12 Ekim 2014 Pazar

ETİK Nedir?

FELSEFE Ders Notları 3
ETİK
Etik Nedir?

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm isimleriyle bilinen Viyana Çevresi'nin başlıca temsilcileri Moritz Schick, Rudolf Carnap, Hans Reichenbach ve Otto Neurath'dır.

Etik sözcüğü eski Yunanca "ethas" sözcüğünden gelir. "ethas" karakter ve huy anlamına gelen etik "kişiye bağlı, kişiyle ilgili bir durumu, ona özgü olan bir tarafı" ifade etmektedir.

Herakleitos'a göre "Huy insan için daimondur", Herakleitos, "Bir insanın ethos'u onun daimon'udur." demiştir.

Stoacılara göre davranışların kaynağı ethos'dur.

Moralis sözcüğünü ilk kullanan Cicero'dur.

Etiğin temellerini atan filozof olarak Sokrates kabul edilmektedir. Sokrates'e göre "Sorgulanmamış bir yaşam yaşamaya değmez".

Demokritos "doğru yaşamın koşulları"  üzerine düşünmüştür. Buna göre doğru yaşamdan anlaşılan şey dinginlik, esenlik ve huzur içinde bir yaşamdır.

Demokritos'a göre mutluluğu ifade eden ana kavramlar şunlardır:
  • Euthymia: İç dünyamızın iyi durumda olması
  • Ataraksia: İç dünyamızın sarsılmaz halde olması
  • Eudaimonia: İç dünyamızın iyi durumda ve sarsılmaz halde olmasının birlikteliğinden gelen mutluluk.
Etik terimi felsefenin ilk temel alanlarından biri olan bir bilgi alanını adlandırırken; ahlak terimi tarihsel ve toplumsal bir olguyu adlandırmaktadır.

Etiğin yöneldiği temel sorular şunlardır:
  • Adalet Nedir?
  • Erdem Nedir?
  • Doğruluk veya Adil olmak Nedir?
Ahlaklılık normları, ahlak normlarından farklıdır. Ahlaklılık normları ile ahlak normları arasındaki farklılık "Ahlaklılık normları yerel değil, genel normlardır."

"Dürüst olmak gerekir" yada "İnsanlara eşitsiz muamele etmemek gerekir." gibi her yerde söz konusu olabilecek davranış ilkelerine daha  çok meslek etiklerinde rastlanmaktadır. "Hastaya zarar vermeme", "gizlilik" gibi tıp etiğine ait ilkeler, "tarafsız olma", "doğru haber verme" gibi basın etiğine ait ilkeler bu normlara örnek olarak gösterilebilir.

Etiğin başlı başına bir alan olmasını sağlayan filozoflar: Sokrates, Platon, Aristoteles

18.yüzyılda etik alanında ortaya çıkan yeni kavramlardan başlıcaları şunlardır: "İyiyi isteme", "ödev", "sorumluluk", "yükümlülük", "gereklilik", "değerler", "anlamlar" ve "amaçlar".

Etiğin  psikolojiyle kesişen konuları şunlardır.
  • Kaygı, korku, acı çekme, kıskanma gibi duygu ve yaşantılar
  • Seçme veya karar verme gibi edimler
  • Kişiler, kişilik yapıları, kişi bütünlükleri ve kişiler arası ilişkiler
Etiğin en parlak dönemi Eski Çağ'dır.

Aristoteles'in ölümünden sonra felsefenin theoria yönünün zayıflaması, 525 yılında Doğu Roma İmpparatoru Justinianus'un Atina'daki Akademia'yı Hristiyanlığa aykırı olduğu gerekçesiyle kapatması insanın dünyayla ilişkisini köklü bir değişime uğratmıştır. 

Yeni Çağ'da etiğin tekrar önem kazanmasına  katkı sağlayan düşünürler: Francis Bacon, Rene Descartes, Baruch Spinoza

"İyi"yi bu dünyaya ilişkin bir kavram olarak incelemek ve etik araştırmalarda bilgiyi temel almak gerektiğini düşünen filozof Francis Bacon'dur.

Rene Descartes, Eski Çağ'da Stoa Okulu'nun düşüncelerini özellikle "duygulanımlar" konusu bakımından yeniden ele almış , erdemler konusuna eğilmiştir.
"Etica" adlı kitap Spinoza'ya aittir.

