabi mantığı "kavramlar" (tasavvurat) ve "hükümler/önermeler" (tasdikat) olmak üzere iki kısma ayırır. Birinci kısım terimler ile tarifi meydana getiren temel unsurları, ikinci kısım ise önermeler, kıyas ve ispat şekillerini konu alır.

Farabi genel anlamda "mantık" özel olarak da "kıyas" la ilişkileri bakımından ilimleri kıyasa dayalı olanlar" ve "kıyasa dayalı olmayanlar" şeklinde ikiye ayırmıştır.

Kıyasa Dayalı Olmayanlar: Tıp, tarım, marangozluk ve inşaatcılık gibi teorik bilgi üretmekten çok uygulamaya yönelik olan ilim ve sanatlardır.

Kıyasa Dayalı Olanlar: Farabi'nin beş sanat adı altında değerlendirdiği Felsefe, Cedel, Safsata, Hitabet ve Şiir Sanatıdır.

Bu bağlamda kıyasın bir başkasına hitap etmede ve varlıkların birbirleriyle olan ilişkilerine dair sonuçlar çıkarmada kendini gösteren iki ayrı işlevinden söz eden Farabi'ye göre beş sanatın felsefe dışında kalan dördü kıyası sadece başkasına hitap etmede kullanırken, buna karşılık felsefe onun her iki işlevinden de yararlanır.
Farabi'nin Bilgi Teorisi : Farabi Aristocu çizgiye yakın durarak bilginin kaynağında duyular olduğunu savunur. Bu yüzden Platon'un "doğuştan bilgi"’ teorisini reddeder. 

Farabi her aşamadaki bilgiyi akıl olarak adlandırır.

Nazari Aklın Duyularını üç aşamada açıklar:
  • Güç halindeki Akıl (el-akl bil kuvve)
  • Fiil halindeki Akıl (Bilfiil akıl)
  • Kazanılmış Akıl (Müstefad Akıl)
Farabi'nin ortaya koyduğu bir diğer sınıflandırmada "erdemli devlet" (el medinetül fazıla) "erdemsiz devlet" yahut "cahil ve sapkın devletler" (el müdünül cahile ved dalle) ayırımıdır. Filozofa göre erdemli devletin bir tek şekli bulunurken erdemsiz devletler "cahil devlet", "sapkın devlet", "fasık devlet", "değişebilen devlet" olmak üzere dörde ayrılır.

Farabiye göre Erdemli Devletin Başkanında bulunması gereken on iki temel Nitelik:
  1. Keskin zeka ve anlayış,
  2. Güçlü  Hafıza,
  3. Eksiksiz ve sağlıklı bir fiziki yapı,
  4. Doğru anlama ve değerlendirme yeteneği,
  5. Düşüncelerini açık ve anlaşılır ifade edebilme yeteneği,
  6. Öğrenme ve öğretmeyi sevme, Bu uğurda her zorluğa göğüs germe,
  7. Yeme-İçme, Oyun-Eğlence, Mal-Mülk ve Cinsellik gibi geçici ve kaba hazlara düşkün olmama,
  8. Doğruluk ve dürüstlüğü sevip yalandan ve yalancıdan nefret etme,
  9. Haksızlık ve zulümden nefret eden ve adaleti gerçekleştirme tutkusuyla davaranan kişilik,
  10. İnsanlık onuruna düşkün olmak,
  11. Yapılması gerekeni uygulamada azim, kararlılık ve cesaret,
  12. Gönül zenginliği ve tok gözlülük. 
Bu niteliklerin bir tek insanda toplanmasının zor olduğunun farkında olan Farabi devlet başkanında hiç değilse şu altı özelliğin bulunması gerektiği görüşündedir.
  1. Bilge Olmalı, 
  2. Öncekilerin koyduğu Kanunları ve Töreyi Bilmeli, 
  3. Öncekilerin gündemine girmemiş yeni durumlara ilişkin olarak gelenekten kopmadan hüküm çıkaracak yetenek ve birikime sahip olmalı, 
  4. Öncekiler tarafından hakkında kanun konulmamış yeni meselelerin çözümüne yönelik hüküm koyacak donanıma sahip bulunmalı, 
  5. Toplumda düzeni sağlayacak biçimde kanunları insanlara anlatıp kabul ettirecek bir önderlik ve ikna gücü olmalı, 
  6. Savaşı yönetecek ve yürütecek şekilde sağlık bir fiziki yapıda olmalı
Bu üstün niteliklerin hepsini taşıyan bir kişinin bulunamaması halinde devlet, biri mutlaka bilge diğeride öteki nitelikleri taşıyan iki kişi tarafından yönetilmelidir.

Farabi'nin insan topluluklarının bir arada yaşama ve adına devlet dedikleri en üst düzeyde örgütlenme fikrine nasıl ulaşmış olabilecekleri sorusuna ilişkin düşünceleri şu teoriler bağlamında düşünülebilir:
  • Ontolojik Teori
  • Biyo-organik Teori
  • Fıtrat Teorisi
  • Adalet Teorisi
Farabi'nin Tanrı-Alem ilişkisini yorumlamak üzere temellendirdiği sudur teorisinin diğer adı : Kozmik Akıllar Teorisi'dir.

Farabi Faal Aklı Cebrail ile özdeş saymaktadır.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Ebu Bekir Razi

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi II
Ebu Bekir Razi


İslam Düşünce Tarihinde Tabiatçı/Natüralist felsefenin en önemli temsilcisi Ebu Bekir RAzi Tahran/Rey Şehrinde doğmuştur.  Edebiyat ve musiki ile ilgilenmiş geçimini kuyumculuk yaparak sağlamıştır. Aynı zamanda da hekim olan Razi tıp tarihinin önemli simaları olan Hipokrat ve Galen'den sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılar Razi'ye "Arapların Galeni" unvanını kazandırmıştır. 925 yılında Parkinson hastalığına yakalanan ve gözlerine katarakt inen Razi 925 yılında Rey şehrinde vefat etmiştir.

Razi ilme ve bilgiye olan tutkusunu Filozofça Yaşama (es-siretül-felsefiyye) adını verdiği otobiyografisinde "Beni tanıyanlar bilir ki, ilme karşı olan sevgim, tutkum ve bu uğurdaki çalışmalarım gençliğimden bugüne kadar aralıksız devam etmektedir. Hatta okumadığım bir kitap karşılaşmadığım bir ilim adamı olursa-büyük bir zarara uğramam söz konusu olsa dahi- her şeyi bir kenara bırakıp o kitabı okumadan ve o alimi tanımadan edemem.Bu alandaki sabırlı çalışmalarım neticesinde bir yıl zarfında "teaviz hattıyla" (müsvedde olarak) yirmibin varaktan fazla yazı yazdım."

Eğitim için seyahatlere çıkmış olan Razi çeşitli ilim ve kültür merkezlerinde edindiği Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbına dair zengin tıp bilgisi dolayısıyla Rey'e dönüşünde hastane başhekimliğine getirildi. Otuzlu yaşlarında halife Muktefi Billah'ın daveti üzerine Bağdat'ta çok sayıda hekimin katıldığı başhekimlik sınavını birincilikle kazandı.  

Yaşadığı dönemin felsefi ve ilmi hoşgörü ortamında tabiatçı-deist felsefenin en önemli temsilcisi olmuştur. Razi bireysel ve toplumsal yahut psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını gidererek ahlaklı ve mutlu bir hayatı gerçekleştirmesinde Allah'ın insana verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun yeterli olduğu tezini hararetle savunmuştur. 

Harranlı Sabii ve Antik Yunan düşünürlerinden faydalanarak ortaya koyduğu iddialarına karşı Razi, ısrarla kendisine ait olduğunu savunduğu beş ezeli ilke (el-kudemaul-hamse) sisteminin temel unsurları (Yaratıcı -el Bari, Nefis - Külli Nefis, Heyula - Şekilsiz İlk Madde, Hala - Boşluk, Mutlak Mekan ve Dehr - Mutlak Zaman olarak belirlemiştir. Bunların herbirini ezeli saymakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı gözeten filozofa göre yaratıcı ile nefis aktif, heyula pasif, hala ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir.

Razi alemin yaratılışını nefsin maddeye olan tutkusuna bağlamakla, Dünyadaki kötülüğün Tanrı'dan değil, nefsin madde ile kurduğu ilişkiden kaynaklandığını söylemiştir.
Razi maddenin dinamik olduğu tezini savunmuştur.

Razi aklın önündeki engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat çeker.

Ahlak anlayışını temellendirirken daha çok "filozofların üstadı ve en büyüğü" olarak gördüğü Platon'un kendisinde "velinimetim" diye söz ettiği Calinus'tan yararlanmıştır.

Razi için ahlaki erdemlerle donanmanın esas yolu, akıl ve iradenin yerli yerinde kullanılması yani bilgiyle aydınlanmak ve adaleti ilke edinmekten geçer.

Razi'ye göre ruh sağlığını sağlamanın yolu ahlak ilkelerine bağlılıktır.

Razi Platon'un insanda üç nefis bulunduğu şeklindeki görüşü benimser. Bunlar Düşünen Nefis, Hayvani Nefis ve Nebati Nefis olup ilkine ilahi, ikincisine gazabi, üçüncüsünede şehevi nefis adıda verilir. Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan nebati şehevi nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki hayvani nefis , düşünen nefse yani akla hizmet etmek ve destek için vardır. Özellikle hayvani nefsin şehevi arzu ve tutkuları kontrol altına alması hususunda akla yardımcı olma işlevi ahlak açısından büyük önem taşır. Diğer yandan düşünen nefsin bedenden bağımsız ve ölümsüz olmasına karşılık, nebati ve hayvani nefis beden gibi ölümlüdür.

Razi aşk, kendini beğenme, çekememezlik, öfke, yalan, cimrilik, açgözlülük, sefahet, içki ve cinselliğe  düşkünlük, mal ve makam hırsı gibi bayağı duyguların yanı sıra üzün ve ölüm korkusunuda insanı karamsarlığa iten  mutlu olmasını engelleyen etkenler olarak değerlendirir.

Kitabut Tecarib Razi'nin önemli eserlerindendir.

Razi'nin şahsına kitap yazdığı Rey Valisi Mansur b. İshak'dır.

Razinin ahlak anlayışında olumlu anlamda belirleyici kavramlar: Akıl, Bilgi, Adalet

El-Kindi

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi II
El-Kindi


İlk islam filozofu ünvanı alan Sabbah El-Kindi'dir. Irak / Kufe şehrinde doğmuştur. Kelam hareketinin Mutezile elinde bağımsız bir ilim olarak şekillendiği dönemde yaşamıştır. Simyanın bir aldatmaca olduğunu ortaya koymuştur. Işığın yayılma ve yansımasıyla yanan/yakan aynaların yapımına dair eserleriyle de optik alanın öncü olmuştur.  Abbasi halifelerinden yakın ilgi ve destek görmüştür. Sarayda Astronom ve Astrolog olarak müneccimlik görevinde bulunmuştur. Eserlerini aralarında yakın bir dostluk ilişkisi bulunan halife Mutasım'ın oğlu Ahmed'e ithaf etmiştir.  277 civarında eser kalem almıştır. Bu eserler Tıp, Matematik, Astronomi, Metafizik, Siyaset, Psikoloji, Diyalektik, Astroloji ve kehanet vb. dallardadır. 

Halife Memun'un 215/830 da kurduğu Beytül Hikmedeki Bilgin Kaşif ve Mütercimler kadrosu içinde yer almayı da başarmıştır.

Meşşai felsefesinin ilk temsilcisidir.

McCarthy'nin tesbitlerine göre Kindi'nin eserlerinden 17'si Latinceye, 4'ü İbraniceye, modern dönemde ise 5'i Almancaya, 4'ü İtalyancaya, ikişer tanesi de İngilizce ve Fransızcaya tercüme edilmiş; böylece Kindi hem Orta Çağ hem de modern dönem Avrupasında tanınmış ve etkili olmuştur.

Kindi felsefeyi "insan sanatlarının en üstünü ve en değerlisi" olarak görür. Bu disiplini eski Yunan'ın iki büyük filozofu Platon ve Aristoteles'in Arapçaya tercüme edilen eserleri ile Platinus'un Enneadlar adlı kitabını IV-VI. bölümlerinin Esulucya adıyla Arapçaya yapılan çevirisi üzerinden tanımış kendiside aynı konuda İlk Felsefe Üzerine (Kitap fil-felsefetil-ula) adıyla bir eser kaleme almıştır. Kindi Aristoteles'ten etkilenerek "Varlık Metafiziği" ve Platinus'tan esinlenerekte "Birlik Metafiziği" yaptığı söylenebilir.

Kindi felsefe disiplinlerini sınıflandırırken varlık alanlarını dikkate alır.Bilgiye konu olan varlıklar aşağı, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrılır. İnsanında içinde bulunduğu doğal varlıkları konu alan fizik aşağıda, matematik ortada, metafizik ise yüksekte bulunmaktadır. 

Kozmi varlığıda değişen ve değişmeyen şeklinde iki kısma ayıran Kindi'ye göre, fizik  (tabiiyyat) değişen, metafizik (mabadet-tabiiyyat) ise değişmeyen varlıkları araştırır.

"Niçin" sorunusun varlığın gaye sebebini araştırdığını belirten Kindi'ye göre, varlığın gaye sebebide  sebebler sebebi, gerçek ve mutlak sebeb dediği Allah'tır.

Hakikat: Bir şeyin dış dünyadaki nesnel gerçekliği
Mahiyet: Zihindeki tümel kavramı
Hüviyyet: Nesnel gerçekliklerin bellli niteliklerle birbirinden ayrılması

Kindi hakikat ile hüviyyeti birlikte ifade edecek şekilde "inniyyet" terimini kullanmıştır. Buna göre filozof duyularla algılanan nesnelere ve şahıslara ait tikel gerçeklikleri "inniyyet", varlığın akılla idrak edilen cins ve türlerine ilişkin tümel gerçeklikleri de "mahiyet" terimiyle ifade etmiş olmaktadır. 

Ona göre mahiyeti olan her şeyin gerçekliği (inniyyet) vardır.

Platon'un değişim ve dönüşümden uzak gerçeklik olarak gördüğü "idea"ya karşı Aristoteles'in "cevher" kavramını ortaya koymuştur. Kindi'nin "her gerçekliğin altında yatan gerçeklik" (tinetü küllit-tine) olarak adlandırdığı cevher, "kendi kendine yeterli olan, arazlarıtaşıdığı halde kendisi değişmeyen, niteleyen değil nitelenendir". Bir başka deyişle "Cevher, kendi kendine var olan, var olmak için başkasına muhtaç olmayan, değişiklikleri taşıdığı halde özü itibariyle değişmeyen ve bütün kategorilerle nitelenendir."


Kindi'ye göre varlık ve oluşun ilkesi durumundaki heyula(ilk madde) ile suret(form) aynı zamanda güç ve fiilide ifade eder. Salt güç ve imkan halini temsil eden ilk madde çeşitli formları kabul edecek kıvamda olduğu için edilgin/pasif ilke, her çeşit niteliği kabul edip kendisi nitelik olmadığı için  de bir cevherdir.

Evreni bir organizma gibi canlı ve akıllı olduğu fikrini benimseyen Kindi bu anlayışını "bütünüyle kozmik varlığı tam teşekküllü bir canlı gibi tasarlayabilirsin; çünkü o, arasında boşluk bulunmayan tek cisimdir." ifadesiyle dile getirir.

Tarifler Üzerine adlı risalesinde çeşitli felsefe tanımlarına yer vermekle beraber, İlk Felsefe Üzerine  adlı eserinde "felsefe insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir." şeklindeki tanımı öne çıkarır. Ona göre filozofun amacı hakikati bilmek ve ona göre davranmaktır.

Kindi Nefsin üç ayrı tanımını yapmıştır: 
  • Canlılık yeteneği bulunan ve organı olan doğal bir cismin tamamlanmış hali
  • Güç halinde canlı olan doğal bir cismin ilk yetkinliği
  • Kendiliğinden hareket eden akli (manevi) bir cevher olup bir çok güce sahiptir. 
Bu tanımlardan ilk ikisi Aristoteles'in ruh anlayışını yansıtırken üçüncüsü Pisagor ve Platon'dan bu yana spiritüalistlerin benimsediği bir görüşü ifade etmektedir.

Kindir bilgiyi ifade etmek için El ilm ve El marif tarimlerini kullanmıştır.

Kindi de bilgi teorisini klasik konuları olan bilginin kaynağı , bilginin değeri gibi meselelerle uğraşmış, duyu algıları , akıl , sezgi ve vahiy gibi meselelerin bilgi teorisi ile ilişkisi bağlamında ele almaya çalışmıştır. 

Kindi ilimleri çeşitli açılardan farklı şekillerde sınıflandırmıştır. Kindi ilimleri öncelikle dini ve insani olmak üzer ikiye ayırır:

İnsani İlimler: Felsefenin çatısı altında toplanmış olup biri doğrudan ilim, diğeri başka ilimler için bir alet ve bir başlangıç sayılmak üzere başlıca ikiye ayrılır. Doğrudan İlim olanlar da teorik ve pratik diye ikiye ayrılır. Teorik sayılanlarda altta fizik, ortada psikoloji, üstte metafizik bulunmaktadır. Psikoloji bir yönüyle fizyolojiye bağlı, bir yönüyle de metafiziğe açık olduğundan fizikten metafiziğe geçişe bir aracı ve bir eşik durumundadır. 

Kindi'ye göre Allah nefsi, latif olmayan madde ile latif olan metafizik arasında bir mertebeye koymuştur. Böylece fizikten metafizik bilgiye geçmek mümkün olmaktadır.
Pratik İlimler:  Ahlak ve Siyasetten oluşur. Başka ilimlere giriş için kullanılan araç ilimleri de mantık ve matematik olmak üzere 2 ye ayrılır. Kindi'ye göre aritmetik, geometri, astronomi ve musikiden oluşan matematik ilimleri bilmeyen bir kimse felsefeyi öğrenemez.

Kindi'ye göre Akıl: Varlığın hakikatini kavrayan basit (yalın) cevher.

Kindi, duyu ve akıl dışında sezginin de bir bilgi kaynağı olduğunu savunur. Ona göre arınıp saflaşan nefis (ruh-zihin) doğrudan bilgi edinme imkanına kavuşur ki varlığa ait tüm bilgi formları onda belirmeye başlar. Filozof, nefsin arınmışlık ve saflığı ile doğrudan ve daha net bilgi edinmesi arasında bir doğru orantının bulunduğundan söz ediyorsa  da onun işaret ettiği arınmada, mistik sezgiden farklı olarak arınan nefsin bilgiyle aydınlanması boyutu vardır. Dolayısıyla bir rasyonel sezgiden söz ettiği anlaşılan filozofa göre ruhu ve zihni arınmış olan kişilerin gördüğü rüyalar genellikle doğru çıkar.

Vahyin insan için mümkün, gerekli ve güvenilir bir bilgi kaynağı olduğu fikrini savunarak epistemolojik zeminde temellendiren ilk filozof Kindi'dir.

Varlık Hakkında araştırma ve bilgi edinmek için cevaplanması gereken sorular:
  • Varmı/dır?, 
  • Ne/dir?, 
  • Hangisi/dir?, 
  • Niçin/dir?

İslam Dünyasında Felsefenin Ortaya Çıkışı

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi II
İslam Dünyasında Felsefenin Ortaya Çıkışı


İslam dünyasında ilk özgün ve olgun ürünlerini VIII-XIII. yüzyıllar arasında veren özel anlamıyla "felsefe" çalışmaları başlamadan önce, özünde İslam dininin inanç, ahlak ve hukuk ilkeleri temelinde ilmi ve fikri tartışmaların yapılageldiği bilinmektedir. Fert ve toplum hayatını ilgilendiren gerek dinî ve ahlaki, gerekse hukuki, sosyal ve siyasi her türden problemin doğrudan Hz. Peygamber tarafından çözüme kavuşturulduğu mutluluk çağındaki inanç ve fikir birliği, onun irtihaliyle birlikte, yerini başta hilafet meselesi olmak üzere büyük günah, kader ve irade hürriyeti vb. birçok probleme bırakmıştı. Ayrıca büyük bir hız ve başarıyla gerçekleşen fetihlerle daha ikinci halife Hz. Ömer döneminde İslam'ın Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı da içine alan geniş bir coğrafyaya yayılması, Müslümanların çok farklı inanç ve kültür çevreleriyle tanışmalarını sağlamış, bu da bazı önemli gelişmeleri beraberinde getirmişti.

İlk Ciddi Tartışma: İlk Ciddi Tartışma ve Görüş ayrılığı siyasi olup Hz. Peygamberin vefatı üzerinde yerine kimin halife olacağı konusudur. 

Kelam: İslam dininin inaç ilkelerini sistemli ve rasyonel bir şekilde  temellendirme, yabancı kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan ve toplum hayatında olumsuzluklara  yol açma tehlikesi barındıran bidatları etkisiz kılma, İslam'a yöneltilen eleştirileri cevaplandırma işlevini üstlenen bir düşünce hareketidir.

Kelamcıların Asıl Amacı: İslam inançlarını akli temellere dayandırmak ve açıklamalara kavuşturmak.

Kelamcıların Güvenilir Bilgi Kaynakları: Sağlıklı çalışan duyular, yöntemlice işletilen akıl ve nesnesiyle örtüşen/uyumlu doğru haber. Aklın bilgi kaynağı oluşunu açıklarlarken apriori bilgiyi "bedihiyyat/apaçık", "evveliyyat/önsel" ve "zaruriyyat/zorunlu" terimleriyle ifade eden kelamcılar, "nazar" adını verdikleri akıl yürütmenin "talil/tümdengelim" ve "istikra/tümevarım" olmak üzere iki şeklinden sözederler. Kelamcıların üçüncü güvenilir bilgi kaynağı olarak gördükleri "sadık/doğru" haber'in de "mütevatir haber" ve "ilahi vahiy" olmak üzere iki türü vardır.

Kelamcıların tartıştıkları önemli konulardan birisi olan "büyük günah" veya "iman-amel ilişkisi" konusuna yaklaşımlarıyla Hariciler ve Mürcie  iki aşırı uçta yer alırken, Mutezile ve Ehl-i Sünnet  probleme daha ılımlı ve dengeli bir  şekilde yaklaşmışlardır.

Haricilere göre İman ve Amel: İmanın bir parçası olup büyük günah işleyen kimse imanını yitirmiş ve dinden çıkmış demektir.

Mürcie göre İman ve Amel: İman ile Amel ayrı şeylerdir. Kişi mümin olduğunu söylediği sürece işlediği büyük günahlara bakarak onun dinden çıktığı söylenemez.

Kader ve İrade özgürlüğü meselesinde problemi insanın sorumluluğu bağlamında irdeleyen Kaderiyye yaptığı fiiller konusunda insanın irade ve güç sahibi olduğu ve kendi fiilini kendisinin yarattığını dolayısıyla onu sunurlayıp yönlendirecek bir "kader" den söz edilemeyeceğini savunur.

Cebriyye ise Allah'ın mutlak ilim, irade ve yaratıcı kudretiyle çizdiği kader planı karşısında insanın hiçbir irade ve gücünün olmadığını ileri sürmüştür.

Kaderiyye ve Cebriyye arasında yer alan Mutezile insanın kendi fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti Allah'ın ona verdiğini ancak onun bu irade ve gücü hangi şekilde kullanacağını da ezeli bilgisiyle kuşattığını söylemiştir.

Ehl-i Sünnet'in iki büyük okulundan biri olan Eşariyye, insanın bütün fiillerinin Allah tarafından bilindiği takdir edilip yaratıldığı görüşündedir. Fakat Eşariyyeye göre insanın yaptıklarından sorumlu olmasını sağlayan bir "cüz-i irade"si bulunmaktadır.

Zühd ve Ahlak Hareketi: Ebu Zerril Gıfari ve ikinci nesilden Hasan el-Basri tarafından temsil edilen ve giderek nazari/teorik bir boyut kazanan bir harekettir. Bu ahlak hareketi VII.yüzyılın ortalarından itibaren tasavvuf adıyla anılmaya mensuplarınada sufi ve mutasavvıf denilmeye başlandı.

Tasavvuf: Ekonomik zenginleşmeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Pek çok tanımı olan tasavvuf riyazet/maddi ilgilerin azaltılması ve tefekkür/Allah'ı anıp düşünmek suretiyle nefis tasfiyesini/iç arınmayı gerçekleştirip yüksek ahlak sahibi olmayı keşif ve ilham yoluyla hakikatin bilgisine ermeyi amaçlayan bir harekettir.

Kelam ve Tasavvufun ortaya çıkışıyla paralellik gösteren bir diğer harakette "Tercüme Hareketi"nin başlamasıdır. Artan eserlerin sığmaması nedeniyle Hizanetül Hikme halife Memun döneminde genişletilerek Beytülhikme (Felsefe Evi) adıyla anılan bağımsız bir kuruma dönüştürülmüştür. 

Dehriyye: Alemin ezeli olduğunu, bir yaratıcısının bulunmadığını ileri süren dehriyye adını "başlangıcı ve sonu olmayan zaman" anlamındaki "dehr" kelimesinden alan materyalist ve ateist bir felsefe ekolüdür. Dehri felsefesinin en önemli temsilcisi İbnül Ravendi'dir.

Tabiiyye (Tabiatçı Felsefe): Deist bir yaklaşımı esas alan tabiatçı ekol, yaratıcı kudret olarak Tanrı'nın varlığını kabul ettiği halde peygamberlik ve din kurumunu reddeder. En önemli temsilcileri:  İslam bilim ve düşünce tarihinde kimyanın kurucusu olarak adılan  Cabir bin Hayyan ve Hekim ve Kimyacı olan Ebu Bekir Razi'dir.

Ebu Bekir Razi Alemin varoluşunu "beş ezeli ilke" (el kudemaül-hamse) adını verdiği Yaratıcı (Tanrı), Nefis (Ruh), Heyula (Madde), Hala (Mekan) ve Dehr (Zaman) kavramlarıyla açıklayan Razi akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, faydalı-zararlı ayırımını yapabilecek donanımda ve eşit konumda yaratılan insanların bir peygamber rehberliğine ihtiyaç duymayacağını ileri sürerek din kurumunu gereksiz ve anlamsız bulmakta ayrıca birçok çatışma ve savaşın nedeni olarakta dini göstermektedir.

Meşşaiyye: İslam düşünce tarihinin en geniş kadroya ve en yaygın etkiye sahip olan felsefe ekolü Aristocu geleneği sürdürmüştür. Kindi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi çok tanınan filozofların temsil ettiği bu ekol, Aristo'nun Arapçaya çevrilen kitaplarının yanısıra onun Yeni Eflatuncu yorumcuları tarafından yazılan şerhlerinden ve Aristo'ya maledilen sahte eserlerden de önemli ölçüde yararlanmıştır. Eflatun'un Arapçaya çevrilen yedi eserinide kullanan Meşşai Filozoflar daima Eflatun ile Aristo felsefelerini uzlaştırma çabası içerisinde olmuşlardır. Bunun tek istisnası en büyük Aristo yorumcusu İbn Rüşd'dür.

Hepsi de akılcı/rasyonalist olan meşşai filozofları vahiy, peygamberlik ve din olgusunu tanıdıklarından felsefe ile dinin uzlaştırılabileceğini savunmuşlardır.

İhvan-ı Safa: İhvan-ı Safa (Temizlik Kardeşleri) Basra merkezli gizli, gizemli bir ansikolopedist felsefe cemiyetidir. 51 risaleden oluşan bir eser yazmışlardır; Bu eser "Resail" veya "Resailu İhvani's-Safa" olarak bilinir. Amaçları bilinmemektedir. Batıni-İsmaili eğilimler taşımışlardır. Cehalet, batıl inanç ve sapkın fikirlerle kirletildiğini düşündükleri dinin ancak felsefe ile temizlenebileceğini savunan İhvan-ı Safa, insanlığın kurtuluş huzur ve mutluluğunu felsefeleşmiş din ile sağlanabileceğini ileri sürer.

İşrakiyye: XII.yüzyılın sonlarına doğru Şehabettin Sühreverdi tarafından kurulan ekol mantıki kanıtlama ve akıl yürütmenin gerçek bilgiye ulaştıramayacağı hakikatin ancak mistik tecrübe yöntemiyle bilineceğini ileri sürmüştür. Aristocu meşşailere karşı Eflatuncu bir sistem geliştiren Sühreverdi, İbn Sina ve İbn Tufeyl'in eserlerin yararlanmıştır. Ayrıca hermetik ve gnostik geleneklerden de beslenmiştir. Hikmet-ül İşrak adlı eserinde uzun süre uğraştığı bilgi sorununu ancak rüyasında Aristo'nun "çözüme nesneler dünyasında değil kendi öznel dünyasında araması ve özüne dönmesi gerektiğini" ne dair tavsiyesi sayesinde çözdüğünü anlatır. Sühreverdi felsefe ile tasavvufu kaynaştırıp özdeş hale getirmeyi amaçlıyordu.

İbnül Arabi'nin büyük yankılar uyandıran Sistemi: Vahdet-i Vucud ve Tecelli Nazariyesi

Gazzaliden önce kelamcılara Mütekaddimin denirdi.

İlk İslam Filozofu El-Kindi'dir.

Kelamın bir düşünce akımı olarak ortaya çıkması Halife Harun Reşit dönemindedir.

İslam felsefesi tarihinde saf Aristocu olarak bilinen filozof İbn Rüşd'dür.

İslam dünyasında toplumun ihtiyaçları doğrultusunda yapılan ilk tercümeler Tıp alanındadır.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü