8 Ekim 2014 Çarşamba

Bilginin Metafizik Temelleri

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilginin Metafizik Temelleri

Eski Yunan'da "varlık" ve "değişim" sorunları birbirine paralel olarak ortaya çıkmıştır. 

Batı Felsefesi'nin başlangıç noktasında sorulan temel soru, doğadaki değişimlerin ardında yatan ve değişimlere temel teşkil eden "değişmeyen unsurların" veya "açıklayıcı ilkelerin" ne olduğuyla ilgilidir.

Epistemoloji felsefenin insan bilgisi üzerine odaklı olsa da bilgi felsefenin en  kritik soru ve sorunlarından bazıları tartışmayı daha geniş ve kapsamlı bir zeminden yürütmeyi gerekli kılar. Tarihsel bir gözle bakıldığında, metafizik irdelemeler felsefenin doğum noktasında özsel bir yer tutar.

"Sokrates öncesi" olarakta bilinen dönemde, Yunan felsefesinin ilk düşünsel tohumları atılmıştır. Hem eski Yunan'daki atomculuğun hemde modern atomcu kuramların bize söylediği, fiziksel bir nesnenin asıl yapısının insanlara göründüğü gibi olmadığı ve nesnelerin esas olarak boşlukta hareket eden küçük parçacıklardan ibaret olduğudur. Bu bilimsel veya felsefi düşüncenin temelinde Eski Yunan'ın "değişen-değişmeyen sorunsalı" yatmaktadır. Doğadaki nesneler oluşur ve yok olurlar. Nesnelerin temel elementleri veya varlıksal ilkeleri ise kalıcı niteliktedir.

Eski Yunan'ın felsefi noktada "en tepe noktasını" oluşturan Platon ve Aristoteles'in kuramlarıdır.

Platon'un temel amacı yalnızca düşünsel sorgulamayı sürdürmek ve kavramlar konusunda insanların cahilliklerini sergilemek değil, onun da ötesinde büyük çapta bir felsefi kuram veya model sunmaktır.  Atinalılarında son derece haksız bir yargılama sonucu hocasını ölüme mahkum etmelerinden etkilenen Platon, bu gibi olayların yaşanmaması için devleti yönetenlerin "evrensel ilkelerin bilgisine" yönelmiş kişiler yani "filosofia" olması gerektiğini savlamıştır. Bu amaca yönelik olarak Platon'un savunduğu kuram "tümeller kuramı" olarak bilinir.

Platoncu bir gözle bakarsak, çevremizde algılamakta olduğumuz nesneleri belli kategoriler altında toplayabilmemiz, oldukça ilginç ve açıklamayı gerektiren bir yön içermektedir. Çevremizdeki fiziksel nesnelerin  her biri kendi başlarına var olan ayrı nesneler olsalarda, onların ne oldukları sorusu gündeme geldiğinde tek tek nesnelerin kendilerinin ötesinde bazı unsurlara bakmamız gerektiği açıktır.

"TİKEL" deyimi tek tek nesneler için kullanılır. "TÜMEL", genel kavramlar için kullanılır. (Tikel ve tümel öz Türkçe  deyimlerdir. Anadolu’nun belli bölgelerinde de Tike deyimi tek bir parça anlamında kullanılır. Tümel ise tüm kökünden gelir.)

İnsan, ağaç, mavi, gezegen tümelken,  Ahmet, bahçemdeki çam ağacı, vazodaki kırmızı gül,  venüs gezegeni tikel birer nesnedirler.

Tümeller bilgiyi de olanaklı kılan şeylerdir, çünkü insanlar tikel nesneleri tümeller olmaksızın bilemezler. Tümeller hem nesnelerin kimliğini hem de insan bilgisinin olanaklı olmasını sağlar.

Platon'a göre insan aklının bilgi ve kavrama adına gerçekleştirebileceği esas başarı, dünyadaki tek tek nesnelerin hangi durumda ve ne özelliklerde olduğunu gözlemlemek değil, tümellerin veya kavramların bilgisine ulaşmaktır. Bilgisine ulaşılacak tümellerin gözlemlenen dünyanın içinde olamayacağı açıktır. Bu değişmezler için Platon İdea ve Form (Biçim), deyimlerini kullanmıştır.  

Örneğin dünyamızda insanların atların ve erdemin örnekleri bulunabilir. Ancak İnsan İdeası, At İdeası, İyilik İdeası, değişmeyen şeyler olarak doğanın dışında olmalıdır.

Doğadaki bir domates, domates olarak varlık alanında belirebiliyorsa, bunun nedeni değişmeyen ve yok olmayan domates ideası yüzündendir. Bu işin ontolojik yanı varlıksal tarafıdır. Biz doğadaki bir nesneyi domates olarak niteliyorsak ve ona dair bilgilenme çabasına girebiliyorsak, bunun nedeni domates ideasının var olması ve bizim bilgisel olarak ona yönelmemizdir. Bu da Epistemolojik (bilgisel) boyutudur.

Platon varlık hiyerarşisinde en alta kelimenin tam anlamıyla kopyaları  (yani sudaki yansımaları, fiziksel nesneleri tasvir eden sanatsal çalışmaları vb.) koymuştur.  

Varlıksal değer sıralamasında bunların bir üstünde, fiziksel dünyanın Algılar aracılığıyla kavranan Nesneleri, (yani doğadaki nesneler) gelir. En Tepede ise akıl yoluyla kavranılabilecek İdeal ve Değişmeyen Varlıklar, yani Matematiksel Nesneler ve İdealar bulunur. Bir insan fiziksel (yani değişken) bir nesneyi algıladığında belli bir bilgilenme durumu içindedir, ancak bilginin nihai hedefi kopya değil, asıl olan varlıktır.

Platon, episteme (bilgi) ile doksa (kanı) kavramlarını ayırır. Platon, bizim gündelik kullanımımızdan farklı bir şekilde episteme sözcüğünü "ideaların bilgisi" olarak ayrı bir statüde tutmuş ve normal algısal yollardan edinilen bilgi için "kanı" (doksa)  deyimini kullanmıştır.

Platon'un varlıksal ve bilgisel kuramı, Thales gibi eski Yunan'ın ilk felsefecilerinin el yordamıyla başlattıkları felsefe serüveninin olgunlaştığı çok temel bir noktayı temsil eder.

Aristotele, Platon'dan farklı olarak kendi başına var olabilme olgusunu dünyanın içinde arar. Başka herhangi bir varlığa bağlı olmaksızın varolabilen şeylere "töz" veya "cevher"  isimlerini verir. Aristoteles her tözün iki temel özelliğinin olduğunu sözler. İlk olarak tözler bir "bu" olarak gösterilebilir. İkincisi tözler "ayrı durabilme" özelliğine sahiptirler. Belli bir ağaç veya belli bir kaplan, gösterilebilir bir "bu" dur. Ancak şekilsiz çamur veya bir avuç toprak bir "bu" değildir. (sınırları belirli bir nesne olma anlamında)

Örneğin bir insanın bedeni başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın evrende var olabilir ancak "tendeki yanık" kendi başına var olamaz ve ancak bir beden üzerinde bir varlık kazanabilir.

Aristoteles, töz kavramı ile Platon'un tümeller kuramını bir açıdan devam ettirmekle birlikte o kuramı önemli anlamlarda değiştirmeyede yönelir. Platonve Aristoteles'in ortak noktası farklılıklarından daha önemlidir. Her iki düşünür içinde bilginin olanaklılığı tümellerden ve genel karakterlerden geçmektedir.

Felsefecilerin uğraştığı metafizik, esas olarak gerçekliğin yapısının akılcı yöntemlerle ortaya konması, "varlık"  kavramının aydınlatılması ve varlık alanında egemen olan temel ilkelerin açığa çıkarılması gibi düşünsel işlevleri kapsar.

Kısacası fiziksel bilimlerden farklı olarak metafizik, varlığın kendisiyle ilgilenir. Metafizik ile ilgili bir diğer deyim ise ONTOLOJİ'dir. Ontoloji felsefede VARLIKBİLİM veya VARLIK KURAMI anlamında kullanılmaktadır. Genel kabul gören bir yorum, ontolojinin metafiziğin varlık kavramı ile doğrudan ilgilenen dalı olduğudur.

"Gerçeklik" kavramı ontolojik bağlamda karşımıza çıkar. Felsefede bu kavramın tersi Görünüş veya Görüntü' dür. "Hakikat" ise felsefede genel olarak anlam sorunsalı  gibi çerçevelerde kendini gösterir. Ancak gerçeklik bilgi ile de ilgilidir.

Epistemoloji Nedir?

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Epistemoloji Nedir?

Felsefenin "bilgi" kavramı ile uğraşan dalına epistemoloji adı verilir. Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak çevrilmektedir. Epistemoloji bilginin olanaklılığını, yapısını, kaynaklarını, kavramsal bileşenlerini ve sınırlarını irdeler. 

Yunanca episteme ve logos kelimelerinden oluşmuş "epistemoloji" deyiminde yer alan logos "açıklama", "gerekçe", "mantık", "söz" ve "bilim" gibi anlamlara gelmektedir. Genel olarak "bilgi" olarak çevrilir.

Logos: Akıl, mantık, söz, bilim anlamlarına gelir "logos olan kuramsal düşünebilir." Loji logostan gelir.

Felsefe açısından "kuramsal ilgi" yada "kuramsal araştırma" felsefenin olanaklı olmasının en temel koşuludur. Kuramsal düşünmenin veya logos'un üst düzey uygulanmasının felsefede karşımıza çıkan çarpıcı bir örneği tanımsal işlevlerdir.

Epistemoloji alanında üretilen irdelemeleri kavramış olan insanların sıradan bilgilendirme süreçlerine bakışlarıda niteliksel olarak değişir. Kuramsal irdelemelere yatkın insanların düşünsel veya bilgisel tuzaklara kolayca düşmeden anlama ve yorum yapabilme yetenekleri vardır.

Epistemolojinin Sorunları ve Temel Konuları
  • İnsan bilgisinin kaynakları 
  • Bilginin olanaklılığı 
  • Bilginin tanımı ve kavramsal unsurları
  • Bilginin toplumsal boyutu ve epistemolojinin yeni kimliği
"Kaynak" kavramı, dar bir şekilde anlaşıldığında, toplumsal yaşantımız içinde yer alan "enformasyon kanalları" şeklinde anlaşılabilir.

Bilgi kavramını açık hale getirme çabası farklı yönler içeren zengin bir literatürün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

"Kesinlikten uzaklık" ve "her an yolda olma durumu" felsefenin özgürlük alanını genişleten ve diğer alıştırma alanlarından ayıran özelliklerdir. Descartes'in  felsefi sorgulamalarına "hiç bir şeyi peşinen bilgi olarak kabul etmeden" başlayamaya karar vermesi bunun en çarpıcı örneğidir.

Epistemolojik Çözümlemenin Anahtar Kavramları

Norm ve Normatiflik:  "Norm" en genel haliyle "düzenleyici ilke veya kural" kavramına işaret eder. Etik kurallar normatif önermelerin en bilinen örnekleridir. Bilginin betimleyici boyutunu da ele alınmakla birlikte, bu alanda çalışan felsefecilerin çoğu epistemolojik normatif bir çaba olduğunu düşünür. "Normatif" kavramının tersi, "Betimleyici" anlatıcı veya tasvir edici'dir. "Büyükşehirlerde hırzılık oldukça yaygındır." cümlesi ise betimleyici veya sergileyici bir yapıdadır. "Hırsızlık yapmak yanlıştır" cümlesi normatif ağırlığı olan bir ifadeye karşılık gelir.

Önermesel Bilgi: Felsefecileri en çok meşgul eden bilgi türüdür. Önerme kısaca "bir iddiada bulunan cümlelerin içeriğinde barınan düşünce veya fikir" olarak tanımlanır. "İzmir Türkiyenin başkentidir,", "Limon Sarıdır", "Geçen hafta çok yoruldum" cümleleri birer önermedir, çünkü doğru ya da yanlış olsun belli bir iddia içermektedir.

Önermesel Doğru: Epistemoloji’de doğru kavramı önemli bir yer tutar. Biz insanların iddiaları karşısında, "bu söylediğin yanlış" veya "bu doğru bir iddiadır" gibi ifadeler kullanırız. Bir önerme için doğru nitelemesini kullanmak, onun dünyada olan olgularla uyum içinde olduğunu belirtme anlamını taşır.

İnanç: "İnanç" ve "İnanmak" kavramları denildiğinde akla ilk gelen dinsel bağlamlardır. "İnanç sahibi olmak" deyiminin ilk çağrıştırdığı kavram "Tanrı"dır. Tanrı inancı düşüncesine ek olarak, inanç kavramı, "güven" ve "kararlılık" kavramları ile ilintili olarak sıkça kullanılır. Örneğin, "mücadelenin başarıya ulaşacağına duyduğu inancı kaybetmek" gibi bir deyimde yer alan "inanç" kavramı bu türden bir anlam taşır.

Kanıt: İşlevi önemlidir. Sıkça kullanılır. Örneğin "güneş dünyadan büyüktür" inancının oluşması bunu doğrudan algılamam değil, bu konudaki bilimsel çalışmaların kanıtlarına güvenmemdir. İnsan bilgisi farkında olalım ya da olmayalım, ağırlıklı olarak kanıt olgusu üzerine kuruludur.

Bilişsellik: Üst düzey zihinsel işlevler yelpazesi için kullanılır, bu yelpazenin kapsamındaki işlevlerin en önde gelenleri duyular aracılığıyla algılama, bellek işlevleri, akıl yürütme ve bilgilenmedir. Bilişsellik bilgi kavramınıda içine alan daha geniş bir kümedir. Bilişsel sıfatıda buna uygun olarak bilgisel sıfatına  göre daha geniş bir anlama gelir.

Epistemolojik Gerekçelendirme: Gerekçe kavramı aslında "logos"un esas anlamlarından biridir. Bizim sahip olduğumuz bilgilerin ezici bir çoğunluğu, bir gerekçelendirme süreci veya yapısı sayesinde yaşam bulur. Tersinden düşünürsek hiçbir gerekçesi olmadan edindiğimiz inançların önemli bir kısmı epistemolojik açıdan ciddi sorunlar arz eder. İnsan için bilgi sahibi olmak büyük oranda bilgisel gerekçelendirme süreçlerinin içinde yer almaya yatkın olmak anlamına gelmektedir.

4 Eylül 2014 Perşembe

Bilgi Üzerine İlk Düşünceler

FELSEFE Ders Notları 2
Epistemoloji
Bilgi Üzerine İlk Düşünceler
  • Felsefenin bilgi kavramı ile uğraşan dalına EPİSTEMOLOJİ denir.
  • Felsefenin en temel disiplinlerindendir.
  • Dilimize bilgibilim, bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak da çevrilmektedir.  
  • Yunanca episteme ve logos  kelimesinin birleşiminden oluşan epistemoloji deyiminde yer alan logos açıklama, gerekçe , mantık, söz ve bilim gibi anlamlara gelmektedir. 
  • Episteme genelde bilgi  olarak çevrilir.   
  • Deneyimsel, gözlemsel ve deneysel boyutta iş gören bilimlerden oldukça farklı yapıdadır.  
Epistemoloji ile meşgul olan ilk filozof Platon olmuştur. Sonra Antik Yunan'da başta Aristoteles ve Pyrrhon benzeri Yunan kuşkucularıyla, Orta Çağ'da Aziz Augustinus , Aqiuinalı Thomas ile İbn Sina ve Farabi gibi filozoflar bilgi konusunu enine boyuna ele almışlardır.

Yeni Çağ boyunca ve özellikle 17. ve 18. Yüzyıllarda  epistemoloji, felsefenin en dinamik ve zengin alanı haline gelmiş ve o dönemde bilgi sorunsalı üzerine önemli yaklaşımlar ve tezler sunulmuştur.

Epistemoloji asıl uğraş alanı felsefe olmayan insanları da ilgilendiren yönler barındırmaktadır. 

Bilgi, üzerinde konuşmaya değmeyecek kadar "açık" ve "yaşamın içinde barınan" bir unsur veya olgu olarak kendini gösterir.

Aristoteles (M.Ö. 384-322), bitkilerin, hayvanların ve insanların kendiliklerinden hareket veya değişim yaratabilme yetisine  sahipken, taşların ve kayalıkların kendiliklerinden devinim veya değişim yaratabilme kapasitesinden yoksun olduklarını gözlemlemişti.

Biz insanların dünyanın etkilerine bilinçli bir şekilde açık canlılar olmamızın sonuçlarından biri, bilgi edinebilen, bilgi yoluyla karmaşık işler başarabilen varlıklar olmamızdır. 

İnsan fiziksel bir bedene sahip olması itibariyle fiziksel dünyanın diğer nesneleri arasında bulunan, ancak diğer varlıkların yapamadığı bir takım özel işlevleri gerçekleştiren bir varlıktır. Bilmek, bilgi sahibi olmak, bilgiyi işleyerek yeni bilgiler ve dünyevi değişimler yaratmak insanın temel işlevleri arasındadır.

Üç çeşit "temel" ve "basit" farkındalık olduğu söylenebilir. İç Hallere yönelik farkındalıklar, çevreye yönelik içgüdüsel farkındalıklar ve deneyimleyerek bedenin pratik yapması sonucu ortaya çıkan farkındalıklar.

İnsanların sahip olduğu dünya bilgisi, hayvanlarınkinden farklı olarak dilsel ve kavramsaldır.

Yunanca bir deyim olan "logos" , biyo-loji, psiko-loji, epistemo-loji gibi disiplin adlarında son ek olarak da yer alır ve "açıklama", "gerekçe", "sebep", "matık", "bilim", "kelam" gibi değişik anlamlara gelir. Logos, en genel anlamıyla, "akla ve akılcılığa ait olan" ile ilintilendirilmiştir. 

İnsanın sahip olduğu bilginin en önemli niteliği logos içermesidir. Logos temel olarak mantık, akıl, gerekçe ve söz gibi kavramlarla ilişkili bir deyimdir. 
İnsan bilgisinin hayvansal farkındalıklardan farklı olarak logos barındırdığını düşünmek, insana özgü bilgilendirmenin temel olarak kavramsal, sözel ve gerekçelendirmeye açık bir yönünün olduğunu söylemeye karşılık gelir.

Enformasyon bilgi açısından hammadde olma anlamı taşır. Öznelerin zihinsel bir durumu olan bilgi  içeriği nedeniyle nesnel bir yön taşır. Bilginin üç farklı anlamda değeri olduğu söylenebilir. Bilginin yaşamsal veya türsel değeri, pratik ve araçsal değeri ve bilginin öz değeri.

Bilginin değeri konusunda en temel düzeyde belirtilebilecek husus: Dünyaya dair bilgimizin en kritik işlevlerinden biri, dış etkenlerle baş etme, doğadan gelecek tehditlere karşı bireyin yaşaması ve türün devamının sağlanması yönünde etkin rol oynamaktadır.

Bilgi yaşamsal ve türsel nedenlerden dolayı değerlidir.

Bilgi pratik veya ereksel nedenlerden dolayı değerlidir.

Ortaçağ Felsefesi - Thomas Aquinas

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi
Thomas Aquinas

Thomas Aquinas - Aquinalı Thomas (1225 - 1274) 

Düşünce tarihinin tanıdığı en büyük  Hristiyan filozoflarından biri; Platon ve Aristoteles klasik dünya ya da Yunan felsefesi için neyse, Orta Çağ Orta Çağ felsefesi için o olan veya senteziyle, felsefenin Orta Çağda ulaştığı en yüksek düzeyi ifade eden Aquinalı Thomas her şeyden önce kendisinden önceki Hıristiyan düşünürlerin yapmış olduğu gibi, tutarlı bir teoloji geliştirmek, Kilisenin veya Kilise Babalarının öğretisindeki kimi çelişik unsurları ortadan kaldırmak ve Hıristiyan inancını sistemleştirmek işiyle meşgul olmuştur. Fakat Aquinalı Thomas’ın gerçekleştirdikleri, o aynı zamanda bir büyük filozof olduğu için, bundan ibaret değildir. Onun içinde yaşadığı ve Hıristiyanlığın hakim olduğu dünya bir süreden beri öylesine değişmiş ve genişlemiştir ki, Hıristiyan teolojisinin salt öte dünyacı şeması tatmin edici olmaktan çıkıp, önemli ölçüde yetersiz hale gelmeye başlamıştır. Yeni sanat formları, üniversitelerin doğuşu, doğa bilimine dönük ilginin ilk kez olarak zuhuru, İslam dünyasından yapılan çevirilerin ardından klasik dünyaya yönelik bakışın gözden geçinilmesine duyulan ihtiyaç var olan teolojik şemayı zorlamaya başlayınca, Aquinalı Thomas Hıristiyan dünya görüşünü yeni ilgiler ve bu ilgilerin doğurduğu yepyeni bilgilerle zenginleştirme ve geliştirme ihtiyacı içinde olmuştur.

Thomas Aquinas  kendisinden sonraki bütün bir felsefe tarihini derinden etkilemiş çok önemli bir düşünürdür. Aristoteles’i en iyi şekilde yorumlamış filozof olarak haklı bir üne sahiptir. Thomas Aquinas dışında Aquino’lu Thomas, sadece Thomas ve Aquinumlu Tommasso adlarıylada  anılır.

Thomas Aquinas sadece felsefi açıdan çığır açmış önemli bir kimlik olarak değil; fakat aynı zamanda döneminin önemli bir siyasal kişiliği olarak da dikkat çekmektedir. Bununla birlikte o, geçmişte pek çok filozofun yapmış olduğunu tekrarlayarak politikadan uzak bir yaşamı seçmiştir.

Thomas Aquinas Napoli’deki bir okulda 19 yaşına kadar özellikle yedi özgür sanat (septem artes liberales) üzerinde yoğunlaşan bir eğitim aldı. Kendisine ders veren hocaları ağırlıklı olarak Aristotelesçiydiler.

Yedi Özgür Sanat: Geometri, Müzik, Astronomi ve Gramer içinden bazılarıdır.

Aristoteles felsefesi  Kilise’nin resmi öğretisi ile ciddi bir karşıtlık içerir. Aristoteles’e göre evren öncesiz-sonrasız bir yapıydı. Ona göre, Platoncu evren anlayışının önemli figürlerinden biri olan "demiurgos"a gerek yoktu. Bu konuda "Kendisi Hareket Ettirilmeyen İlk Hareket Ettirici" yeterliydi. Bu yüzden, Aristoteles’in Batı Ortaçağında özellikle Fizik ve Metafizik isimli eserleriyle yer alması engellenmekteydi. Buna ilişkin gösterilebilecek en güzel örnek Aristoteles felsefesinin Paris Üniversitesi’nde çok uzun bir süre boyunca yasaklanmış olmasıdır.

Septem artes liberales veya yedi özgür sanat iki ana kısımdan oluşmaktadır. 

Trivium (üçlü) Gramer, retorik ve diyalektik (mantık)’ten oluşmaktadır.
Quadrivium ise aritmetik, geometri, müzik ve astronomiyi içinde barındırmaktadır. Hocası ile birlikte, şimdiki Almanya’da bulunan Köln şehrine gitti. Orada kaldığı dört yıl boyunca önemli çalışmalar yaptı ve Albertus Magnus’un önerisi üzerine Paris'e geri döndü. Paris'te Petrus Lombardus'un Sententiae adlı eseri üzerine dersler verdi.  Sonra  Napoli'ye geri döndü. İtalya’da değişik şehirlerde  dersler verdi ve Paris'e geri döndü. Napoli'de kurulan bir okulun başına getirildi. 1273 yılının Aralık ayında yazmayı bıraktı. Şu sözlerin kendisine ait olduğu tanıklarca dile getirilmektedir:

"Artık bir daha yazmayacağım, bu kadarı yeterli. Geriye dönüp baktığımda bütün bu yazılanların büyük bir saçmalık olduğunu görüyorum. Hakikat, kendisinin ifade edilebilmesi için tüm bu saçmalıklara katlanamayacak kadar saf ve biriciktir. Hakikati bir daha asla rahatsız etmeyeceçim."

Sententiae, Petrus Lombardus’un sistematik ve mantıksal bir yöntemle kaleme aldıçı teolojik konuları ve Kilise Babalarının düşüncelerini çok geniş bir alanda irdeleyen önemli bir eserdir. Bu eser üzerine çalışmak, üniversitelerde magister, yani eçitmen olmak isteyenler için bir gelenek ve hatta zorunluluk haline gelmiştir.

Thomas Aquinas (Aquinalı Thomas)'ın Varlık Felsefesi

Thomas Aquinas her şeyden önce bir ilahiyatçıdır. Bundan dolayı, çalışmalarında ilahiyat ve felsefe konuları birbiriyle iç içe geçmiştir. Bu ünitede Aquinas’ın felsefe üzerine dile getirdiği görüşler ele alınıp değerlendirilecektir. Onun felsefi anlayışını ve diğer filozoflardan farkını ortaya koyacak belli başlı sorunlar aşağıda sergilenmektedir.  Thomas Aquinas’ın Varlık (esse) hakkındaki düşüncelerini ortaya koymak için, öncelikle belli başlı bazı kavramlar hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bunların başında, dönemin en önemli kavramlarından biri olan "Yaratılış Teorisi" gelmektedir. Dünyamız, sayamayacağımız kadar çok bireysel nesneyle doludur. Bu nesnelerin anlaşılabilir (intelligibilis) kılınması için, onların her birinin belli türler altındaki bireyler olduklarını varsayarız. Bu noktadan itibaren aklımızdaki sorular kendiliğinden ortaya çıkar: Bu nesneler çokluğu nereden gelmektedir? Bu çokluğun bir arada durmasına neden olan bir "şey" var mıdır? Bu çokluğun sürekli olarak bir oluş ve bozuluş/yokoluş süreci içinde bulunduğu gözlenmektedir. 

Thomas Aquinas’a göre evrenin yetkinliği böyle bir çokluğu ve var olanlar arasındaki eşitsizliği baştan talep etmektedir. Hiçbir var olan, ilahi yetkinliği kendi başına temsil etme gücüne sahip değildir.  

Tanrı her şeyi bir yetkinlik sıradüzeni içine yerleştirmiştir.

Bu sıradüzenin en üstünde melekler bulunmaktadır. Thomas Aquinas bunlara maddesiz tözler demiştir. Meleklerin varoluşları akıl tarafından da bilinebilir. Ona göre, akıl yürütme sonucunda, onların olmadığı bir yaratılış sürecinde önemli bir boşluk doğacağı sonucuna ulaşabiliriz.

Meleklerin hemen altında insan yer almaktadır. İnsan kısmen maddi, kısmen de ruhsal bir var oluşa sahiptir. Daha sonra hayvanlar, bitkiler en sonunda da dört öge olan hava, su, ateş ve toprak gelmektedir. Bunların her biri bir katman olarak düşünülebilir. Böylelikle, farklı varoluşlar arasında bir kesinti söz konusu değildir; yaratılış bir katmandan diğerine akıcı bir özellik sergiler.

Thomas Aquinas’a göre birbirinden farklı varoluşlar olduğu gibi birbirinden farklı pek çok form da vardır. En altta temel ögelerin formları  bulunmaktadır. Bu formlar, maddeye en yakın durumda bulunduklarından en alttadırlar. Bunların üstünde bileşik formlar, onların da üstünde bitkisel formlar  yer almaktadır. Bitkisel formların veya ruhların üstünde de hayvansal ruhlar , bir üstte de insani ruhlar  bulunmaktadır.

Thomas Aquinas'a göre, yaratılmış olan her varlık sınırlı ve belirlenmiştir. Bu bakımdan, Tanrı’nın yalın anlamda Varlık'ı yaratması asla olanaklı değildir. Öyle olmuş olsaydı, Tanrı kendisini yaratmış olurdu; bu da açıkça imkansızdır.

Yaratılış : Thomas Aquinas, summa theologica adlı eserinde, insan algısında ortaya çıkan her türlü varlığın mutlak olarak yaratılmış olması gerektiğini söyler. Bu yaratılmanın başlangıcı tanrıdır. Ona göre varlık; zorunlu ve zorunsuz diye 2'ye ayrılır.

Zorunlu varlık kendi kendisiyle özdeş olan ve var oluşu için kendisinden başka hiçbir nedene gereksinim duymayan varlıktır. Bu varlık kendisi dışında tüm var olanların nedenidir.  Bu varlık  Tanrıdır. Tanrı kendi içindeki tamamlanmışlığından dolayı bu evreni ve içindekileri yaratmış,onlara birlik içinde bir düzen sağlamıştır.

Zorunsuz varlıklar ise Tanrı tarafından yaratılmıştır.var oluşları ve özleri birbirinden farklı olan bu varlıklar tanrıya bir neden olarak ihtiyaç duyarlar. Özü ve var oluşu bir ve aynı olan Tanrı dışında hareketinini kaynağı olan bir başka var olan yoktur.

Dünyada bir doğal birde yapay nesneler vardır.doğal nesnelerin yaratıcısı tanrıdır.insan elinden çıkmış nesnelere yapay nesneler denir.bular yaratılmaz sadece üretilir. Dolayısıyla tanrı yaratıcı insan üreticidir.

Thomas Aquinas'ın Tanrı Kanıtlamaları

Ortaçağ felsefesinde Tanrı ve O’nun kanıtlanması problemi ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Thomas Aquinas'ın Tanrı kanıtlamasına düşünce tarihinde "Kozmolojik Tanrı Kanıtlaması" denmektedir.

Beş Yol (Quinque Viae)

1.Yol: Thomas Aquinas, bizzat nedenin kendisinden hareket ederek Tanrı’nın bilgisine ulaşmanın olanaksız olduğunu düşünür. Biz, ancak etkilerinden yola çıkarak Tanrı’nın bilgisine ulaşabiliriz. İnsan için bu etkilerin farkına varılacak biricik yer bu evrendir. Evren, zorunsuz varlıkların bir çokluk içinde sıralandıkları bir yerdir ve dolayısıyla harekete tabi olan şeylerle doludur. Bu yüzden, Thomas Aquinas’a göre, bizim için birinci ve en açık kanıtlama biçimi hareketle ilgili olanıdır.

Hareket, potansiyel konumda olanın aktüel konuma geçişi sırasında ortaya çıkan bir durumdur. Hareket etmek, hareket için kendisinden başka bir şeye gereksinim duymak veya başka bir şey tarafından hareket ettirilmek demektir. Thomas Aquinas’a göre potansiyel durumdaki her şey aktüel duruma geçmek için bir başka aktüellik durumuna gereksinim duyar. 

Hareket halinde olan her şey bir başka şey tarafından hareket ettirilir Ancak bu durum mantıkça sonsuza kadar geri götürülemez. Dolayısıyla bir ilk hareket ettirici  vardır ve bunun kendisi harekete tabi değildir. Harekete tabi olmamasının nedeni O'nun salt aktüel bir varoluşunun olmasından kaynaklanmaktadır.

2.Yol: Thomas Aquinas Birincil Neden'e ulaşabilmek adına ikincil nedenleri kullanma kaygısındaydı. Etkin Neden’in  fizik dünyadan bütünüyle kopuk ve var olanlarla ilgisinin etkileri aracılığıyla bulunamayacağı bir durum onun açısından doğru değildir. Bu bakımdan Thomas Aquinas Etkin Neden'in doğasını yakalamak için daha uygun gördüğü bu yolu denemektedir.

Thomas Aquinas'a göre, eğer nedenler arasındaki ilişkiyi sonsuza kadar geri götürecek olursak, yani bir ilk neden belirleyemezsek, o taktirde ilk nedenden dolayı işlevi olan nedenlerden de söz edemeyiz. Böylece "herkesin Tanrı dediği bir ilk etkileyici nedeni  kabul etmek zorundayız."

3.Yol: Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki, canlılarda iki farklı yön vardır. Onlar zorunlulukla yaşamak durumunda değildirler. Bir canlı aynı zamanda cansız olma eğilimine sahiptir. 

Thomas Aquinas’a göre doğadaki şeyler, oluş  ve bozuluşa  tabi olarak yaratılmışlardır. Bundan dolayı, olmaları veya olmamaları türünden bir olasılığı kendilerinde taşımaktadırlar. Ancak, her şeyin bir an için var-olmama türünden bir olasılığı gerçekleştirdiğini düşündüğümüzde, varoluş çemberi içinde hiçbir şey olamayacağını da anlarız. Kendinde kendi zorunluluğuna sahip olan, zorunluluğunu kendi dışından almayan, fakat her şeye zorunluluğunu veren bir varoluş postulatını sergilemek zorunda kalırız. Thomas Aquinas’a göre bu varoluşa da herkes Tanrı demektedir .

4.Yol: Varolanların düzeninde çeşitli türden niteliklerin her bir var olanda aynı derecede ortaya çıkmadığı açıktır. Bazı insanlar iyi, bazıları onlardan daha iyidir. Kimi hükümdar adil, başka bir hükümdar ise ondan daha adildir. Aristoteles’in de dediği gibi, en iyi ve en adil gibi kendi cinsine özgü en yüksek hakikatler aynı zamanda en yüksek var olanlardır da. Bu bakımdan onlar kendi cinslerinin nedeni de sayılmalıdırlar. Bütün bu cinslerin zirvesindeki en yüksek varolanların da nedeni, varolanların bütün yetkinliklerinin nedeni olan Tanrı'dır

5.Yol: Bu sonuncu kanıtlamaya "teleolojik" (ereksel) kanıtlama adını da verebiliriz. Thomas Aquinas'a göre, akıldan yoksun olan bütün doğal nesneleri izlediğimizde, onların kendileri için en iyiyi amaçlayan bir eylem gerçekleştirdiklerini görürüz. Bu nesneler, bir hedefe doğru programlanmış gibi davranmaktadırlar. Ona göre, akıldan yoksun canlılar, bilgi ve akıl sahibi bir şey tarafından yönlendirilmedikleri sürece bir amaca yönelik olarak hareket etmezler. Bütün yaratılmış olan varlıkların kendisine bir şekilde yöneldikleri bir nihai neden vardır ve bu da Tanrı'nın kendisidir.

Thomas Aquinas (Aquinalı Thomas)'ın Bilgi Felsefesi

Thomas Aquinas'a göre "felsefe, fizik dünyanın kontrol altında gözlem ve ölçüm aracılığıyla elde edilmiş olan deneye dayalı bilgisinden çok, şeylerin gerçek varlığının ve özsel yapısının bilgisini amaçlamaktadır." Aristotelesçi felsefede töz iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan ilki madde ile birleşmiş, öteki de yalın anlamda formdur. İşte, buradaki ilk anlamıyla bir bileşik yapıyı işaret eden töz, insani bilginin hedefindeki nesnedir. İnsan, beden ile ruhun oluşturduğu bileşik bir yapıdır. Onun bilme etkinliğine konu olan nesnelerin de bileşik yapıda olmaları mantık gereğidir. Başka bir açıdan bakacak olursak, insanın bilme etkinliğinin nesnesi hareket halinde olan nesnelerdir.

Herakleitosçu anlayışa göre, her şey bir oluş halinde bulunduğundan, hiçbir şey hakkında kesin bir şey söyleme olanağı yoktur. Kratylos’un bu yaklaşıma sımsıkı sarıldığı, hatta biraz daha ileri giderek hiçbir şey hakkında konuşmadığını ve sorulara sadece parmağını hareket ettirerek cevap vermeye çalıştığını biliyoruz.

Thomas Aquinas'a göre bu fizik dünyada yer alan nesneler sürekli bir değişim içinde olduklarından, sadece duyu bilgisinin sınırları içinde kalarak onlara ilişkin yargıda bulunmak da olanaksızdır. Bu anlayış, Platoncu öğretinin saygıyı hak eden bir yönüdür. Tıpkı Boethius’un yaptığı gibi, Thomas Aquinas da burada, fizik varoluş ile ilgili önermelerdeki hakikati ortaya çıkaran şeyin bilinenin özelliği değil; fakat bilenin kendisi olduğunu dile getirmektedir.  Duyulamada bedeni kullanan bir ruhun önceliğini savunan Augustinus Platoncu gelenek içinde yer almaktadır. Felsefede "nauta in navi = gemiyi kullanan gemici" şeklinde dile getirilen bu yaklaşıma göre sadece ruh insanın yetkinliğini gerçekleştirebilmesi için yeterlidir.  

Burada bilmenin, varoluşun en önemli koşulu olduğunu söylemek gerekir. Bilmek akılsal bir etkinliktir ve Thomas Aquinas’a göre insan sadece akılsal olduğu sürece bir insandır. Akılsallık, insanın anlama ediminde bulunması ve yargı üretmesidir. Yargıda bulunmak, yani kavramları kullanarak bir durum hakkında bilgi ortaya çıkarmak için akılsal ruha ihtiyaç duyan insanın, bilme sürecindeki başlangıç noktası tikel fizik nesnedir. 

Thomas Aquinas (Aquinalı Thomas)'ın Ahlak Felsefesi ve Toplum Anlayışı

Thomas Aquinas'ın ahlak ve toplum anlayışı Aristoteles'in felsefesi ile Hıristiyanlığın akılcı kavranışının bir karışımıdır.

Yasa = lex = ligare = Türkçe karşılığı Bağlanmaktır.  

İradeye bağlı herhangi bir iş için aklın rehberliğine gereksinim duyulmaktadır. Birey ile toplum arasındaki ilgiyi kurmaya çalışan Aquinas'a göre, kısım bütüne, yetkin olmayan da yetkin olana doğru bir aşama kaydeder. Buna paralel olarak bireysel olan elbette toplumun bir kısmını oluşturur. Dolayısıyla yasanın, özellikle toplumun mutluluğu ve refahı için olması zorunludur.

Yasa, toplumun bütünü ile ilgili bir sorun olduğundan, Thomas Aquinas'a göre, herhangi bir kişi yasa yapamaz. Yasa yapma işi ya tüm bir toplumun işidir veya toplumdaki herkesten sorumlu olan birinin. Bununla birlikte, tek bir yasa değil, pek çok yasa türünden söz etmek mümkündür.

Thomas Aquinas'a göre akıl ahlaki zorunluluğun köküdür. İrade doğal bir biçimde iyi olana doğru yönelir ve pratik akıl bizim iyiye yönelmemizi, kötüden de kaçınmamızı buyurur. Bu şekilde ortaya çıkan ve adına doğal yasa denilen yasa, akıl sahibi olan her bir varlığı üç doğal eğilim çerçevesinde yönlendirir:

Thomas Aquinas'a göre, "eğer akıl maddi şeylerin bilgisine sahip olmasaydı, onlara ilişkin bir bilgiye de sahip olamayacak ve dolayısıyle değişime tabi maddi şeylerle uğraşan bir doğa biliminden söz edemeyecektik."

İki parçalı bir yeti olan aklın soyutlanma eylemini gerçekleştiren kısmına etkin akıl denir.

Thomas Aquinas'a göre imgelem, aktüel durumdaki duyulardan türeyen bir harekettir.

Soyutlama etkinliğinin gerçekleşebilmesi için, aklın ayırdığı şeylerin birbirine bağlı bir varoluş sergilemediklerini anlaması zorunludur.

Thomas Aquinas'a göre akıl, ahlaki zorunluluğun köküdür. İrade, doğal bir biçimde iyi olana doğru yönelir ve pratik akıl bizim iyiye yönelmemizi, kötüden de kaçınmamızı buyurur. Bu şekilde ortaya çıkan ve adına doğal yasa denilen yasa, akıl sahibi olan her bir varlığı üç doğal eğilim çerçevesinde yönlendirir:
  • Hayatını korumak, sağlığı muhafaza etmek
  • Çoğalmak ve ailesine göz kulak olmak
  • Hakikati gözetmek suretiyle akılsal hayatını geliştirmek ve sosyal erdem içinde büyükmek. 

Kralın, Thomas Aquinas'a göre üç görevi vardır.
  • İdaresi altındaki toplumun iyi hayatını tesis etmek
  • İyi hayatın tesis edilmesinden sonra bunun müdafa edilmesi
  • Güvenlik sağlandıktan sonra da kendi gelişmesini desteklemek.
Thomas Aquinas'a göre birliği sağlanmış olan toplum huzur içinde demektir.

2 Eylül 2014 Salı

Ortaçağ Felsefesi - Ioannes Scotus Eriugena

FELSEFE Ders Notları 2
Ortaçağ Felsefesi
Ioannes Scotus Eriugena

Ioannes Scotus Eriugena (810 - 877)

Eriugena'nın kelime anlamı "İrlandalı", "İrlanda'da doğmuş" demektir. Başka bir  şekilde ifade edilirse Eriugena, "Erin halkından doğan" anlamına da gelir. Ortaçağ’ın yegane İrlandalı filozofudur.

Eriugena, Karolenj döneminde İrlanda’dan Avrupa’ya göç etmiş olan çok sayıda bilginden birisidir. Kendisinden önce yaşamış olan önemli filozof/din adamlarının eserlerini Eski Yunancadan Latince'ye aktarmıştır ve bunlar üzerine çeşitli yorumlar yazmıştır. 

Ioannes Scotus Eriugena, bir Ortaçağ filozofu olarak,  Tanrı ile dünya arasındaki bağlantıyı kendisi için bir ilgi konusu yapmıştır. Bu bağlantının en belirgin tarzı, Tanrı gibi birlik sergileyen bir varlık ile dünya gibi çokluk barındıran bir durum arasındaki ilginin nasıl kurulabileceğidir. Bu birlik ve çokluk ilişkisi, nihayetinde insanın Tanrı'dan nasıl çıktığını ve O'na nasıl geri döneceğine ilişkin bir sorgulama süreci meydana getirir. Bu sorgulama sürecinin temelinde, tıpkı diğer bütün filozofların yaptığı gibi, hakikati arama kaygısı yatar.

Eriugena'nın da Tanrı veya yaratılış ile ilgili olarak sorduğu soruların tümü hakikatle, hakikat sorgusu ile bağlantılıdır.

Eriugena'nın Periphyseon başlıklı eserinin birinci kitabında, Usta şeylerin en başta ve temel ayrımının "olanlar" ve "olmayanlar" şeklinde söz konusu edilebileceğini ileri sürer . Bu ayrımın zihinlerde tam olarak belirginlik kazanabilmesi için de doğanın bu ayrımı kuşattığını ayrıca belirtir.

Eriugena için Varlık, akıl veya duyular aracılığıyla kavranılan herhangi bir şeydir. Bununla birlikte, akılla veya duyularla algılanamayacak olan türden var olanlar da bulunmaktadır. Bu var olanların en başında da Tanrı gelmektedir.

Ortaçağın neredeyse tamamını etkilemiş olan bu anlayışa göre Tanrı, hiçbir şekilde aklın veya duyuların nesnesi olamaz. Yaratılan aynı zamanda yaratan doğa diyerek ilahi idealardan bahseder.

Bu anlayış, Augustinus gibi bazı filozoflarda esnemiş ve daha yumuşak bir şekilde anlaşılmıştır. Bu anlayışla biçimlenen doğayı Eriugena, Periphyseon'da dörde ayırmaktadır: 
  1. Yaratan ve yaratılmayan doğa (Creat et non Creatur)
  2. Yaratılan ve aynı zamanda yaratan doğa (Creatur et creat)
  3. Yaratılan ve yaratmayan doğa (Creatur et non creat)
  4. Ne yaratan ne de yaratılan doğa. (Nec creat nec creatur)
Bu dört bölümleme aslında temel olarak ikiye indirgenebilir. Bu iki kısmın birinde Tanrı, diğerinde de O'nun yarattıkları yer alır. Nutritor'un ortaya koymuş olduğu ilk bölümlemede açık bir şekilde görülen, bu doğa türünün Tanrı olduğudur. 

Bir yaratıcı olarak Tanrı, her şeyin kendisinden meydana geldiği, dolayısıyla İlk ilke olarak görülen Neden'dir. O'nun ilk bölümlemede en dikkat çekici özelliği bir Yaratan olmasıdır. Daha önce de dile getirildiği gibi "Yaratıcı" özellik felsefeye çok sonraları girmiş bir durumdur. Özellikle Antikçağ felsefesinde "yoktan var etme" yani "yaratma" söz konusu değildi.

Tanrı'yı anlatan birinci ayrımda "yaratan ve yaratılmayan" yer almakla birlikte, gene Tanrı'yı işaret eden dördüncü ayrımda ise "ne yaratan ne de yaratılan" ifadesi göze çarpmaktadır. Buradan anlaşıldığı kadarıyla dördüncü ayrımda Tanrı artık yaratma eyleminden vazgeçmiş gibi durmaktadır.

Eriugena'nın Tanrı ve Yaratılış Anlayışı: Tanrı insanın en üstün özellikleriyle bile kavranamayacak yapıdadır. Yaratıcı olan tanrının ötekilik özelliği vardır. Tanrı nüfuz ve tarif edilemez bir varlıktır.

Tanrı, "zamanda başlangıcı olmayan" ve kendi varoluşu için "nedensiz" bir yapıdadır. Tanrı'nın, kendisinden önce ilişki içinde olduğu herhangi bir varlık söz konusu değildir. Böyle bir varlık olmuş olsaydı Tanrı'nın başlangıcı veya nedeni olurdu; oysa bunun tam tersi geçerlidir.

Tanrı, her şeyin doğasının bizzat yaratıcısıdır ve bu şekliyle de her şeyin Nedeni ve Başlangıcıdır. Bundan dolayıda doğanın ilk ayrımındaki yaratan ve yaratılmayan ile  Tanrı'nın kastedildiği açıktır.

Tanrı, sınırları belli olmayan bir varlıktır. Tam da bundan dolayı tanrı kendi kendisini kavramak veya tanımlamak bakımından yetersizdir. Kendisinin ne olduğunu bilemez; zira kendisi bir "ne" değildir. Herhangi bir var olan belli terimlerle tanımlanan sınırlı bir şeydir. Bilgi dediğimiz şey de bu tarz bir var olanın tanımı veya kavranışıdır. Tanrı, sonsuzluğu, sınırsızlığı nedeniyle bütün bu tarz var olanların ve bilginin üstünde yer aldığından O'nun kendisini bilmesi imkansızdır.

 "ne yaratılmış ne de yaratan doğa": Yaratılmamıştır; zira hiçbir şey tarafından bir etkiye maruz bırakılmamıştır. Yaratmayandır; çünkü her şeyin nihai hedef olarak kendisine döndüğü bir noktada artık herhangi bir yaratma eylemi içinde olması mümkün değildir. Her şey artık bizzat kendi ezeli ve ebedi akılları olan Tanrı'ya dönmüştür ve bu özelliklerinden dolayı da artık kendilerine yaratılmış (veya yaratık) denmekten vazgeçilmiştir.

Eriugena’ya göre bütün varolanlar, kendilerini yaratan Tanrı'dan uzaklaştıkları ölçüde yaratılmışlıklarını daha açık bir şekilde sergilemektedir.

Dördüncü ayrımda, bütün yaratılanlar Tanrı'da bir araya geleceklerinden onların yaratılmışlık özellikleri de ortadan kalkmış olacaktır. Bu durum, güneşin ortaya çıkmasıyla gözden kaybolan yıldızlarınki ile benzerlik taşımaktadır. Sonuç olarak, bu dörtlü doğa ayrımının ilkindeki Tanrı, yaratılanlar açısından bir Başlangıç; dördüncüsü de gene yaratılanlar açısından bir Son olarak düşünülebilir. Her iki durum da, yani Başlangıç ve Son, Tanrı'nın varoluşu bakımından dışarıda bırakıp yarattıklarına yüklediği özelliklerdir. Çünkü O Başlangıçsız ve Nedensizdir.

Eriugena'nın ikinci doğa ayrımı olan "yaratılan ve yaratan" doğa, anlaşılması bakımından diğerlerinden biraz daha güç bir ayrımdır. İlk bakışta burada anlatılmak istenilenin, yaratılmışlığın dan dolayı insan türü olduğunu düşünebiliriz.

Eriugena, doğanın ikinci ayrımı meselesini tartışırken, ilginç bir İncil yorumuna da imza atar. Hıristiyanların Kutsal Kitabı olan İncil'in başında "Başlangıçta söz vardı" ifadesi yer almaktadır.

Eriugena’ya göre Grekçedeki "logos" kelimesini "söz" olarak çevirmek seçeneklerden sadece bir tanesidir. Logos kelimesi aynı zamanda "akıl" veya "neden" anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla "Başlangıçta akıl vardı" veya "başlangıçta neden vardı" demek de, ilki kadar geçerli olabilecek bir tercih kullanımıdır.

Eriugena, Tanrı'yı yaratılanların varlığı ile özdeşleştirdiği için panteist olmakla suçlanmıştır.

Periphyseon'daki dördüncü ayrıma genel olarak "analiz" adı verilmektedir. Bu süreci en iyi tarif edecek ifade "her şeyin nihai hedefi olarak tanrı vardır"

Analiz sürecini anlatırken Eriugena'nın başvurduçu kavramlardan ikisi Grekçedeki "füsis" (doğa) ve "ousia" (öz) ile  Latincedeki "natura" (doğa) ve "essentia" (öz) kavramlarıdır. Ona göre Grekler sıklıkla ousia için füsis kelimesini,füsis içinde ousia kelimesini kullanmıştır.

Ousianın uygun kullanımındaki anlamı özdür. Bu yüzden ousianın bulunduğu görülür veya görülmez bütün varlıklarda bozulma, çürüme veya azalma söz konusu edilemez.

Füsis kelimesi ise Grekçedeki "füomai" yani "doğuyorum"; "ekiliyorum" yada "meydana getiriliyorum" karşılıklarına sahiptir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, kendi akıl sağlığı içinde devamlılık gösteren her varlık bir ousia'dır.

Eriugena’nın insan anlayışı ve insanın evrendeki yeri

Eriugena'ya göre yaratılış kesintisiz bir süreçtir ve bireysel olanın vücut bulmasıyla sonlanır. Bunlardan melekler maddi olmayan, insansa maddi varoluşu sergiler. İnsan hem hayvani hem Tanrısal özellikler taşıyan bir varlıktır; tek ve aynı akılsal ruh ile birleşmiş olan bedenden meydana gelir. Bu birleşmiş yapı harika ve anlaşılabilir bir şekilde ikiye ayrılır. Bunlardan bir tanesinin içinde insan, Yaratıcı (Creator)'nın imgesinde (imago Dei) ve benzerliğinde yaratılır. 

Yaratılış beş parçaya ayrılır: 
  1. bir yaratılan ya bir bedendir
  2. ya bir canlı varlık
  3. ya duyulanabilir varlık
  4. ya akılsal varlık
  5. yada zihinsel varlık.
Bu beş parçanın hepsi de her şekilde insanda bulunur. İnsanın Tanrı'nın simgesinde yaratılan kısmı ise ruhtur. Dünya insan için yaratılmıştır. İnsan Tanrı'nın Zihninde ezeli ebedi bir şekilde biçimlenmiş belli bir zihinsel kavramdır. Tanrı’nın zihninde belirlenmiş olan bir kavrayış olduğu için insan bilginin içine doğmuştur. 

Bilgi, ilahi ve insani olmak üzere ikiye ayrılır. İlahi bilgi, Yaratıcı Bilgelik’te bulunur ve bu bilgi bütün bir yaratılışı için birincil öneme sahiptir. Buna karşılık yaratılmış olan varlıktaki bilgi ikincil öneme sahiptir ve daha yüksek bilginin etkisini sürdüren bir karakteri bulunmaktadır. İçinde yaşadığımız dünya duyularımıza karşılık gelen bir dünyadır. Duyulanabilir nesne, kesin olarak belli bir zaman ve belli bir mekandadır; oluş ve bozuluşa tabidir. 
  1. Papa III. Honorius zamanında özellikle içindeki şu üç madde nedeniyle suçlanmış ve yargılanmıştır.  Her şey Tanrı'dır.
  2. İlahi İdealar yaratılmıştır ve yaratırlar.
  3. Dünyanın sonunda (kıyamette) cinsiyet farkı ortadan kalkacaktır. 
Bu ve benzeri yaklaşımları onun günümüze kadar süren etkisini güçlendiren önemli anlayışlardır.

Copyright 2013-2017 | İbrahim BAYRAKTAR /dev/null Web Günlüğü