Etiğin yeniden önemli bir alan olarak tam anlamıyla ortaya çıkışı 18.yüzyılda olmuştur. Bu konuda önde gelen düşünürler; John Locke, Shaftesbury, Francis Hutcheson ve David Hume'dur.

Etiğin Eski Çağ'dan sonra yeniden doğuşu ve gelişimi konusunda asıl dönüm noktası Immanuel Kant'ın çalışmalarıyla gerçekleşmiştir.
Mutlu ve iyi yaşamın ne olduğunun araştırılması filozofları "erdem nedir?" sorusunu araştırmaya yönlendirmiştir. Bu nedenle filozoflar "erdemin bilgi olup olmadığı"; "bilgiyse nasıl bir bilgi olduğu" gibi sorularla ilgilenmişlerdir.

Aristoteles'e göre "Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler". Bilmek, insanın en temel gereksinimidir. Varlığını sürdürebilmek için insan, doğal olarak ilişkide olduğu var olanları bilmek zorundadır.

Aristoteles'e göre insanın bilgi ile bağı, kendini var etmek, kendine bir dünya kurabilmek içindir. Bundan dolayı kendine özgü doğal yetilerine bağlı bilgi edimleriyle çeşitli etkinlikler gerçekleştirir. Bilim, sanat ve felsefe bu etkinliklerin başta gelen örnekleridir.

20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Viyana Çevresi Mantıkçı Pozitivizm veya Yeni Pozitivizm adıyla da  bilinmektedir.

İoanna Kuçuradi  ahlak  sözcüğünün bağlamlarından hareketle, ahlakın "kişiler arası ilişkilerde davranışlara ilişkin geçerli"  kılınmış "çeşitli değer yargıları sistemleri" olarak karşımıza çıkan bir olgu olduğunu belirtmektedir.

Annemarie Pieper, ahlakın "bağlayıcı olduğu kabul edileerek belirlenmiş olan norm'lardan, "buyruklar"dan, "yasaklar"dan oluştuğunu; "hep bir grubun, bir topluluğun ahlakı olarak karşımıza çıktığını" belirtmektedir.

SQL Server'da Stored Procedure

Genel Yapısı
CREATE PROCEDURE veya CREATE PROC prosedürAdı 
   [WITH Seçenekleri]
AS
   yazılacak procedure (SQL ifadeleri)
GO
CREATE PROCEDURE
veya
CREATE PROC
deyimi ile başlıyoruz ve prosedürümüzün ismini yazıyoruz.WITH seçeneği  stored procedure’un içinde bulunan kaynak kodlarını gizlemek için kullanılır. İsteğe bağlıdır. CREATE PROCEDURE ile AS deyimleri arasına parametreli stored prosedürler için değişken tanımlaması yapılır. Parametresiz prosedürler için herhangi bir tanımlama yapılmaz, AS yazılarak devam edilir. AS’den sonra prosedürün içine yazacağımız SQL ifadelerini yazarız ve GO deyimini de ekleyerek prosedürümüzü tamamlamış oluruz.  GO deyimi zorunlu değildir. Fakat genel kullanımda terchi edilmektedir.

Procedure yazıldıktan sonra çalıştırmak için "F5"
Stored Procedure'ümüzü tekrar çağırmak için:

EXEC prosedürAdı  

Stored Procedure'ler SQL Serverda resimdeki konumda bulunmaktadır.


NOT: CREATE PROCEDURE ifadesinin altında CREATE DEFAULT, CREATE RULE, CREATE TRIGGER, CREATE VIEW ve CREATE PROCEDURE ifadeleri kullanılamaz. Bir stored procedure oluşturulurken, bu procedure'ün içinde DEFAULT, RULE, TRIGGER, VIEW ve başka bir PROCEDURE oluşturulamaz. Bir stored procedure yaratılırken içinde bu belirtilenler dışındaki objeler yaratılabilir.

NOT:  
Stored Procedure oluşturabilmek için: 
System Administrator (sysadmin) 
Database Owner (db_owner)
Data Definiton Language Administrator (db_ddladmin) 
rollerine yada CREATE PROCEDURE  izni verilmiş bir role sahip olunmalıdır.

İlk Procedure'ümüzü Yazalım ve Çalıştıralım


Stored Procedure Nedir?

Prosedür, belli bir işlevi yerine getirmek için özellikle yapılandırılmış program parçacıklarıdır. 

Stored Procedure Database de tutulan ve ilk derlemeden sonra bir daha derlenmeye ihtiyaç duyulmayan SQL ifadeleridir. Kısaca SQL Server üzerinde barındırılan, T-SQL komutları ile hazırladığımız işlemler bütününün çalıştırılma anında derlenmesi ile bize bir sonuç üreten SQL Server bileşenidir. SP olarak anılırlar.
  • Bir prosedür, başka bir prosedür içerisinde çağrılabilir.
  • Bir programlama dilindeki fonksiyonlar gibi parametre alabilirler. 
  • Bu parametrelere göre bir sorgu çalıştırıp cevap gönderilirebilir.  
  • Stored Procedure'ler database server'ında saklanmasından dolayı daha hızlı çalışırlar. 
  • Bir stored procedure ilk çalıştırıldığı zaman derlenir. Bir daha çalıştırılınca derlenmeden çalışırlar. 
  • Bir SQL komutu çağrıldığında ayrıştırma , derleme ve çalıştırma aşamalarından geçmektedir.
  • Stored Procedure'ler önceden derlenmiş olduğu için , normal kullandığımız bir SQL sorgusunda olduğu gibi bu 3 aşamadan geçmez, bu özelliği sayesinde programımızın performansı artmaktadır ve ağ trafiğini de azaltmış oluruz, istemci tarafından bir çok satıra sahip SQL komutunun sunucuya gitmesindense, sadece saklı yordamın adının sunucuya gitmesi ağı daha az meşgul etmiş olur. 
  • Bir kez yazıp tekrar ve tekrar kullandığımız için modüler bir yapıda program geliştirilmesi sağlanır. 
  • Stored Procedure'lerin diğer bir özelliği ise programlama deyimleri içermesidir. if, next, set vs..  
  • Stored Procedure'ler sadece giriş ve çıkış parametreleri uygulama katmanında göründüğü için daha güvenilirdir. 

Stored Procedure Tipleri : 
  • Extended Stored Procedure: DLL'ler tarafından, SQL Server dışında kullanılan stored procedure'lerdir. xp ifadesi ile başlayan bu tür stored procedure'ler, bazı system stored procedure'leri tarafından da çağrılarak kullanılabilir.
  • CLR Stored Procedure: CLR ortamında herhangi bir dili kullanarak da Stored Procedure'ler geliştirilen bir tür Stored procedure çeşididir.
  • Sistem Stored Procedure : sp_ ön eki ile başlarlar ve master veri tabanında tutulur.  
  • Kullanıcı Tanımlı Stored Procedure : Programcının programladığı stored procedurlerdir. 

9 Ekim 2014 Perşembe

Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Kaynakları Sorunu Deneyimcilik


Bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir. "duyu verisi" ve "algı"  arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir.

İngilizcede günlük dilde kullanılan ve "empiricism"  ile aynı kökten gelen bir diğer kelime "empirical"dir. "Deneyimsel" gibi bir anlama gelebilecek bu kelime ingilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman "ayakları yere basan", "desteksiz iddialara kulak asmayan", "yalnızca gördüğüne inanan", "gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen" gibi anlamlara gelmektedir.

Deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın adıyla pozitivizm ile benzerlik taşıdığı görülür. Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir.

John Locke, David Hume ve George Berkeley bu üç felsefecinin ürettiği fikirler literatürde İngiliz Deneyimciliği olarak bilinen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Zihin, zihinden bağımsız varlık alanını (yani maddesel gerçekliği) bilmeyi nasıl başarabilir.? Descates'ın yanıtı şudur: Zihnin içindeki "idealar" gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur.
"idea" temel anlamı itibariyle, "içeriği genelde bir nesne veya özellik olan düşünsel yada zihinsel durum" olarak tanımlanabilir.

Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarakda bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur.

Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle, zihnin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.

Locke'a göre; algılar olmaksızın ideların oluşması olanaksızdır. İnsan zihni doğum anında "boş levha / tabula rasa" gibidir. Yaşadığımız deneyimler bu boş levhanın üzerine zaman içinde "yazarlar"  ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur. Dünya bilgimizin en temelinde duyu algılarından gelen idealar olsa da, insanlar basit ideaları birleştirerek soyutluk derecesi çok yüksek olan idealar edinme kapasitesine de sahiptir.

Locke hem ahlaki boyutta hemde kuramsal düzeyde doğuştan ideaların olamayacağını savlar. O halde, bilgi tümüyle deneyim alanına aittir.

Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke'ın görüşünün genel olarak Aristoteles'in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Locke'un Ontolojisi
Temel olarak 2 tip nitelik olduğunu savunur. 

Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizdede temsil edilebilen  özelliklerdir. Örneğin bir nesnenin kapladığı uzam nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi nesnenin kendisinde olan ve bizimde algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir.

İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir. Biz dünyayı nitelikler yoluyla biliriz. Ancak doğal olarak niteliklerin hiçbir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke'a göre tikel bir nesne niteliklerden  ve nitelikleri kendinde toplayan bir Tözsel zeminden oluşur. Örneğin bir gül çok sayıda niteliğin bir araya gelmesiyle oluşur. Şekil , büyüklük , ağırlık  renk v.s. ancak nitelikler veya özellikler bir şeyin nitelikleri veya özellikleridir. Locke nitelikleri barındıran zemine Tözsel taban (substratum) adını verir. İnsanlar epistemolojik açıdan  yanlızca nitelikleri bilebilir. Tözsel taban ise bilgi nesnesi olabilecek bişey değildir.

Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayıflaması, genel olarak deneyimcilikle ortaya çıkmış bir durumdur.

Felsefe tarihinde insan bilgisinin "nesnel" temellerine duyulan sağlam inanç konusunda en keskin eleştirel görüşü geliştiren ve sonuçta  da en büyük epistemolojik yıkıma neden olan düşünür David Hume olmuştur.

Hume'un sorduğu soru şudur: Nesnelerin zihinden bağımsız ve sürekli olarak var olduklarına ilişkin inanç veya idea nereden kaynaklanmaktadır.?

Hume'a göre, zihnimizde "nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma ideasını oluşturan yetimiz imgelemdir.(hayal gücü)

Hume bizim evrensel nedensellik düşüncesine sahip olmamızın arkasında "düzenli tekrarlar"ın yattığını düşünür.
Hume, Locke'dan farklı olarak "birincil niteliklerin varlığı" veya "substratum" konusunda bir iddiada bulunamayacağımızı savlar.

Hume'a göre yalnızca iki bilgi olanaklıdır; Olgusal bilgi ve biçimsel bilgi.

Maddecilik ve İdeacılık, metafizik (ontolojik) görüşlerdir. Deneyimcilik ise epistemolojik bir görüş ve akımdır.

İdeacılık var olanların temelde düşünsel veya zihinsel olduğunu savlayan metafizik görüştür.

George Berkeley ise  ontolojik anlamda ideacılığı ve epistemolojik açıdan  da deneyimciliği savunmuştur.

Berkeyley'e göre, maddesel tözün veya zihinden tamamen bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanan düşünürler, farkında olmadan son derece çelişik bir görüşü ileri sürmektedirler. Ona göre bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea, zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez.

Bizim nesne olarak tanımladığımız ve kavradığımız bir şeyin, hiç kimse onu algılamasa da "algılandığı haliyle var olacağını" düşünmek gerekçelendirilmesi olanaksız bir fikirdir. Berkeley'in meşhur ifadesi ile söylersek "var olmaki algılanmaktır". (esse est percipi).

Berkeley'e göre, Tanrı her an her nesneyi algılayabildiği için, Tanrı'nın algısının ontolojik güvencesinde, nesnelerin kesintisiz var olduğunu söyleyebiliriz.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

Bilginin gerçekte var olduğuna, bilgiye ulaşabiliyor olduğumuza veya bilginin gerçekleştiğinin farkına varabileceğimize yönelik şüpheler felsefe tarihinde ilk başlardan bu yana kayda değer bir yer tutmuştur. Sokrates alçak gönüllü bir tavırla ve bilgi konusunda iddialı ve kibirli bir tavır sergileyen şehrin ileri gelenlerinden farklı olarak bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Bilgi sahibi olmadığını bilme dışında bir bilgi iddiasında bulunmayan Sokrates'in felsefesinin şüpheciliğin ana fikrini içinde barındırdığı düşünülür.

Şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyebileceğini en iyi gösteren felsefecinin Rene Descartes olduğu kabul edilir. Descartes'ı da kapsayan tarihsel dönem, Orta çağ'dan çıkışı ve klise örgütlenmesinin düşünce üzerine koyduğu kısıtlamaların çözülmeye başlamasını temlsil eden Modern Dönem'dir.

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi Dogmatizim'dir.

Descartes'a göre, algı yanılabilir olduğundan bilgisel kesinliği başka bir yerde aramak gerekir. 
Descartes'ın "kötü niyetli ve üstün güçleri olan varlık" örneği bilgiye dair şüphelerin ne düzeye ulaşabileceğini gösterir. Descartes'in şüphesi "yöntemsel şüphe" olarak bilinir. Başka bir deyişle, Descartes kendi felsefi kuramını savlayabilmek için şüpheyi bir yöntem olarak kullanmakta ve böylece şüphelenilmeyecek sağlamlıkta bazı fikirlere ulaşmaya çalışmaktadır.

Descartes, matematik ve bilim alanlarının nesnel bilginin en önemli kaynağı olduğunu düşünüyor olsada, şüpheci sorgulamayı ciddiyetle ve sonuna kadar devam ettirmektedir. Bu bağlamda bir çelişkii yoktur, çünkü Descartes sorgulamasına algısal, matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlamıştır. Bu yaklaşım ciddi bir felsefi yöntemin uygulanmasını beraberinde getirmektedir.
Sokrates, tek bileceğimizin "bilgi sahibi olmadığımız" olduğunu savlar.

Şüphecilere göre pratik yaşamda işlerin yolunda gidiyor gibi görünmesi ile insanın varlık alanının kendisine dair bilgi sahibi olması birbirinden ayrılması gereken durumlardır.

Descartes şüpheci akıl yürütmenin en güzel örneklerini sergilemiş olsada kendisi şüpheci fikirlere sahip bir düşünür değildir. Descartes'tan sonra gelen felsefeciler arasında şüpheci eğilimleri en belirgin olanı, İskoç düşünür David Hume dir.

David Hume, şüphecilik bağlamında felsefe tarihinde izler bırakmış bir düşünürdür.

Hume'a göre doğada karşılaştığımız olgusal düzenliliklere ilişkin yaptığımız varsayımlar konusunda dikkatli olmamız gerekmektedir. İnsanlar genelde doğada düzenli olarak tekrarlanan olguların belli bir zorunluluk içerdiğine inanırlar. Örneğin her sabah güneşin doğmasına tanık oluruz ve bunun rast gele bir olay olmadığını işin içinde bir düzen bir zorunluluk olduğunu düşünürüz.

Ancak Hume'a göre bu durumda elimizdeki  veri yanlızca geçmişte gözlemlediğimiz durumlardır. Bu gözlemlerdeki düzenlilik, bize doğada bir zorunluluk olduğunu düşündürür. Yani gözlemlerimize dayanan olaylardan yapılan genellemelerin her biri tümevarımsal niteliktedir ve kesinlikten uzaktır.

Bir olgunun yada durumun fiziksel olarak olanaksız olması, o olgunun bizim içinde yaşadığımız ve anladığımız fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesi anlamına gelir.

Örneğin bir insanın pencereden atladığında düşmeyip uçmak gibi fiziksel anlamda olanaksız olan durumların gerçekleştiğini ben kafamda canlandırabilirim. Bu fiziksel olanaksızlık kavramına örnektir. 

Mantıksal olanaksızlık kavramı ise içinde yaşadığımız evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. Bizim evrenimizde bir üçgenin 4 kenarlı olması olanaksızdır. Bu olanaksızlık, fiziksel olanaksızlıktan çok daha büyük olanaksızlık türüdür. Çünkü fiziksel olanaksızlıklardan farklı olarak, mantıksal açıdan olanaksız bir durumu kafamızda bile canlandıramayız.

Hume'a göre eldeki kısıtlı tümevarımsal zeminin ötesine geçerek yarın güneşin doğacağını biliyorum iddiasında bulunmamızın çok sağlam bir gerekçesi olabileceğini söylemek zordur. Özetle aslında hiç birimiz yarın güneşin doğup doğmayacağını bilmiyoruz.

Şüpheciliğin sonuçları pek çok düşünüre oldukça rahatsız edici geldiğinden dolayı felsefe tarihinin önde gelen isimlerinden bazıları bu konuyla derinlemesine ilgilenmiş ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu çabalar içinde en bilinenlerden biri, İngiliz düşünür G.E Moore'un sağ duyusal argümanıdır.

Sağduyusal Tavır, genelde günlük yaşamın durumları karşısında pratik, ayakları yere basan ve işe yarar sonuçlara verebilen kararlar alma ya da yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilendirilir.

Moore'un konuyu irdelerken yaptığı ilk şey, kesinlikle bildiğine inandığı bazı önermeleri sıralamaktır.

Moore'a göre nesnelerin "var olmaları"  onların zihnin dışında, zaman ve mekan içinde var olmaları anlamına gelir. Moore'un sözünü ettiği nesne ise sağ duyumuza da uygun bir şekilde, fiziksel özelliklere sahip ve zihinden bağımsız niteliğinde bulunmaktadır. 

Çıkarım bir fikri veya tezi başarıyla savunacaksa:
  • Öncüller iyi bilinen önermeler olmalı
  • Sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalı
  • Öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir.
Moore'a itiraz etmek isteyen bir felsefeci sonucun öncüllerden çok farklı bir hamle gerçekleştirdiğini ve bu yüzden, öncüllerden sonucu türeten çıkarımsal bağın güçlü olmadığını söyleyebilir.

Sağduyu kavramına ilişkin notlar: 
Günlük yaşamnda genel olarak sağduyunun yolunu izlediğimiz söylenebilir. Ancak felsefe ve bilimin genelde sağ duyuyla somutlukla veya pratiklikle tam örtüşmeyen alanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır. 

Felsefi tartışmanlar ve argümanlar söz konusu olduğunda bunların karşısına hemen sağ duyuyu çıkararak bir (sağlamlık testi) yapma eğiliminde olmanın sakıncalı yönleri olabilir. 

Örneğin şüpheciliği değerlendirirken ve eleştirirken şüpheci yaklaşımları (sağ duyuya aykırı olduğu düşüncesini) dile getirmek her zaman yardımcı olmayabilir.  Birincisi sağ duyu kavramının her durumda ve her bağlamda aynı sonucu vermesi beklenemez başka bir deyişle sağ duyu denilen yeti bir makine gibi işleyen yani mekanik ve evrensel bir tarzda çalışıp belirlenmiş sonuçlar ortaya koyan bir kapasite olmayabilir. İkincisi sağ duyunun genelde kabul gören sonuçları bazan son derece yanıltıcı olup bu sonuçları düzeltmek için bilim ve felsefe gibi alanların işlevlerine ihtiyaç olabilir. Örneğin yalın sağ duyu bize üzerinde  bulunduğumuz dünyanın düz olduğunu söyler bu yanlışlığın düzeltilmesi sıradan olağan algısallığın düzleminde olanaklı bilime gereksinim vardır.

O halde sağ duyunun en üst epistemolojik mercii veya kapasite olarak yüceltilmesinin çokta haklı olmadığı belirtilebilir. Aklın kritik yani eleştirel kullanımının ne kadar önemli ve değerli olduğunu bu bağlamdada gözlemleyebiliriz.

Şüpheci tavrın felsefi değeri:
Şüphecilik felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır.ancak şüphecilik görüşünün tezlerini benimsemeyen kendilerini şüpheci olarak tanımlayacak pek çok felsefeci için bile şüpheci tavır belli bir değer ifade eder. 

Şüpheci tavır olarak betimlediğimiz tavrın yaklaşımı ve içeriği nedir? Ve bu tavrı felsefi anlamda özel kılan şey nedir? Bunun yanıtını şüpheciliğin tersi olan kavramların içinde ve o kavramların barındığı sakıncalarda aramak gerekir. 

Şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi dogmatizim'dir.  

Dogma deyiminin anlamı belirli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç yada inanç kümesi şeklinde verilebilir. 

Bu noktada kritik olan saptama şüpheci tavrın veya dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir dereceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. Kesintisiz şüphe halinde olmak ve sürekli olarak sağlam düşünsel zeminlerini kaybetmek, insanların kolayca yapabileceği eylemler değillerdir. Dahası aşırı şüpheci bir tavrın insana yaşamı içinde çok fazla yararının olmayacağıda bellidir. Öte yandan dogmatik olmaktan ziyade zaman zamanda olsa sahip olduğu fikirlere ve inançlara eleştirel bir tavırla yaklaşan insanların hem bireysel gelişimlerinin daha güçlü olacağı hemde inanç sistemlerinin genelde yanlışlamaya açık olmasından dolayı bizi saran dünyanın olgularını bilebilme anlamındada daha avantajlı bir duruma geleceği söylenebilir.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü